17 Mayıs 2009
Oğlunun, kendisine birkaç saat evvel satın almış olduğu şapkasıyla birlikte, trenin penceresinden başını dışarı çıkarıp sarktığını gören baba, birkaç kez oğlunu ikaz etmiş içeri girmesi için. Fakat küçük afacan babasının uyarılarını duymazlıktan gelip rüzgarla arasındaki oyuna devam etmiş, baba ne kadar, oğlum yapma, içeri gir, şapkanı düşüreceksin, dediyse de küçük afacanı iknâ etmesi mümkün olmamış.
En nihayet sabrı tükenen baba, çocuğun farkedemeyeceği bir şekilde başından şapkayı kapıp, bak gördün mü, demiş, ben seni uyarmıştım, işte sonunda şapkanı düşürdün!
Şapkasını kaybettiğini sanan çocuk, tabii, bu duruma çok üzülmüş ve gözünde iki damla yaşla tam da mahzun mahzun yerine oturacakken, babası, elinde tuttuğu şapkayı ona gösterip, al şu şapkanı bakalım, fakat bir daha da sakın trenin penceresinden başını çıkarıp sarkma, olur mu, diye oğluna tenbihte bulunmuş. Çocuk babasının elinden sevinçle şapkasını alıp bir süre uslu uslu oturmuş.
VE çok geçmeden tekrar pencereye koşmuş, heyecanla şapkasını dışarı fırlattıktan sonra babasına yalvaran gözlerle bakıp şöyle demiş:
— Babacığım! N'olur, demin yaptığının aynısını bir daha yapsana!
Hakikate
işaret etmek kadar hakikate nasıl işaret edilebileceğini de önemseyenler için
bu hikâyenin gayet elverişli imkânlar sunduğunu bilmem benim gibi sizler de
kabul eder misiniz?
Kendilerini,
hakikate —hakikatten her ne anlıyorlar ise!— işaret etmek mevkiinde görenlerin
başkalarını uyarmak ve onları kendilerini bekleyen tehlikelerden korumak
amacıyla başvurdukları masum hilelerin işe yarayıp yaramaması önemli değildir
aslında. Önemli olan, bu hilelerin bir hile olduğunu ortaya çıkaracak sevimli
safdilliklerin başlarına açtığı/açacağı gailelerdir. Bu bakımdan hakikate
—ne kadar iyi niyetlerle kullanılırsa kullanılsın— hakikat değeri taşımayan,
hakikate layık olmayan, kısaca gayr-ı hakiki araçlardan istifade edilmek
suretiyle işaret edilemeyeceğini bilenler, hakikatle aralarında varolan nisbeti
korumanın, hakikat sevdalılarının miktarını artırmaktan çok daha önemli
olduğunu da bilirler.
Buna mukabil, hakikati temsil etmeyen, —temsil etmek
ne kelime!— hakikate nisbeti bile olmayan masum hilelerden medet umanlar,
muhataplarının, o hilelerin her hâl u kârda tekrarlanması talebinde
bulunacaklarına ihtimal vermedikleri gibi, kendilerinin bu hileleri her zaman
tekrarlayamayacaklarını unuturlar ve böylelikle haramda şifa arar duruma
düşmekten de kurtulamazlar.
Uyarılar
kâr etmediğinde, söylenenler bir işe yaramadığında, kişinin muhatabını kendince
doğru yola getirmek için başvuracağı yöntem, sadece hakikatin kendisine işaret
etmekten başkası olamaz.
Sadece
işaret etmek.
Evet, sadece ima etmek.
Açıkça göstermek veya teşhir etmek değil,
sadece ama sadece işaret ve ima etmek.
İşte bu, anlatım sanatını, yani dolayımı
mümkün, hatta var kılan vasattır. Sanat bu dolayımın ürünüdür.
İrfanın (bilgeliğin) niçin sanatkârâne deneyimlerden yararlanmaksızın tezahür
edemediği, neden dolayıma başvurmaksızın kendisini tebarüz ettiremediği
sualinin cevabını bulamayanlar, anacaddelerde pazarlanan, teşhir edilen piyasa
mamullerini arasokaklarda saklı duran bilgelik kırıntılarına tercih edenlerden
başkası değildir. Dolayısıyla böylesi bir açıklığa râm olmak demek, ancak sathî
olanla (satıh üzerinde varolabilenle) yatıp kalkmanın bedelini ödemek, cismi,
sureti, şekli, hadi bir adım daha gidip söyleyelim, somut olanı kutsamak alışkanlığının kadîm cezasına çarpılmak demektir.
Bilgeliğin
taklitçileri, dün yaptıklarının aynısını bir daha yapamayanlardır. Sözümona
bilgeliğin talipleri ise, yapılanın aynısının bir daha yapılmasını istemek
gafletiyle meşbu safdillerdir.
Bu ne
de trajik bir hikaye, demeyelim de önce biz bu hikâyenin hangi tarafında yer
tuttuğumuza bir bakalım.
Hangi tarafında yer aldığımıza değil, hangi
tarafında yer tuttuğumuza.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder