Sayfalar

MELAMET DAŞI


1999 
  
Sevgili dostum,




Ben hasbî tefekküre inananlardan değilim. Kendimi bildim bileli de hiç tarafsız olmadım. Tarafsızlığın başka birşey, dürüstlüğün daha başka birşey olduğuna inandığımdan, hem taraf oldum, hem de dürüst olmaya çalıştım. Bu nedenle, tarafsız fikirleri seslendirdiklerini iddia eden zevâtı da hep tebessümle izledim ve tabiatıyla ne kendilerini, ne de fikirlerini ciddiye aldım.




Hasbî tefekkür adı altında kamuoyunun huzuruna çıkarılan görüşlerin, parlatılan, cazip hâle getirilen ve yaygınlaştırılan söylemlerin de kezâ ne tür bir siyaseti tahkim ve tezyife yaradığını, yarayabileceğini hep merak ettim durdum.

Parlaklığın gözlerimi kamaştırmasına müsaade etmedim. Bunun için elimden geleni yapmaya, ister istemez başka taraflara bakmaya, bu arada durmadan etrafta dolaşıp, aaa cambaza bakın, diyen şarlatanların ellerinden kurtulmaya gayret ettim.

Gayretlerimde ne derece muvaffak olabildiğime gelince, bu bir bahs-i diğer. Lâkin gayret sahibi olmak, muvaffakiyet sahibi olmaktan evlâdır deyû muvaffakiyet sahibi değil, her dâim gayret sahibi olmaya ehemmiyet verdim.

Ucuz adamlardan, ucuz fikirlerden, ucuz işlerden hep nefret ettim.

Her ne kadar hasbî tefekküre inanmadığımı söylediysem de ben her zaman hasbî adamlara, ivazsız-garazsız konuşan, inandıklarının bedelini ödeyen, ödemeyi göze alan sâfî sadakat kesilmiş erlere kıymet verdim, dâvâlarına râm oldum, iddialarını hep yürekten destekledim. Yanlış dediklerinde sözlerine yanlış demedim, yalnız kaldıklarında onları yalnız komadım, acınacak hâle geldiklerinde bir tekme de ben vurmadım. Deliyse bizim delimiz dedim, sahiplendim, atmadım, itmedim, satmadım, en nihayet deli oldum, divâne oldum. Belki dağları delmedim, çölleri aşmadım, lâkin Şirin'e Ferhat, Leyla'ya Mecnûn gibi göründüm.

Âriflerin sohbetine eremedim, velilerin huzuruna varamadım, ağyârdan vazgeçtim, yine de yârin zülfünü göremedim, hayfâ ki kitapların arasında dindirmek istedim acımı. Aşk imiş her ne var âlemde/İlim bir kıyl u kâl imiş ancak sözünü telaffuz ettim ve fakat bir türlü sırrına mazhar olamadım.

Meğer sadra şifâ olmazmış şu satr-ı mürtesem dedikleri.

Ben de uzleti seçtim, inzivaya çekildim, daha ziyade tahammül gösteremeyip nâdan huzurundan itizal eyledim. Savm-ı samt adayıp cühelâ önünde sustum, fakat dutabilseydim su içerdüm kılardum def‘ini diyemedim, iftarımı erenlerin sohbetiyle açtım.

Dostlar, sen ki gelesin meclise yer mi bulunmaz / bâş üzre yerin var dediler diye terki terkettim. Dağlara çıkmış iken indim, eteklerinde hizmeti seçtim, ez dil u can emek verdim, ömür verdim, can verdim, vâ esefâ yine canâna eremedim.

Gayret ettim ise de Fuzûlî gibi, ne bilür ohumayan mushaf-ı hüsnün şerhin / yere gökden ne içün indügini Kur’anun demeyi beceremedim.

Açtım Niyazî'nin divanını, mushaf-ı hüsnüne çün tefe’ül eyledim ben, yine de aradığıma nâil olamadım.

Hâsılı hiç sesli düşünmedim, düşünceme ses, sesime can veremedim.

Çok istedim, lâkin bu can bu tende kaldıkça ölmeden önce ölemedim.

Bâki selâmlar.

NOT: Bu satırların yazılı olduğu kağıdın arka yüzüne şöyle bir beyit düşülmüştü:
Kesdi men şîfteden ehl-i selâmet yolunu 
Bes ki etrâfuma cem oldu melâmet daşı
Başlık işbu beyitten alınmadır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder