14 Kasım 2009
"Venüs’ün
Doğuşu"
Bir opus magnum! Sandro Boticelli’den...
Tarih: 15. asrın sonları.
Bu Platoncu şaheserin konusu ise, kısaca masum güzel.
Ama her şeyden önce güzel.
Çünkü kadın.
Güzellik ve masumiyet imgelerini
biraraya getiren geleneksel düşünüş, gerçekte, safiyet ve iffetten ayrı bir
kadın güzelliğini tasavvur etmekte zorlanır. Çünkü güzellik demek masumiyet demektir; ve saflık ve tazelik ve
korunmuşluk...
İsmetten türeyen masum
sözcüğünün anlamı da bu tesbiti doğrular zaten. Meselâ peygamberlerin masum (ismet sahibi) olduklarına
inanılır; yani günahlardan ‘korunmuş’ ve/veya ‘uzakta tutulmuş’.
Yani bir zamanlar güzellik denilince anlaşılan, el
değmemiş bir güzellikti. El değmemiş, yani doğal ve saf ve tabii ki
bakire.
Tam da bu noktada bekâretin iki anlamı da açıkça görülebilmeli: 1) bedensel/cinsel, 2) ruhsal/toplumsal.
Demek ki masum güzelin sadece bedeni değil, ruhu da korunmuştur.
Masum güzellik, iddiasız bir güzelliktir: doğal... meydan okumayan bir güzellik.... sahibinin değerinin farkında bile
olmadığı bir güzellik...
Öyle ki tüm çekiciliği, dokunulmaya müsait bir saflıkla
hâlelenmiş olmasındandır. Giorgione’nin "Uyuyan
Venüs"ü gibi. Korunmasızmış gibi görünen bir güzellik.
Boticelli’den yaklaşık bir buçuk asır sonra,
İspanyol bir ressam, Diego Velásquez, “Aynalı
Venüs”ü resmedecektir; yani güzelliğinin farkına varan Venüs’ü.
Masumiyet, ne gariptir ki kadının kendi
güzelliğinin farkına varışıyla birlikte ortadan kalkmakta!
Kendi narsisizmini kendi yaratan bir güzellik
türüdür aynalı güzellik! Tutkuyla kendini seyreder çünkü.
Yabancı bakışlara ise sadece sırtını döner.
Yabancı bakışlar Venüs’ün bakışıyla karşılaşmak istiyorlarsa, önce aynaya
bakmak zorundadırlar. Venüs’ün şehlâ-nigâhı ancak bu kadar cömerttir.
Bir tür la
femme fatale! Yani elindeki gücü kullanmasını bilen kötücül kadın!
Modern erkeğin hayalindeki kadın!
İnadına
sevimli!
Görülmek isteyen ve gözlere meydan okuyan
kadının davetkâr güzelliğini modern kadının başlıca özelliklerinden biri hâline
getiren ilk teşebbüsün eseridir "Olympia"
tablosu.
"Uyuyan
Venüs" artık uyanmıştır. 1863’te. Édouard Manet’nin
eliyle.
Tiziano’nun "Urbino Venüsü" gibi Manet’nin güzeli de sırtını dönmez
seyircilerine. Bilâkis onların ta gözlerinin içine bakar. Umarsızca. Sanki
biraz küçümseyerek. Alaylı alaylı.
Sadece güzelliğinin değil, bu güzelliğin pazar değerinin de farkındadır.
İstenen değil, isteyendir; arzulanan değil,
arzulayan. Maşuk değildir artık,
ne yazık ki sadece âşık.
Manet'nin selefi Goya'dır. Modeli de Goya'nın ünlü "La Maja Desnuda" (1797-1800) tablosu.
Bir rivayete göre XIII. Alba Düşesi.
Yolu Madrid'e düşenler sadece Çıplak Maya'yı değil, hemen yanıbaşında Giyinik Maya'yı da bulacaklardır.
Modern dönemle birlikte kadın artık sade gözlenen değil, bizatihi gözleyendir. Anahtar deliğine gözünü dayayan erkekler, hiç beklemedikleri bir anda, deliğin öteki tarafından kendilerini dikizleyen bir gözle karşılayacaklardır. Kadınsı infial, bundan böyle erkeksi fiilin tam da kendisine dönüşecektir.
En güzel yorum, on yıl sonra, 1873'te, Cézanne
tarafından yapılacaktır. Cezanne’nın "Olympia"sında,
ressam da resmin içindedir. Seyirciler, yaratıcıyla eserini birlikte görürler.
Bakış noktası değiştiğinde bakılan da değişir.
Güzellik masumiyetini kaybetmekte, buna mukabil şehvetle yakınlık kurmaktadır.
Modern güzel, şuh güzeldir. Bu nedenle o artık masumiyeti ve el değmemişliği
bir zayıflık, bir kusur olarak algılamaya başlamıştır.
Kapitalizmin kadını, edilgenlikten vazgeçmiş,
böylelikle yaşam pratiğini değil sadece, yaşam estetiğini de aktif özne olarak
kendisi inşâ etmeye karar vermiştir.
Dinî edebiyat açısından la femme fataleın en dehşet verici örneği, sanatın gözünde —biraz
isteksizce de olsa— nedense hürmete lâyık bulunur.
Meselâ Dante Gabrielle Rossetti’nin resmettiği "Lady Lilit"in (1867) elindeki aynada imge yoktur. Kimse Lilit’in orada ne gördüğünü bilemez.
Lilit’in, yani Adem’in ilk karısının...
Adem’den ayrıldıktan sonra İblis’le evlenen kadının... Adem’le Havva’ya elmayı
uzatan kadının...
Sanat tarihinde Lilit’in son iki yüzyıl içerisinde boy göstermiş olması, hiç de
sebepsiz değildir.
Lilit’in, yani kötülüğün anasının... üç büyük
dinin de ortodoksisinin tanımadığı, tanımlayamadığı bir kadın tipinin...
Tarihteki ilk feministtir Lilit!
Erkeğe isyan
eden ilk kadın!
Adem’in kaburga kemiğinden değil, bizzat Adem gibi topraktan
yaratılan kadın!
Yerini Havva almıştır. Uysal ve saf olan
Havva!
Adem’in eşi Havva, İblis’inki ise Lilit!
Havva elmayı yiyen kadın,
Lilit’se elmayı elinde tutan kadın!
Dindarlığın, ‘kadın’la ‘modernite’ arasındaki
ilişkiyi bir türlü kavrayamamasının en temel nedeni bu! Hâlâ Ramazan
fitrelerini arpa-buğday hesapları üzerinden yapan dindarlık, kadınlığın
sorunlarını da ister istemez Havva-Meryem düalitesinden hareketle kavramaya
çalışıyor. Hal böyle olunca da masumiyet
kavramını bedensel bekâret düzleminden öteye taşıyamıyor. Oysa Meryem bir eş değil ki, sadece anne! Zevce olmayan kadın! Güzel ve
masum. Ama yaşamın dışında. Manastır’da.
Modern gerilimin izleriyse Havva’yla Meryem
arasında değil bu yüzden, Havva’yla Lilit arasında.
Ey talib, İblis’in
adresini bulursan, sana Lilit’in
yerini gösteririm!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder