14 Mart 2004
Düşünme
sükûnete ve sessizliğe ihtiyaç duyar; zira bilmeli ki ancak sessiz kaldıkça,
kalabildikçe kişi özünün kendisinden talep ettiklerini gerçekleştirebilir.
Düşünmenin
sessizliğe olan ihtiyacını yanlış anlayan acemi düşünürlerin şikayetlerini
ciddiye almamalı o halde. Onlar sessizlik
ile sessiz bir ortamda bulunmayı anlıyorlar; gürültünün olmadığı bir yerde,
sessizlik içinde, sükûnet halinde ancak düşünmenin yola çıkabileceğini ve dahi
dikkatlerini dağıtan yabancı konuklarla karşılaştıkları takdirde onların
kendilerini düşünmekten alıkoyacaklarını sanıyorlar. Öyle ki sırf bu yanılgı
yüzünden sessiz bir ortamda olmakla sessiz
kalmak arasındaki farkı görmeyi beceremiyorlar. Düşünme gürültünün
içinde de sessiz kalabilir; ihtiyacı olan sessizliği vâveylalar arasında da
temin edebilir; yeter ki dile gelmeyi istemesin; yeter ki dilin ülkesini
ziyaret etmemek konusunda kararlı davranabilsin; yeter ki sese dönüşmekten
kaçınıp sessiz kalabilmeyi, sessizlik içinde, sükûnet halinde ancak yoluna devam
etmeyi tercih etsin.
İfade istifade içindir. Burası doğru!
İfade'deki faide'yi görmeli, istifade edilmedikçe ifade edilemeyeceği ve ancak
ifade aracılığıyla faide elde edilebileceği unutulmamalı. Pekâlâ! Lâkin sormak
gerekmez mi: Kim için?
Düşünme kendini ifade ettiğinde bu ifadeden kim istifade
eder, kim faide temin eder?
Elbette başkaları.
Çünkü ‘faide’ de, ‘istifade’ de başkaları içindir; zira herşeyden evvel ‘ifade’
başkaları içindir. Başkası yoksa, düşünme kendisini ifade etmeye ihtiyaç
duymaz; sessiz kalmakla yetinir, sesini çıkarmak istemez.
Düşünme
dilin o bitmek bilmez davetlerini başkaları
için kabul eder; başkalarına ulaşmak için dilin kapısını çalar; başkalarına
ancak dilin açtığı kapıdan geçerek ve onun kurallarına tâbi olmak koşuluyla
ulaşabilir. Düşünmeyi sözün giysileri içinde ve sözün aracılığıyla tanımak
arzusunda olanların düşünmenin özünü dilin içinde yakalayabileceklerini
sanmaları bir yanılgı hiç kuşkusuz. Düşünme özünü sözcüklerde ele vermez; dilin
ülkesinde bütünüyle açılıp saçılmayı beceremez; bilakis bir kez dilin ülkesine
ayak basmaya görsün, sözcüklerin arkasında saklanmaktan başka seçeneği kalmaz.
Görünürken görünmez hale gelmeyi başarır. Kalabalıkların arasına karıştığında düşünce düşlenebilir sadece. Evet,
kalabalıkların içine düşünce,
‘düşünce’ düşlenebilir. Sözcüklerin arasında düşünmenin izlerini (düşünceyi)
görmeyi becerenler, onu giysilerini giymezden önceki haliyle
düşleyebilenlerdir.
Düşünce düşlenir.
Bu
ifadeyi iki şekilde anlama imkânımız var: Birincisi isim haliyle, ikincisi fiil haliyle.
1) Düşünmenin izleri (düşünce), üzerini
dilin ülkesinde sözcüklerle örtünce, onunla çaresiz düş aracılığıyla, düşlenmek
suretiyle irtibata geçilebilir. Çünkü düşünce dile gelmekle düşünmenin konusu olmaktan çıkar,
düşlemenin konusu haline gelir. Kimse düşünceyi çıplak haliyle temaşa etmez; o
yabancıların arasında çıplak dolaşmaz; sözcüklerle örtünür; bunu kendisinden
istifade edilmesi için yapar; başkalarının faide sağlamaları için yapar.
Düşünce dildeki hâliyle işte bu nedenle düşünülemez; sadece düşlenebilir. Özünü
görmek isteyenler düşünceyi düşünmenin kendi öz yurdunda görmeye
çalışmalıdırlar; değilse düşlemekle yetinmelidirler.
2) Düşünce, düşülünce, yani kişi düşünmenin
yurdundan ayrılıp sözcüklerin içine düşünce, faide ve istifade için ifadenin
aracılığına başvurmak zaruretini hissedince, bir bakıma yola düşünce, yola
çıkınca, kendi öz makamından daha aşağılara düşünce düşlenir. Düşmeyince
düşlenilmez, aksine düşülürse düşlenir, düşülünce düşlenir, düşünce düşlenir.
Düşünme kendini ifade etmekten kaçınabilirse, sözcüklere bürünmek yerine
gözlerden ırak kendi yurdunda ve kendi haliyle yaşamayı seçerse niçin
düşlenilsin ki?! Aşık maşukunu onun elini tutmuşken düşlemez. Düşünce kendi
yurdunda düşün değil; düşünmenin konusu olmakla yetinmez mi? Pekâlâ yetinir ve
bu nedenle düşünce ancak
düşünce düşlenir; düşmezse düşlenilmeyip düşünülür.
Bakınız
şâir, düşünceyi kendi yurdunda ziyaret etmeyi beceremeyip onu salt dil
aracılığıyla kavrayan acemi düşünürlere başkalarını kınamamaları için nasıl
öğüt veriyor:
Ehl-i irfanım diye kimseye ta‘n etme sen
Defter-i irfana sığmaz söz gelir divaneden
Yani
birkaç kitap okuyup düşünceyi o düşmüş haliyle, salt sözcükler aracılığıyla
satırlarda tanımış olduğundan ötürü boş yere gururlanıp da başkalarını kınamaya
kalkışma; birgün delinin biri çıkar ve sana öyle bir söz söyler ki o sözü
okuduğun kitapların, bildiğin sözcüklerin, taradığın satırların hiçbirinde
bulamazsın. Düşünmenin giymek için kendisine seçebileceği giysilerin miktarını
hayal bile edemezsin. Düşünmenin izlerine (düşünceye) ancak sokaklarda
rastladığını unutma! Düşünce tenezzül edip düşmüş ve sen de onu hiç değilse
sokağa düşmüş haliyle görmüş iken nasıl olup da başkalarını kınarsın? Halbuki
onunla kendi yurdunda tanışsaydın, tanışabilseydin şaşkınlıktan dilini yutup
susardın ve asla konuşamazdın.
Düşünmenin
sokağa düştüğünden kuşkulanamayacağımıza göre, niçin delinin birinin bütün
keyfimizi kaçırmasından rahatsız olalım ki?
Delilerden
rahatsız olmayalım; onların delirmiş olmalarını bir lütuf, bir rahmet olarak
kabul edip sessizce divaneden bir an evvel defter-i irfana sığmaz sözlerin
gelmesi için dua edelim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder