Sayfalar

BABA BEN DERVİŞMİYEM?


12 Mart 2006



Dilimizin sadece ifade gücünün farkına değil, letâfetinin tadına da varmak için ne yapmalı, neye, nereye bakmalı?

Sözü uzatmadan bir tek kaynağa dikkatlerinizi çekmek isterim:

Önce türkülere bakmalı, ince tasvirlerin renkleri arasında saklı o muhteşem tasavvurları görmeli.

1. Misâl mi istiyorsunuz, öyleyse şu duygu ifadesindeki letâfete bakınız:
Ay nenen ölsün sarı gelin aman!
Ne yalan söyleyeyim, mahfuzâtımda bu kadar sevimli bir sitem ifadesi (ay nenen ölsün!) bulunmuyor. Doğrusu, böylesine sevimli bir sitemin başka bir dilde ifade edilebileceğini tahayyül etmekte de güçlük çekiyorum. (Bu türkünün tartışmalı hikâyesini, tam da bu bağlamda, önemsemediğim için hâdisenin ayrıntılarına girmeyeceğim. Dileyenler, Attar’ın Mantık’ut-Tayrında farklı bir yorumunu bulabilirler.)
Ay nenen ölsün!
Güya zahiren bu bir kahır ifadesi. Lâkin o kadar insanî, o kadar içten, o kadar hoş ve sevimli ki gönlünde Türkçesinin letâfetini hissedebilen hiç kimse, sanırım bu ifadeden olumsuz ve aksi bir mânâ çıkarmaya cüret edemeyecektir.

2. Bir misâl de Trakya’dan:
Arda boylarına ben kendim gittim 
Dalgalar urdukça can teslim ettim 
Ah anneciğim, ah anneciğim yaktın ya beni 
Bu genç yaşta denizlere attın ya beni
Söyler misiniz acaba, bir genç kızın dilinden canına kıymanın (intiharın) hicran ve hüznünü Türkçe’den başka hangi dil böylesine asîl bir surete büründürebilir?

Alıverin feracemi anneciğim diksin / O gıymatlı İsmail’e kendisi gitsin! diyen kızcağın sitem ve şikâyetindeki burukluğun anneciğim ifadesine kazandırdığı edebli şiddeti, hiç kuşkusuz türküyü dinleyen herkes hücrelerine kadar hissedecektir. İşte dilin gücü!
Arda boylarına ben kendim gittim 
Dalgalar urdukça can teslim ettim!
Aşk uğruna cana kıyışın hüzün ve acısına Türkçe’nin kazandırdığı böyle bir dolayım ve nezaket karşında saygıyla eğilmekten gayrı yapacak bir şeyimiz yok!

3. Yetersizliğimden olsa gerek, âşık bir delikanlının çaresizliğini, boyun eğişini, teslimiyetini, acziyetini ve acziyetinden duyduğu utanç ve idraki, şu Bayburt türküsünden daha derinliğine hissettiren başka bir kıta aklıma gelmiyor:






Baba ben derviş miyem?
Hırkamı giymiş miyem?
Ben sevdim eller aldı,
Baba ben ölmüş miyem?









Bilhassa, Baba ben ölmüş miyem mısraı, bu türküyü her dinleyişimde içimi yakar.

VE her nedense Amiş Efendi’nin, nefsime rehber ittihaz ettiğim, bir şeyin olup olmaması nezdinde müsavî (eşit) değilse, nâkıssın (henüz kemale ermemişsin) evlâdım, şeklindeki o muhteşem dervişâne öğüdünü hatırlarım.

İktidar ve mülkiyet duygusunu kaybetmenin nefse ne denli acı verdiğini iliklerinize kadar hissetmek istiyorsanız, sizlere bu türküyü dikkat ve ibretle dinlemenizi tavsiye ederim. (Ahmet Kaya ne de güzel söyler, belki yanlış söyler ama güzel söyler. Dervişin hırkası mı olur, kürkü mü?)

4. Şimdi biraz da günümüze yaklaşalım ve merhum Cem Karaca’nın Türkçesine kulak verelim:
Kız gelinim, suna boylum, doyamadan biz bize 
Besmeleyle yüzün açıp oturmadan diz dize 
Almış kaçırmışlar seni, çökertmişler ıssıza
Bu dizeler, bilebildiğim kadarıyla bir zifaf gecesi ile bir tecavüz şenaatinin Türkçe’de mümkün olabilecek en kısa, en edebî ve dahî en edebli tasviridir.

Şu edeb ve letâfete bakar mısınız lütfen?
Besmeleyle yüzün açıp oturmadan dizdize...
Evet, hepsi bu kadar!

Yârinin aşk ve hasretiyle yaralı bir gönlün söz etmekten kendini alamadığı en mahrem ân'ın, yani bir zifaf gecesinin tasviri.

Burası, benim nazarımda, edeb ile edebiyatı birleştiren nokta!

Asaletin, edeb ve terbiyenin, hatta dilin hakkı verildiği takdirde mahremiyetin ihtişamlı tecessümü!

Şimdi de karşıtı:
Almış kaçırmışlar seni, çökertmişler ıssıza...
Bu bir tecavüz sahnesi. Issızlığın sessizliği ve şiddeti.

Bir de çökertmek sözcüğünün betimleme gücü. Mecazın îcaz ve i’cazı. Bataklıkta kirlenmeden de dolaşılabileceğinin iki kelimeyle isbatı. Hayal ve tahayyüle açılan geçit.

İnsanımızın ruh dünyası, olumlu olumsuz tüm yönleriyle, ancak türkülerimizde bulunabilir.


* * *

Sözün gücü söylediklerinde değil, asıl ima ettiklerinde aranılıp bulunacak bir şeydir. Teşhir ettiklerinde değil, gizlediklerinde yani, açık seçik söyleyemediklerinde.

Anlam arama etkinliği her zaman aranılan anlamı bulmakla sonuçlanmaz, çokluk, muhatab karşısındaki metnin susuşuna bakarak asıl kendisinden anlam vermesinin beklenildiğini düşünür. Bu baskı karşısında kayıtsız kalamayıp hamle yapan herkes -istisnasız- yanılır.

Metnin sustuğunu gördüğünde, anlam aramayı bırakıp sen kendin metne anlam vermeye çalışma da ey talib, bulamasan bile o anlamı bir ömür boyu aramaya çalış!

İnan, arama'yı bulmak'tan değerli kılan yer tam da burasıdır.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder