6 Eylül 2009
Geçmiş bilinci, yenilgilerle oluşur.
Önce yenilgi, sonra zafer!
Yenilgi tatmamış hangi nefis zafer duygusuna
ihtiyaç duyar?
Her zaferin, her zafer isteğinin ardında
unutulması güç yenilgiler vardır, telâfisi güç yenilgiler, başarısızlıklar, yetersizlikler, eksiklikler.
Geçmiş bilinci, öncelikle yenilginin,
yenilgilerin bilincidir, sonra o yenilgiler nedeniyle kendisine ihtiyaç duyulan
zaferlerin.
Zayıflıktan veya zayıf olmaktan değil sadece, zayıf görünmekten bile korkar böyleleri.
Zafer kazanma isteği bu yüzden pathetiquetir. Hastalığı hastalıkla tedavidir. Zıddıyla.
Varlık sıkıntısı!
Güçsüzlük korkusu!
Yıkılmadım ayaktayım, zavallılığı
Kimse bugünü için geçmişe ihtiyaç duymaz. Geçmiş ihtiyacı, bizatihi gelecek içindir, tıpkı tarih gibi.
Tarihe de bugün için değil, gelecek için
ihtiyaç duyarız. Gelecek için, yani umut edebilmek için.
Geçmişin mevcudiyeti, geçmişe ilişkin bilinçli
bir tavrın mevcudiyeti demektir. Geçmişini bütünüyle kavramaya ihtiyaç duyan
her bilinç, hakikatte, geleceğini yeniden modellemeye ihtiyaç duyuyor demektir.
Tarihsizlik, anda yaşamaktır. Gelecek ve geçmişten
mahrum bir hâlde yaşamaktır.
Kim ne derse desin, tarihsizlik, mutlu bir
hâlde yaşamaktır.
Evet, geçmişten ve gelecekten mahrumiyet,
aslında mutluluk sebebidir.
Hâlinden memnunsan, ne geleceği bilmeye
ihtiyaç duyarsın, ne de geçmişi!
Tarihsiz olanın derdi de olmaz çünkü. Olsaydı,
tarihi de olurdu. Tarihi, yani geçmişi, ve dolayısıyla geleceği,
hatıraları, iyi ya da kötü hatıraları, kısacası kayıtları.
O kayıtların insanoğlunun ayağını dünyaya
perçinleyen vidalara dönüşmesi işten bile değildir.
Kişi, şu veya bu şekilde eksikliğinin farkına
vardığı an, hemen kollektif bir geçmişe mensub olduğunu/olması gerektiğini
hatırlar ve bütünlüğünü, o kollektif geçmişin üzerinden ele geçirmeye çalışır.
BEN işe yaramazsa oralarda bir yerlerde
bekleyen bir BİZ vardır her zaman. Yoksa bile kolayca icad edilir ve bir
çırpıda Ben’in geçmişinden Biz’in geçmişine geçilir.
Tarih zincirinin hem zaaf, hem kudret
anlamına geldiği noktadır burası!
Birbirine sımsıkı bağlı muhkem halkalar, ah o ne büyük kudret!
Bir yaşam boyu, o muhkem halkalardan birine
bağlanmış olmak, ah ne büyük zaaf!
Halkalar, yani insanın geçmişinden ve
geleceğinden kurtulmasına izin vermeyen kayıtlar.
İzafet ve kayıt düşkünlüğünün ardında zeval
korkusu vardır, zeval bulma korkusu!
Kemâl yetkinlik ve tamlık demektir. Karşıtıysa zevâl.
Zevâl da eksiklik ve noksanlık demektir. (Daha
teknik bir karşılık vermek istesem, karşılık olarak düşkünlük sözcüğünü
seçerdim.)
Kemâl sahibi, sözde yetkinliğe, tamlığa
ulaşmış, yani bütünlük dairesinin tepesine çıkmış olan demektir. Zevâl sahibi
ise, bu bütünlük dairesinin dibine düşmüş olan.
İkisi aslâ birbirinden bağımsız düşünülemez.
Çünkü zevâlsiz kemâl, kemâlsiz zevâl olmaz.
Kişi zevâldeyken kemâli arzular ve tabiatıyla kayd u izafet aracılığıyla
tamamlanacağını zanneder; aid olmakla, mensub olmakla, yani bir bütüne/bütünlüğe aid ve bir bütüne/bütünlüğe mensub
olmakla.
Geçmiş bilinci, yenilgilerle oluşur, demiştik.
Ben’in bilinci de, Biz’in bilinci de.
Üç semavi din de insanın yeryüzündeki
mâcerasını bir yenilgi anlatısıyla başlatır, Adem-Havva anlatısıyla.
Bu yenilgiyi bir başka yenilgi izler: Kabil
hikâyesi.
Sonra zaferler gelir, birbiri ardısıra galibiyetler
ve mağlubiyetler.
İnsanoğlu bu süreçte, bütünlük dairesinin
bazen tepesine çıkar (kemâl), bazen dibine düşer (zevâl).
Nitekim zavallı
kelimesinin kökeninde zevâlin
bulunması ve düşkün anlamını
taşıması, hiç de sebepsiz yere değildir. İnsan zavallı (düşkün) bir varlıktır. Çünkü öncelikle bu dünyaya düşmüştür ve düşüşü bu dünyada da hâlen devam
etmektedir.
Komik olanı şu:
Bazı insanlar sadece bazı
insanların zavallı (zeval'lı) olduklarını düşünüyorlar. Oysa bütün insanlar zavallıdırlar.
Senin anlayacağın ey talib, düşkün olmayanı olmaz insanın!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder