Sayfalar

GAZZE ve ESTETİK


3 Ocak 2009


Estetik’in amacı, der Baumgarten, idrak-ı hissî’nin bizzat kemâlidir, bu kemâl de güzelliktir.

Baumgarten’e göre estetik’in amacı bu, yani duyusal algının tamamlanışı. Duyusal algının bütünüyle gerçekleşmesi. Duyular aracılığıyla güzelliğin idraki. Güzelliğin tahassüsü. Kemâl-i hissî.

Bir adım daha atalım: hüsn-i idrak, yani eşyaya güzelce bakmak.

Peki ya kendisi?

Soru konusu estetik’in amacı değil, kendisi.

Nedir estetik?

Baumgarten bu soruyu 1750’de şöyle cevaplıyor:
scientia  cognitionis sensitivae (idrak-ı hissînin bilgisi)
Estetik Bilimi’nin kurucusuna göre, estetik, duyular düzeyinin bilgisi. İç ve dış duyuların, ama her hâlukârda duyular düzeyinin.

Amacı da bu düzeyde kemâlin, yani güzelliğin bilgisine ulaşmak. Ancak duyular aracılığıyla kavranılabilen hazzı (lezzet-i hissiye’yi) bilmenin konusu hâline getirmek.

Baumgarten, Estetik Bilimi’nin tanımları arasında —açıklanmadıkça sorunlu kalacak— ilginç bir tanım zikrediyor:
ars analogi raitonis (teşbih-i aklî sanatı)
Elimdeki Almanca tercümede de Kunst des Analogons der Vernunft karşılığı verilmiş.

Malum â, akıl ya tümdengelim, ya tümevarım, ya da benzetme (teşbih/analoji) yoluyla düşünür, yani ya bütünden parçaya, ya parçadan bütüne, ya da parçadan parçaya doğru yürür.

Demek oluyor ki Estetik, parçadan parçaya hareket eden bilincin bilgisi. Teşbihin, benzetmenin bilgisi. Parçalar arasındaki ilginin bilgisi.

Estetik, hemen bir kenara kaydet ey tâlib, eşyaya güzelce bakmanın bilgisi.

Hüsn-i idrak.
Köln’deyim, bir otel odasında. Tam bir hafta oldu.

10 günlük bir ders programı münasebetiyle işi gücü bırakıp Köln’e geldim, bir yandan Üniversite öğrencilerine ders veriyorum, öte yandan da odama çekildikçe Alexander G. Baumgarten’in Aestheticasıyla hemhâl oluyorum. Dagmar Mirbach’ın Almanca çevirisi aracılığıyla. Koca iki cilt. Yeni ve güçlü bir çeviri. Latincesi ve Almancası yanyana. (Felix Meiner Verlag. Hamburg, 2007)

Tam çeviri. Bulunması, bulunsa bile alınması zor bir metin. Neredeyse maaşımın yarısı. (Eserin pahalılığından değil belki de, maaşımın azlığından.)

Lâtife sayılmaz, evet, neredeyse uzunca süredir bedelini dert edindiğim nitelikte bir eserdi iki ciltlik Aesthetica.

Adı vardı, ama kendisi yoktu. Nazlı bir sevgiliydi.

İzmir Müftüsü Akkirmani’nin tercüme ettiği, Osmanlı medreselerinde, hikmet-i nazariye (teorik felsefe) derslerinde okutulan Hidayet’ul-Hikme ve şerhlerinin Türkçesi İklil’ut-Teracimle yaşıttı Aesthetica.

Aestheticanın sayfaları arasında iştâhla dolaşacağım anları uzunca bir süreden beri hayal ediyordum, o saatlerce sürecek halvet anlarını...

Güya onu birkaç yıldan beri emek verdiğim İklil sayfalarıyla karşılaştıracaktım.

Ona güzelce bakacaktım.

Ne ki Gazze’ye düşen bombalar yüzünden bir anda kan bulaşıverdi elimdeki kitabın sayfalarına, her tarafımda kan vardı, gözümde, gönlümde, bir de o çocukların haykırışları, annelerin ve çocukların çığlıkları.

Varlığa hep birlikte güzelce baktığımız kardeşlerimin çığlıkları, kadınlarımızın, çocuklarımızın.

Yahudi estet Adorno, Auschwitz’ten sonra şiir yazmaya kalkışmanın barbarlık olduğunu söylemişti.

Yahudilerin katledildikleri o kampı, o kamptaki katliamı gördükten sonra nasıl şiir yazılabilirdi?

Haksız mıydı?

Elbette hayır!

İnsanlıktan her çıkışında, insanlıkdışı cürümlere her tanıklık edişinde, insanoğlu, güzeli/güzelliği terennüm etmeyi beceremiyor, güzeli, kan revan içindeyken bir türlü düşünmenin önüne getiremiyor.

Güzelce bakamıyor.

Nasıl baksın?

İslâm dünyası, eğer artık eskisi gibi eşyaya güzelce bakamıyorsa, bakmayı beceremiyorsa, sadece göbeğini kaşıdığından değil, her yanı kan içinde kaldığından, kadınlarının ve çocuklarının çığlıklarına kulaklarını tıkayamadığından.

Bu, Mehmed Akif’in Safahatında niçin şiir yok, demeye benziyor.

Kendine ağlayanın çığlığı şiire dönüşür, milletine/memleketine ağlayanın çığlığı ise destana.

Zavallı Akif, önce vatan, dedi, ve bu yüzden de memleketin hâline ağlamaktan kendi hâline ağlayacak fırsatı pek bulamadı.

Ey talib, sen, önce kendi hâline ağla! Sorumlu sensin, kendinden ve âlemden.

Yahudi zulmüne inat, sen Gazze’den sonra da şiir yaz!

Eşyaya hep güzelce bak! Savaşırken bile. Ölürken dahî.

Gerekiyorsa, güzelce savaş ve güzelce öl!

Sakın tereddüt etme, çirkinliği çirkinlere bırak!

Zalimlere. Çocuk katillerine. İnsanlığın katillerine.

Güzelin ve güzelliğin katillerine...

Ah, de ey talib!

Güzelce.

Ek okuma için tıklayınız:


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder