Sayfalar

NEREDESİN EY İNSAN?


18 Aralık 2004

Bir şeyi bilmek o şeyin sebebini bilmektir, der Aristoteles.

Sebepleri ise dörde ayırır:




1. Maddî sebep
2. Surî (formel) sebep 
3. Fail sebep 
4. Gaî (gayeye ilişkin) sebep






O hâlde sormak gerekiyor:
Bir şeyi bilmek, o şeyin hangi sebebini bilmektir?
Dört sebebin bir kısmına eksik sebep (illet-i nâkısa), tümüne ise tam sebep (illet-i tâmme) denildiği hatırlanacak olursa, bu soruya verilecek cevabın daha şimdiden açıklık kazanmış olduğunu söyleyebiliriz:
Bir şeyi bilmek, o şeyin tam sebebini (yani dört sebebini birden) bilmek demektir.
Bu durumda bir şeyin veya bir olgunun sebeplerinin sadece bir kısmını bilenlerin bilgisi de —tanım gereği— eksik olacaktır.

‘Neden?’ (Hangi şeyden?) sorusunu maddî sebebi, ‘Nasıl?’ sorusunu surî (formel) sebebi, ‘Kim?’ sorusunu fail sebebi (özneyi), ‘Niçin?’ sorusunu ise gâi sebebi (amacı) bilmek maksadıyla sorarız.

Anlam meselesi fail sebeple birlikte ortaya çıkar, zira fail yoksa, gaye de yoktur. Dolayısıyla gaye yoksa, anlam da yoktur. Gaye (amaç), her hâlukârda bir failin gayesi olmak zorundadır. Eyleyen olmaksızın gaye, gaye olmaksızın eylem meydana gelemez. Eyleyen eylemeyi ister, dahası eylemeyi bir şey için, yani bir gaye için ister.

Arapça’da yapmak anlamında kullanılan sözcüklerden biri fiil, diğeri de ameldir.

Bu iki sözcüğün arasında gaye ile irtibatlı önemli bir fark vardır: Bir bilincin, bir iradenin eşlik ettiği eylemler fiil, aksi takdirde ise amel adını alır. Şayet amel’e bir bilinç eşlik ediyorsa, bu muhakkak bir sıfatla birlikte (msl. amel-i salih) anılmalıdır.

HAK hakkında âmil değil, fâil sözcüğünün kullanılması da bu sebepledir. Bu bakımdan Tanrı’nın fiillerinden söz edebiliyoruz ve fakat amellerinden söz edemiyoruz.

Eylem’i fiil hâline getiren failinin irade (istem) sahibi olması, yani eylediğini isteyerek, istediğini de bilerek eylemesidir. Hukuk, İktisad ve Siyaset’le ilişkili meselelerin aynı zamanda Ahlâk biliminin de konusu olmasının sebebi, bu alanların insanın iradesiyle yapıp ettiklerinden oluşmasıdır.

İnsan eyliyor, zira eylemeden önce eylemeyi istiyor. İstem (irade) olmaksızın eylem de olamayacağına göre, istem her eylemi önceliyor demektir. Fail ve gâi sebepler de buradan türüyor; zira insan (istem sahibi) eylediğinde fiil meydana geliyor. İnsanın her eyleminin bir gaye ve amacının olması, yani eylemeden önce eylemeyi isteyebilmesi, herşeyden evvel eylemlerinde niyetin (amacın) varlığını gerektiriyor.

Demek ki hukuk, ahlâk, iktisad ve siyaset bilimleri istem’le, amaç’la, niyet’le ilgileniyor ve böylelikle istemin ve dahî niyetin mümkün kıldığı eylemler, insana özgü bilimlerin konusu oluveriyor.

Yakın zamanlara kadar insana özgü olan, insan türünün mümkün kıldığı alanları kendisine konu edinen bilimlere insanî bilimler (human sciences) denmesinin sebebi de başka değil, bu.

İstem, amaç ve niyet nazar-ı itibara alınırsa bu sefer karşımıza tinbilimleri adlandırması çıkıyor, yani doğa-bilimlerinin aksine geistın, ruhun, aklın aracılığıyla bilginin konusu hâline gelen alanın bilimleri.

Yeryüzünde insan dışında ahlâk sahibi canlı yok; zira yeryüzünde insan dışında akıl sahibi canlı yok. Nitekim adalet yetisinin oluşmasını mümkün kılan da insanın akıl sahibi, ahlâk sahibi bir canlı türü olması. Evet ahlâk, hukuk, iktisad ve siyaset bilimlerini akıl sahibi bu canlı türüne özgü eylemlerin bilimleri hâline getiren, sadece insanı diğer canlılardan ayıran tarafı, yani aklı ve vicdanı, insanın ancak akıl ve vicdanın mümkün kıldığı eylemlerin faili olması.

Şayet insan düşünen canlı (hayvan-ı nâtık/animal rationale) olmasaydı, adalet’ten de, âdil olmaktan da söz edemeyecektik. Adalet’ten ve âdil olmaktan söz edemediğimiz takdirde, evrenin, hayatın ve insanın varoluşunun anlamından da söz edemeyecektik.

Adalet ve dahî merhamet sadece insanın insanla ilişkisinde mi geçerli?

Elbette hayır!

İnsanın doğayla ve diğer canlılarla ilişkisini belirleyen kavramların başında da adalet gelir. Lâkin düşünce ve sanatı dünyalarından kovmak suretiyle varolmayı seçen günümüz bilimadamları, hemcinslerine karşı adalet ve şefkatle davranmaktan vazgeçtikleri gibi, doğaya karşı da âdil davranmaktan vazgeçtiler.

Leo Tolstoy, 21 Mart 1885'te günlüğüne şöyle yazmış:






Politika, sanatı dışlar, zira bir hedefe varmak için tek taraflı olmak zorundadır.






Değil mi ki adalet herşeyden evvel insanı, hayatı ve doğayı tek taraflı görmemek demek, o hâlde Tolstoy’un bu yargısını sadece sanat için değil, düşünce için de geçerli sayabiliriz, zira politika, tıpkı sanat gibi bütünü görmeyi amaçlayan düşünme’yi de dışlıyor.

Dünyayı robotlar ele geçirirse, hâlimiz nice olur, diye endişelenen bilimkurgucular zahmet edip dünyaya ve hayata bir kez daha dikkatlice baksınlar, o takdirde, duygu ve düşünceden mahrum robotların ve makinelerin egemen olduğu bir  dünyanın ne hâle gelebileceğini görmekte sanırım hiç zorlanmayacaklardır.

En nihayet insanı özler hâle geldik, zira adalet, merhamet ve şefkati özler hâle geldik.

Neredesin ey insan?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder