Sayfalar

ÇELİŞKİ KÖTÜ, KARŞITLIK İYİ


14 Ekim 2007

Bir bütün(lük) kavramına sahip olmadığım sürece düşünemem.

Çünkü ne zaman düşünmeye başlasam ya bir bütünü —son kertesine değin— parçalarına ayırıyorum, ya da elimdeki muhtelif parçaları yanyana getirmek suretiyle bir bütün oluşturmayı deniyorum.

Düşünme’nin sırf düşünme olmak itibariyle iki yönünün olduğu kesin: biri bütünden parçaya, diğeriyse parçadan bütüne. Nitekim Mantık İlmi’nde ilkine tümdengelim, ikincisine tümevarım deniyor.

Tekrarlarsam: kendisinden gelinecek veya kendisine varılacak bir tüm ve/veya bütün kavramına sahip olmadığım takdirde gerçek anlamıyla düşünme fiilinden söz edemem.
Niçin gerçek anlamıyla?

Şunun için: Düşünmenin hareketi, nedensellik zemini üzerinde (başka bir deyişle: sebep-sonuç ilişkileri dolayımında) gerçekleşir.

Her sonuç bir bütün, her sebep bir parçadır. Bundan ötürüdür ki bütünden parçaya gitmek (tümdengelim), bir sonucun sebeplerini arayıp bulmaktan başka bir anlam ifade etmez.

Sendika artık Türkçe bir kelime.

Senfoni de öyle sayılır.

Sendrom da.

Sendikanın Türkçesi yok, senfoninin de. Nasıl olsun ki bizde bu kurumların kavramları olsa bile kendileri yok. Bu yüzden kendileri de, adları da tümüyle ithal.

Bir zamanlar sendroma —kelimenin kökanlamından hareketle— koşudaş yakıştırıldıysa da bu karşılık hiç tutmadı, alâmet-i farikanın ömrü de uzun olmadı, belirti ise yeterli bulunmadı. Fakat yine de sendrom yerine semptomun kullanılmasında sakınca görmeyenler var. (Yazar-çizer takımı hâlâ sendrom ile semptom arasında ayrım yapmaz, nasıl yapılacağını da bilmez. Tabiblerimiz de ilkini psikolojik, ikincisini fizyolojik belirtilere tahsis etmiş görünüyorlar.)

Bu kelimelerin hepsinde de ortak olan taraf: syn- ve sym- önekleri. (ikincisi b, p, m harflerinden önce gelir.)

Bu öneklerin kökü Latince’ye, oradan da Yunanca’ya uzanıyor: συν- (sun-) ve συμ- (sum-)
sundikos: syndicus (σύνδικος) 
sumphônia: symphonia (συμφωνία) 
sundromê: syndrome (συνδρομή) 
sumptôm: symptoma (σύμπτωμα)
Anlamı da: (bir şeyle) beraber, birlikte.

Bu listeye Türkçe’de yaygın olarak kullanılan sempati, sempozyum, sembol, simetri gibi kelimeler de eklenebilir ve fakat sinonim, sinopsis gibi —diğerlerine nazaran daha dar alanlarda kullanılan— kelimeler eklenirse bu liste daha da uzar.

Çocuklar muhataplarınca parçalarına ayırılabilecek bütünler kuramazlar, zihinlerinde belli belirsiz, müphem bütünlükler oluştururlar, çözülemez/çözümlenemez bütünlükler, illiyet bağlarından mahrum bütünler, bütünlükler.

İdeolojik bütünlükler de böyledir; çözümlenemezler, sökülüp yeniden kurulamazlar. Meselâ II. Abdulhamid’i ne Ulu Hakan, ne de Kızıl Sultan tasavvurundan hareketle anlayabilir veya yorumlayabilirim. Bu tasavvurlar, parçalarına ayrılamayacak denli müphem, gelişigüzel bir bütünlük oluşturduklarından çözümlenemezler. Çünkü karşıtlarını yadsırlar, dolayısıyla düşünmeye elvermezler.

Felsefede müphem bütünlükler oluşturmanın adına telifçilik deniyor; Batı dillerinde senkretizm. Yaygın anlamı, kabaca oradan buradan devşirme parçaları bir araya getirme, yani bir tür eklektisizm. Oysa senkretizm’in psikolojide, bilhassa çocuk psikolojisindeki anlamı daha derin. (Meselâ bkz. Jean Piaget)

Senkretizm’in Latincesi syn-cretismus, Yunancası ise sugkrêtismos. Birleşme, birleştirme, bağdaştırma. Çelişkiden rahatsız olmayan bir zihin yapısının marifeti. Toplumsal yaşam ise böylesi bir bağdaştırmanın sonucu.

Çelişkiden uzak bir yaşam değil bu, bilâkis çelişkilerden oluşmuş, çelişkiye batmış bir yaşam, alışılan, alışıldıkça kabule mazhar olan bir yaşam.

Bütün sır, kelimenin önündeki ekte. Bütün sır bir ön-ekte.

Toplum, sözgelimi, tek başına ulu hakanı veya kızıl sultanı benimsemekte güçlük çekiyorsa, yani ya ulu hakan ya kızıl sultan demenin hakkını veremez hale gelmişse, bu takdirde ne ulu hakan ne kızıl sultan demek cesaretini de gösteremez, aksine hem ulu hakan hem kızıl sultan deyip ikisini biraraya getirir ve aralarında ne tezad, ne de tenakuz bulur. Zehirli sarmaşık gibi kurdu da kuzuyu da aynı iştahla kolları arasına alır. Doğal olan da budur zaten.

Düşüncelerimiz ancak bu denli doğal işte.

Ah şu doğaya özgü çıkarcılık!

Hep varlığı seçer, yetkesini her daim varlıktan yana kullanır.

Sonuçta kazanan hep varlık olur. Çünkü varlık varoldukça yokluk yok olur.

İnsan bu hakikati çok iyi bilir (sezer), ve seçimini ister istemez hep varlıktan yana yapar.
İsa'yı çarmıhta inletir.

Terkeder.

Nisyana.

Çelişki kötüdür bu yüzden, karşıtlıksa iyi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder