27 Ekim 2002
Hafif
yağmurlu, kasvetli bir ilkbahar günü Milena, arkadaşı Fredy Mayer'le Prag'ın
tam göbeğindeki ufak, karanlık bir meyhanede oturuyordu. Melankoli içindeydi ve
geçmişten, özellikle de hayatına girmiş erkeklerden söz ediyordu:
Herşey çok güzeldi, çok ilginçti. Heyecanlıydı ama bugün artık hepsinin yanlış olduğunu biliyorum. Doğru erkek hiçbir zaman gelmedi. Genelde gereğinden fazla gevezelik ve nevrasteni, fazlasıyla yaşamdan yabancılaşma vardı. Birçoğu yaşamdan öylesine korkmaktaydı ki her seferinde cesaret verme görevi bana düşüyordu. Aslında tam tersi olmalıydı.
Milena
özlemini duyduğu şeyi letafete boğmaktan çekinmeden şöyle devam eder:
Özlemini en çok duyduğum şey, bir sürü çocuk doğurmaktı, inek sağmak, kaz beslemek istemiştim ve beni arasıra döven bir de koca. Derinlerimde ben aslında gerçek bir Çek çiftçi kızıyım. Entellektüellik denilen o şey bende talihsiz bir rastlantı yalnızca.
Ama bunu nasıl söyleyebilirsin, denildiğinde, Milena bir kahkaha atıp açıkladı:
Herşeyin tam söylediğim gibi olmadığını biliyorum, ama işte bazen öyle olduğuna kendimi inandırmaya çalışıyorum.
Gece
geç vakit evine döndüğünde Milena evinin kapısında bir demet çiçek buldu.
Üstüne iliştirilmiş kartta şöyle bir yazı vardı:
Muzsky – to nejsou lidi!
(Erkekler – insan değiller!)
Milena
Jesenska (1896-1944), Franz Kafka'nın (öl. 1924) hayatındaki en önemli kadın. Denebilirse şayet tek tesellisi.
Ya bu dünya minicik ya da biz dev gibiyiz,
her neyse, bizim onu tümüyle doldurduğumuz kesin, sözleriyle hitap ettiği
biricik sevgili.
Milena
bir Kafka mütercimiydi. Tanışmaları da bu vesileyle olmuştu zaten. Doğru erkek
hiçbir zaman gelmedi, sözü, işte bu nedenle Kafka'yı da içine alıyor.
İşin
garibi Milena, doğru erkeğin gelmesini bekleyecek türden bir kadın olmadı,
olamadı. O hiçbir zaman doğruluk ile gerçeklik, sadakat
ile şefkat arasında yalpalamaktan kurtulamadı. İtiraf etmeli ki
trajedisi herşeye rağmen kahramancaydı.
Zamanın hayhuyundan fırsat buldukça araya sıkıştırdığım kitaplardan iki
tanesi Milena hakkındaydı.
İlki,
yukarıdaki alıntının kaynağın olan ve Sıdıka Orhon tarafından çevrilen
Margarete Buber-Neumann’ın Milena (İstanbul, 1991) adlı biyografisi. Bu
kitap, Kafka'nın Milena'ya yazdığı mektuplar okunmadan önce okunmalı. Çünkü
yazan Kafka ve fakat yazdıran Milena.
İkincisiyse
Kafka'nın Milena'ya yazdığı mektuplar. Mektuplarının önemli bir kısmını içeren Briefe
an Milena Adalet Cimcoz tarafından Sevgili Milena! adıyla Türkçe'ye
çevrilerek 1961'de yayımlanmış, daha sonra bu çevirinin yeni baskıları da
yapılmıştı. Ben son baskısından okuyabildim.
Üçüncü
kitap ise Kafka'nın Baba'ya Mektup adlı eseri oldu.
Kafka'nın babasıyla
ilgili sorunlarının onun hayatını ne kadar derinden etkilediği bilinir. Bu
çatışma en açık biçimde Kafka'nın babasına hitaben yazdığı ama asla kendisine
göndermediği bu mektupta bütün ayrıntılarıyla resmedilir. Tek kelimeyle dehşet
vericidir. Üstelik bu dehşet o kadar yalın, o kadar kesin ve ince yargılarla
resmedilmiştir ki okurun anlatılanların gerçekliğinden kuşkulanmaması imkansız
gibidir. Lâkin dehşet yine de anlatılanın değil, üslubun tevlid ettiği bir
sonuç.
Milena'yla
Kafka arasındaki yakınlığın nedenlerinden biri de burada aranabilir, zira o da
babasıyla arasında, sebepleri farklı da olsa, büyük bir çatışma yaşıyordu. Ne
yazık ki buradaki talihsizlik, Milena'nın Kafka'ya mektuplarının elde olmayışı!
Bir kız
çocuğunun ya da bir kadının babasıyla çatışması, bir erkek çocuğunun babasıyla
çatışmasından daha farklı. Erkek babasıyla çatıştığında, tabiatıyla erkekleri
suçlayamıyor, sadece babayı, hiç değilse kendi babasını suçlamak zorunda
kalıyor. Fakat bir kadının bu çatışmayı kolaylıkla karşıt cinsler çatışmasına
dönüştürmesi ne de kolay!
Babaya dair şikayetler, siz bir de buna kocadan
şikayetlerin eklendiğini düşünün, bir anda erkek cinsine dair şikayetlere
dönüşebiliyor.
VE böylelikle, erkekler, ah onlar insan değiller, sözü haklılık
kazanmış oluyor, tabii ki kendisine bir tebessüm eşlik ediyorsa.
Söylesenize,
bugüne değin hangi tebessüm aklı kışkırtabilmiş?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder