11-12 Haziran 2005
Çok
kitap okuyarak öğrenmek ile bir kitabı defalarca okuyarak öğrenmek arasındaki nitelik farkını tartışmaya değer bulanlar, ister istermez tekrar ve ezber kavramlarının üzerindeki perdenin aralanması gerektiğini de
bilirler.
Biz de
aynı yolu takip edip tekrar ve ezber kavramlarından hareketle modernler
nezdinde küçümsense de, hafife alınsa da, dudak bükülse de bir metni
tekrarlamanın ve ezberlemenin çoktan yitirilmiş ve unutulmuş olan değeri
üzerine, düşünmenin ışığını bir kez daha düşürmeye çalışacağız.
Bir
kitabı defalarca okumak demek, o kitabı tekrar tekrar okumak demektir. Tekrar
tekrar okunan metinler ise bir süre sonra —yapılan tekrarın sıklığı ve
ciddiyeti oranında— bellek tarafından lafzen kayda geçirilmiş, yani ezberlenmiş
olurlar.
Modern pedagoji tekrarı da, ezberi de kötülediği için, bizler yıllarca tekrar ve ezber sözcüklerinin hep olumsuz olarak kullanıldığına tanık olup durduk. Bugün ezberci kafa demekle aptal demek arasında neredeyse hiçbir fark yok.
Modernlik, insanın, eşyanın özüne ve hakikatine yönelmesinden hep rahatsızlık duydu. Eşyanın bilgisini kullanmayı yeğledi, eşyaya nüfuz etmeyi, anlamayı önemsemedi, hâlâ da önemsemiyor. Eğitim sistemini de bu anlayışla inşa eden modernlik bıkıp usanmadan bilgi kullanıcıları yetiştirip duruyor, nedir, niçin sorularını sormuyor, sorulmasını da istemiyor. Bugün nazarî bilimlerin (ba-husus ulum-i nazariyenin sultanı Metafizik’in) içi boş sözcük-oyunlarından ibaret sayılması da yine aynı anlayışın ürünü.
Talebeye
tanım (tarif, kavl-i şarih) yapabilme ve tanımlardan hareketle
kavramlar dünyasına nüfuz etme yeteneğini kazandırmak, klasik bilimlerin
başlıca hedeflerinden biriydi. Bugün ise tanım yapmaya, tanım kullanmaya,
tanımların hesabını vermeye ihtiyaç duyan pek kimse kalmadığından, kavramların
özü üzerine düşünme melekesinden mahrum bilgiçler doldurdu hikmet vadisini.
Öyle ki kavramların dünyasına adım atmak bir yana, en ciddi terimler bile
gündelik dildeki anlamlarıyla kullanılıyor, zira ıstılah (terim) ile kelime (sözcük) arasındaki
fark bilinmiyor.
Adsal tanım (nominal definition) deyip duranlar, tarif-i lafzî ile tarif-i ismî arasında ne kadar büyük bir fark olduğunu akıllarına bile getirmiyorlar.
Adsal tanım (nominal definition) deyip duranlar, tarif-i lafzî ile tarif-i ismî arasında ne kadar büyük bir fark olduğunu akıllarına bile getirmiyorlar.
Ezberci
kafa tabirinin karşıtı, belki bugün olsa olsa ezberden ve tekrardan hiç
hoşlanmayan Amerikan kafası olur.
Peki ama sormak gerekmez mi kadim dünyanın ezberci kafasına karşılık modern dünyanın kullandığı Amerikan kafası çok mu daha derinlikli, çok mu daha düzeyli?
Elbette hayır!
Nasıl ki sırf ezberlemek ve anlamı dikkate almadan salt kelimeleri kaydedip durmak olumlanamazsa, zihnin örnek alacağı, üzerine basacağı zeminlerin bulunmaması da aynı şekilde olumlanamaz.
Peki ama sormak gerekmez mi kadim dünyanın ezberci kafasına karşılık modern dünyanın kullandığı Amerikan kafası çok mu daha derinlikli, çok mu daha düzeyli?
Elbette hayır!
Nasıl ki sırf ezberlemek ve anlamı dikkate almadan salt kelimeleri kaydedip durmak olumlanamazsa, zihnin örnek alacağı, üzerine basacağı zeminlerin bulunmaması da aynı şekilde olumlanamaz.
Tekrar’ın
tek başına değeri var mı, yok mu, bu ayrı bir mesele. Fakat bir şairin
şairliğinin kalitesinde, zihninde mısraları dolaşan büyük şairlerin de rolü
vardır. İyi şiirler bilmeyen, iyi şiirler bellemeyen kişi iyi şair olamaz! İyi
bir ressam, resimlerini, tarzlarını, üslublarını bellediği büyük ressamların
önüne düşürdüğü ışıktan yararlanır, belki bir süreliğine yararlanır, kendi
üslubunu oluşturana kadar yararlanır ama her halukârda yararlanır. Bir
bestekâr, büyük bestekârların besteleriyle hemhal olmadan büyüklerin vadisine
adım atamaz. Hüda-yı nabit bir biçimde varolan büyük düşünürler, büyük
sanatçılar yoktur, bilâkis büyüklerin gölgesinde ve büyüklerin kılavuzluğundan
istifadeyle büyüyen, büyüyebilen fideler vardır.
Tekrar,
iyi olanı tekrardır, iyi olana nüfuz edene kadar tekrardır, iyiyi içselleştirebilecek
kadar tekrardır.
Acaba taklid batağına düşülmez mi bu esnada?
Elbette düşülür ve fakat gerçekten büyüme istidadı varsa talib’de, bir süre sonra kendi sesini, kendi rengini, kendi düşüncesini, kendi eda ve sedasını ortaya çıkarmayı başarır. Öncekileri tekrarlamakta, iyi eserleri ezberlemekte hiçbir mahzur yoktur, bilakis talib için bu bir fazilettir.
Mahzurlu olan, tekrarla, ezberle yetinmektir. Böyleleri büyük bir sanatçı olamasalar bile başkalarının büyük düşünür ve sanatçılarla irtibat kurmalarına yardımcı olurlar, meselâ gençleri daha iyiye, daha yukarıya gözlerini dikmeleri için teşvik ederler.
İyi bir edebiyat öğretmeni, gerçekte iyi bir edebiyatçı olmayabilir ama pekâlâ iyi edebiyatçılar yetiştirebilir.
Acaba taklid batağına düşülmez mi bu esnada?
Elbette düşülür ve fakat gerçekten büyüme istidadı varsa talib’de, bir süre sonra kendi sesini, kendi rengini, kendi düşüncesini, kendi eda ve sedasını ortaya çıkarmayı başarır. Öncekileri tekrarlamakta, iyi eserleri ezberlemekte hiçbir mahzur yoktur, bilakis talib için bu bir fazilettir.
Mahzurlu olan, tekrarla, ezberle yetinmektir. Böyleleri büyük bir sanatçı olamasalar bile başkalarının büyük düşünür ve sanatçılarla irtibat kurmalarına yardımcı olurlar, meselâ gençleri daha iyiye, daha yukarıya gözlerini dikmeleri için teşvik ederler.
İyi bir edebiyat öğretmeni, gerçekte iyi bir edebiyatçı olmayabilir ama pekâlâ iyi edebiyatçılar yetiştirebilir.
Hocalarımızın
büyüklüğü bizzat büyük adam olup olmamalarıyla değil, aksine talebelerini (büyük) adam olmaya yöneltip yöneltmemeleriyle ölçülür. Hocamızın kendisi
zirveye çıkamamış olabilir. Bu önemli değildir. Önemli olan talebelerini kendi
seviyesine çıkardıktan sonra daha yukarılara çıkmaya özendirip
özendirmediğidir.
Bir
talebenin daha yukarı çıkmak için yapması gereken, kendisinden daha yukarıda
bulunanların seviyesine çıkmak, sonra eğer yapabilirse onları da geçmeye
çalışmaktır. Kimse ikinci kata çıkmadan, üçüncü kata çıkamaz. Eğitimde sabr u
sebatın anlamı işte budur, yani adım adım tırmanmaktır; sıçramayı ummak değil.
Tekrar ve ezber, yükseklik/derinlik kavramına sahip olanların meslekidir.
Genişlik/genellik kavramı ise eni ve boyu genişletmeye yarar, derinliği veya yüksekliği değil. Dolayısıyla bugün modernler daha ileri gitmek için sıçrıyorlar, daha yukarı çıkmak için değil.
Tekrar ve ezber, bilgi dağının
zirvesine adım adım çıkmak isteyen taliblerin vazgeçemeyecekleri en önemli
tekniklerin başında gelir. O halde bırakalım sıçrama meraklıları istedikleri
kadar ayaklarına yaylar taksınlar; nasıl olsa onlar aşağıya doğru süzülürlerken,
o adım adım tırmanmakta ısrar edenlerin, hiç kuşku yok ki bu zevata el
sallayacak kadar vakitleri olacaktır.
* * *
Genç
ilim taliplerinin öğrenmeleri hızlı, bellekleri kuvvetli ve fakat kavrayışları
zayıf olur. Bu da gayet tabiidir, zira gençlikte bedenî yetiler hemen sonuç
almaya müsait iken, zihnî yetiler —yeterli eğitimi henüz almamış ve aldıklarını
da tamamlamamış olduğu için— istenildiği kapasitede faal olamazlar.
Gençler belleklerine güvenirler, belleklerinde kayıtlı bilgilere. Lâkin bu, akıl yetisinin gücüyle değil, zekâ yetisinin gücüyle alâkalıdır. Çünkü duyular aracılığıyla edinilmiş verileri zihinde tutmak kolaydır, pek çaba gerektirmez. Meselâ seyredilen bir filmi, dinlenilen bir müziği, bizzat yaşanılan bir olayı bellekte tutmak ve hatta uzun yıllar sonra bellekten alıp kullanmak kolaydır. Bu imkânlar da elbette bir yere kadardır, zira 70 yaşından sonra yazılacak hatıralar hep eksikliklerle ve hatta hatalarla malul olurlar.
Gençler belleklerine güvenirler, belleklerinde kayıtlı bilgilere. Lâkin bu, akıl yetisinin gücüyle değil, zekâ yetisinin gücüyle alâkalıdır. Çünkü duyular aracılığıyla edinilmiş verileri zihinde tutmak kolaydır, pek çaba gerektirmez. Meselâ seyredilen bir filmi, dinlenilen bir müziği, bizzat yaşanılan bir olayı bellekte tutmak ve hatta uzun yıllar sonra bellekten alıp kullanmak kolaydır. Bu imkânlar da elbette bir yere kadardır, zira 70 yaşından sonra yazılacak hatıralar hep eksikliklerle ve hatta hatalarla malul olurlar.
Bugün biraz da yanlış olarak soyut olmakla nitelenen kavramlara gelince, genç zihinler
onları kavram olarak değil, genellikle sözcük olarak bellekte muhafaza
ederler. Bu nedenle üniversite öğrencilerinin çoğu, ileriki yıllarda değil
üniversite imtihanlarında verdikleri cevapları, soruları bile hatırlamazlar.
Aldıkları modern eğitim kendilerine kavramlardan ziyade sözcükleri belletir.
Dilbilgisi dersi görmüş kaç kişi bugün sözcük sözcüğünün tanımını yapabiliyor?
Yüklem ile eylem arasındaki farkı özel ilgi alanına girmediği takdirde gösterebilecek kaç kişi çıkıyor?
Matematik tahsil edip de, sayı nedir, sorusunun cevabını merak etmiş kaç kişi var?
Eğitim sistemi, kendilerinden terimleri anlamalarını değil, kullanmalarını istediği için, onlar da sadece kullanmakla yetiniyorlar, tıpkı ehliyet imtihanına hazırlananların imtihanı geçtikten sonra trafik kurallarını hatırlayamaması gibi. Niçin hatırlasınlar ki, artık kullanıyorlar.
Dilbilgisi dersi görmüş kaç kişi bugün sözcük sözcüğünün tanımını yapabiliyor?
Yüklem ile eylem arasındaki farkı özel ilgi alanına girmediği takdirde gösterebilecek kaç kişi çıkıyor?
Matematik tahsil edip de, sayı nedir, sorusunun cevabını merak etmiş kaç kişi var?
Eğitim sistemi, kendilerinden terimleri anlamalarını değil, kullanmalarını istediği için, onlar da sadece kullanmakla yetiniyorlar, tıpkı ehliyet imtihanına hazırlananların imtihanı geçtikten sonra trafik kurallarını hatırlayamaması gibi. Niçin hatırlasınlar ki, artık kullanıyorlar.
Lâkin
yaş ilerledikçe, kişinin kavrama yetisi, belleme yetisinin üzerine çıkar. Belki
bellek zayıflar ama ilgiye değer bir biçimde
kavrama ve yorumlama yetisi hızlanır. Sinn-i kemâl (olgunluk yaşı)
denilen 40 yaşı, —İmam Gazâlî’nin de dediği gibi— bedenî yetilerin zayıflamaya,
buna mukabil zihnî yetilerin güçlenmeye başladığı yeni dönemin başı ve
başlangıcıdır.
Klasik tıbba göre kişi 30 yaşına kadar büyür, 40 yaşına kadar gelişir, 60 yaşına kadar olgunlaşırdı. 60’tan sonrası yaşlılığın başlangıcıydı. Nitekim klasik eğitim de bu sıralamaya göre verilirdi. Tekrar ve ezberin yapıldığı yıllar büyüme çağlarıydı. İstisnaları dikkate almazsak, kişi 20 yaşına kadar beller, 30 yaşına kadar bellediklerini anlamaya çalışır, 40 yaşına kadar vaktini anladıklarını kavramakla geçirirdi. Kişi 40’tan sonra kendi adına konuşurdu, konuşmak istiyorsa.
Klasik tıbba göre kişi 30 yaşına kadar büyür, 40 yaşına kadar gelişir, 60 yaşına kadar olgunlaşırdı. 60’tan sonrası yaşlılığın başlangıcıydı. Nitekim klasik eğitim de bu sıralamaya göre verilirdi. Tekrar ve ezberin yapıldığı yıllar büyüme çağlarıydı. İstisnaları dikkate almazsak, kişi 20 yaşına kadar beller, 30 yaşına kadar bellediklerini anlamaya çalışır, 40 yaşına kadar vaktini anladıklarını kavramakla geçirirdi. Kişi 40’tan sonra kendi adına konuşurdu, konuşmak istiyorsa.
Tekrar
ve ezber olmadıkça klasik ilimlerin anlaşılması ve kavranılması zordur. Kişi
elbette ezbere konuşmakla veya malumu ilam etmekle ya da tahsil-i
hasıl (Amerika'yı yeniden keşfetmek) ile suçlanabilir, eleştirilebilir, bu da gayet doğaldır. Fakat
burada kastedilen tekrar ve ezberin olumsuz veya kötü bir teknik olması
değildir, bilâkis bu tür ifadelerle kudema tekrar ve ezberden sonraki aşamaya
geçilememiş olduğuna işaret ederlerdi.
Bizim geleneğimizde Hakk’ın Kelâmı (Kur’an-ı Kerim) ve Efendimizin sözleri (Ehadis-i Şerife) ezberlenir, ezberleyenlere de hâfız ve kurrâ denilirdi. [Sadece Kur'an'ı tecvid kaidelerine riayetle ezberleyenlere hafız (çoğ. huffaz), kıraat farklılıklarıyla birlikte ezberleyenlere kaari (çoğ. kurra) denilirdi.]
Kelâm-ı kibar, yani seçkin sözler de, sözlerin seçkinlerinden olan şiirler de ezberlenirdi. Ezber ise sözlü kültürün mensuplarına tekrarlama, hafızayı tazeleme, ezberlenenleri pekiştirme imkânı verirdi. Bütün ilimler sadece mensur değil, manzum olarak da yazılırdı ve talebelerin tahsil ettikleri ilimlerin terimlerini kolaylıkla ezberlemelerine işte böylelikle yardımcı olunurdu.
Bizim geleneğimizde Hakk’ın Kelâmı (Kur’an-ı Kerim) ve Efendimizin sözleri (Ehadis-i Şerife) ezberlenir, ezberleyenlere de hâfız ve kurrâ denilirdi. [Sadece Kur'an'ı tecvid kaidelerine riayetle ezberleyenlere hafız (çoğ. huffaz), kıraat farklılıklarıyla birlikte ezberleyenlere kaari (çoğ. kurra) denilirdi.]
Kelâm-ı kibar, yani seçkin sözler de, sözlerin seçkinlerinden olan şiirler de ezberlenirdi. Ezber ise sözlü kültürün mensuplarına tekrarlama, hafızayı tazeleme, ezberlenenleri pekiştirme imkânı verirdi. Bütün ilimler sadece mensur değil, manzum olarak da yazılırdı ve talebelerin tahsil ettikleri ilimlerin terimlerini kolaylıkla ezberlemelerine işte böylelikle yardımcı olunurdu.
Geleneğimizde
bütün ilimlerin temel metinleri manzum olarak yazılmıştır, medrese talebeleri
ilim tahsil etmeye başladıklarında bu manzum metinleri ezberlerler ve
böylelikle hafızalarında taşıdıkları farklı ilimlerden yüzlerce tanımın
kavramlarını görmeye vakit ayırabilirlerdi. Hele hele bir de bu talebelerin
Arapça, Farsça, Türkçe ve Arapça-Türkçe, Farsça-Türkçe terimleri birlikte
öğrendikleri düşünülürse, bu yolla
hafızalarını nasıl güçlendirmiş olduklarını tahmin etmek hiç de güç
olmaz.
Bellek
bir balona benzer, şişirildikçe genişler, kullanıldıkça güçlenir. Tekrar ve
ezber yeteneği güçlendirilmemiş zihinler ise, içi su doldurulup boşaltılmış
balon gibidir, istediğiniz kadar içine hava üfleyiniz, cidarları birbirine
yapıştığından dolayı yine de şişmez; şişmediği için de göğe doğru yükselemez.
(Lâtife yapmak isteseydim şöyle derdim: Bu tür balon lastikleri bir sapana
bağlanıp başkalarına nohut ve leblebi atmakta kullanılabilir.)
Beyin
sulanması klasik tıbba ait bir deyiştir ve yaşlandıkça kişinin dimağ
loplarının kenarlarına muayyen suların toplandığı ve bu suların belleğin
zayıflamasına yol açtığı kabul edilirdi. Dört unsurdan (anâsır-ı erbaa’dan)
hava ve su yaşlılığın, toprak ve ateş ise gençliğin alâmeti idi. Toprak ve ateş
belleğin, hava ve su da idrak yetisinin gücüne delâlet ederdi. Gençlerin
belleklerinin güçlü olmasına mukabil yorum yetilerinin zayıf olması, buna
mukabil yaşlı kimselerin ise belleklerinin zayıf olmasına mukabil yorum
yetilerinin güçlü olması da bu teoriyle izah edilirdi. (Geçen asırda bu bilgiler
modern tıb tarafından pek desteklenmedi, ellerinde daha ciddi hurafeler vardı çünkü. IQ ölçmek gibi, harika çocukları tesbit etmek gibi.)
Sözün
özü, sözcüklerden terimlere, terimlerden kavramlara, kavramlardan varolanlara,
varolanlardan varlığa yürüyebilmek için belleği en kısa zamanda güçlendirmek,
sonra bellekten zekâya, zekâdan akla yükselmek gerekir.
Peki
sonra ne gelir?
Sonra, elbette gönlün ve dolayısıyla duyguların terbiyesine sıra gelir. Gönlün ve duyguların terbiyesi için takip edilecek yolun yordamı için kitaplara değil, Hz. İnsan’a ihtiyacımız var. Hz. İnsan’ı ise bilginlerin arasında değil, bilgelerin arasında bulabiliriz. Sanıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder