Sayfalar

NİÇİN GÖNLÜM DEĞİL, YÜREĞİM CESUR?


4 Haziran 2006


Kalb 
Gönül 
Yürek
Bu üç sözcüğün üçünün de eş-anlamlı olduğu varsayılır.

Ne demekmiş kalb?

Kalb Arapça kökenli bir sözcük olup Türkçe’de bu sözcüğün karşılığında gönül veya yürek sözcükleri kullanılır imiş.

Şimdi soralım o hâlde:
Ey kalpsiz kadın!
Bu hitabda geçen kalpsizin yerine —anlamı bâki kalmak üzere— gönülsüz veya yüreksiz sözcükleri kullanılabilir mi?

Hayır!

Peki bu kullanımında kalpsiz sözcüğü ne anlama gelmektedir?

Elbette, vicdansız, acımasız, vs.

Şimdi de şu misâli gözden geçirelim:
Bizim çocuk bu işte pek gönülsüz.
Yani isteksiz.

Çünkü gönülsüz olmak, en nihayet isteksiz olmak, arzu duymamak demek.

Bir de şu misâle bir bakalım:
O mu? O, yüreksiz herifin biridir!
Bu cümlede geçen yüreksiz sözcüğünün yerine hem de hiç tereddüt etmeden ödlek, korkak, cesaretsiz gibi sözcükleri yerleştirebilirsiniz.

Özetleyecek olursak:

Kalpsiz: vicdansız. acımasız

Gönülsüz: isteksiz

Yüreksiz: korkak, cesaretsiz

Türkçe gönül sözcüğü sevinmek, mutlu olmak, istemek, arzulamak anlamında gönenmekten gelmekte olup ince duyguların hareketini ifade etmek bakımından isteme, arzulama, sevinme yetisi demektir.

Klasik Psikoloji’nin terimleriyle ifade edecek olursak, bu sözcüğün kullanımları, umumiyetle kuvve-i şeheviyenin fonksiyonları için geçerlidir. (Eros ilkesi)

Bu kuvve harekete geçtiğinde, gönlün kıpır kıpır etmemesi mümkün değildir. Gönlü sâkin, yani hareketsiz, yani isteksiz. Nitekim şehvet ve iştah sözcüklerinin aynı kökten geldiği unutulmadığı takdirde, gönül sözcüğünün nasıl olup da mide mânâsı taşıyor olduğunu açıklamak kolaylaşır. Türkçe’de gönlü bulanmak tabiriyle midesi bulanmak tabiri aynı anlama gelir ve kusacak gibi olmak demektir. (Platoncu tanımıyla "bitkisel nefs"in özellikleri hatırlanmalı.)

Bu arada istek yerine eskiden irade sözcüğünün kullanıldığı, irade’nin ise bir şey yapmayı istemek demek olduğu ve tabiatıyla irade’nin de ancak hareket eden canlılarda bulunduğu hatırlanacak olursa, gönlü sâkin veya gönülsüz tabirlerinin nasıl olup da isteksiz anlamına geldiği kolaylıkla anlaşılabilir sanırım.







Buna mukabil yürek sözcüğü, hareket etmek anlamında yürmekten (yürümek) türemiş olup şecaat (cesaret güdüsü) anlamına gelir. Yine Klasik Psikoloji’nin terimleriyle söyleyecek olursak, Türkçe’de bu sözcüğün kullanımı kuvve-i gazabiye’nin fonksiyonlarına tahsis edilmiştir. Nitekim gönül’e nisbetle daha erkeksi, daha sert vurgular taşımasının bir nedeni de budur, zira hiddetli ve şiddetli duygular sözkonusu olduğunda sert adımlara ihtiyaç olur. Duyguların sert adımlarla yürümesini mümkün kılan işbu yetiye yürek adının verilmesi sebepsiz değildir. [Brave Heart (1995) bu nedenle Türkçe'ye Cesur Gönül, Cesur Kalp olarak çevrilemezdi.]





Depresif, melankolik, içine kapalı kişilikler yaptıklarını genellikle gönülsüz olarak yaparlar. Kendilerinde gönül açıklığından, yani neşeden, ferahlıktan eser yoktur. Gönülleri kıpır kıpır etmediği için, böylelerinin gönül darlığı çekmeleri, iç sıkıntısına düşmeleri  gayet tabiidir.

Yüreklilik, atılgan olmayı gerektirir ve cesaret ister. Meselâ yüreği soğutmak gerçekte öfke ateşini soğutmaktan ibarettir. Dehşet verici durumlar karşısında kalan bir kimse hakkında, kanı dondu, denir.

Biz de bu teşbihe bağlı kalarak soralım: Kanı donan kişi ne yapar?

Hiçbir şey yapmaz, hareket edemez, öylece kalakalır. Fakat kanı donmaz da deli deli akarsa, âdeta bir deli-kanlı gibi davranırsa, bu takdirde o kişi harekete geçer, bir şey yapar, bir tepki verir, cesaret göstermiş olur, vs.

Depresif kişiliklerin tam da aksine agresif kişilikler, kuvve-i gazabiyeleri faal kimseler arasından çıkarlar. Gazabiye ise, gazab’dan gelir ve tahmin edileceği üzere öfke anlamı taşır.

Modern Psikoloji’de, bilhassa Psikanaliz’de saldırganlık dürtüsü denilen şey, işbu kuvve-i gazabiyedir. Bugün kuvve-i şeheviye karşılığında cinsellik dürtüsü (libido) gibi terimler kullanılıyorsa da gerçekte bu, insan nefsi hakkındaki bilgimizin zamanla genişlediğini değil, bilâkis daraldığını ispatlamaktan başka bir şeye delâlet etmez. [Kalb kelimesine gelince, burada sadece, kalb'in düşünme organı olmak itibariyle Kur'an'da kullanıldığını ve Klasik Psikoloji'nin eskimiş tabiriyle kuvve-i nutkiye anlamı taşıdığını hatırlatmak isteriz.]

Duyguların hareketinin esasında kan dolaşımının hızıyla, yani kanın hareket hızıyla (!) alâkalı olduğu asırlardır bilinir.

O halde şimdi şu sorulara cevap verelim:

Kanın hareketini (hareket hızını) hangi organımız düzenliyor veya etkiliyor, bir diğer tabirle, kanın hareketinden en çok hangi organımız etkileniyor?

Kanımızın hareketi yavaşladığında, bizlerin birdenbire gönülsüz, yüreksiz, kalbsiz kişiler haline geldiğimiz bir gerçek değil mi?

Gerçek bu değil mi?

Ne kalbi, ne gönlü, sanırım erkeğin bir tek yüreği cesur ey talib!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder