Sayfalar

KUR'AN ÇEVİRİLERİNİN SİYASİ TARİHİNE DAİR


TEMMUZ 1998


I. Giriş

1994 yılında yayımlanan 19. ve 20. Yüzyıllarda İki Fıkra Derleyicisi: Mehmed Tevfik ve Süleyman Tevfik (M. Sabri Koz, “Müteferrika”, sy. 4, sh. 45-58, Kış-1994) adlı kıymetli makale, ilginç bir tesadüfün eseri olarak, kitapları ve hayatı hakkında mâlumât toplamaya çalıştığım bir Kur’an müterciminin, Seyyid Süleyman Tevfik el-Hüseynî (Öz) Zorluoğlu'nun (1865-1939) çok farklı bir yönüyle daha tanışmamı sağlamış idi.
Bu makalede, Süleyman Tevfik'in “ilgi alanı çok geniş bir yazar olduğu, uyarlama, çeviri ve aktarma niteliğinde de olsa din, edebiyat, tarih, yemek, dil gibi birçok alanda eser verdiği” husûsuna dikkat çekiliyor ve kendisi bir ‘halk yazarı’, bir ‘fıkra derleyicisi’ olarak tanıtılıyordu. Daha da önemlisi, makalede, Süleyman Tevfîk'in hayatının II. Meşrûtiyet'e (1908) kadar olan kısmı —M. Seyfettin Özege'nin (1901-1981) Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu (1971-1979) adlı eserinin ikinci bölümünün yayımlanmamış müsveddelerine istinaden— aydınlatılmakla kalmıyor, ayrıca yazarın eserlerine ilişkin 146 kitaplık uzun bir liste neşredilmek sûretiyle Süleyman Tevfik hakkında önemli bir bibliyografya da sunuluyordu.
Ne var ki Süleyman Tevfik'in hayatıyla ilgili olarak Sicill-i Ahvâl Defterleri'nden aktarılan bilgilerin, 1908 tarihinden öteye geçmeyip, 1908 sonrası hakkında, sadece, “son zamanlarda [!] birçok gazete ve mecmuanın mesûl müdürlüğünde bulunup[2] 1939'da vefat ettiğinin” bildirilmesi ve neşredilen 146 kitaplık listede, farklı isimlerle yayımlanmış olan Kur’an tercümesinin nüshalarının önemli bir kısmının zikredilmemesi, bütün husûsiyetine rağmen bu kıymetli makalenin noksanları olarak karşımıza çıkmaktadır.[3] Oysa Süleyman Tevfik'in “Kur’an mütercimliği” yönü, en az diğer yönleri kadar önemlidir ve hem kendi hayatının bazı kısımlarının, hem de yaşadığı dönemde vukû bulan birtakım hâdiselerin aydınlatılmasında, onun bu sahadaki neşriyâtının büyük bir işlev göreceği muhakkaktır. Nitekim gerek kendisinin farklı isimlerle yayımlamış olduğu Kur’an çevirisinin çeşitli nüshalarının mukaddimelerinde yaptığı açıklamalar, gerekse bu çeviriyle ilgili olarak matbuâtta çıkan makalelerde yer alan bilgiler bu kabildendir.
Bu mülahazalara binaen, Süleyman Tevfîk bibliyografyasına bu açıdan bir katkıda bulunmanın ve bu zâtın farklı isimlerle yayımlanmış olan Kur’an tercümesinin nüshalarını tanıtmanın faydalı olacağı kanaatine vardık. Nitekim bu vesileyle, hem Türkçe Kur’an çevirileri literatürünün Türk siyasî hayatındaki gelişmelerle ne kadar yakın bir ilişki içerisinde olduğu gösterilebilecek, hem de siyasî süreç nazar-ı itibara alınmaksızın, değil sadece matbû Türkçe Kur’an çevirileri tarihi'nin, bu çevirilerin muhtevalarının bile sağlıklı bir biçimde değerlendirilemeyeceği açıklığa kavuşmuş olacaktı. Çünkü Batılılaşma/Modernleşme süreci içerisinde siyasî yapımız ne zaman değişikliğe uğradıysa, bu değişikliklerle eşzamanlı olarak muhakkak birkaç Kur’an çevirisi de ortaya çıkmıştır.
Bu ilginç tesadüflerin (!) miktarı, fevkalâde dikkat çekicidir: Meselâ, 1839'da Tanzimât ilan edilmiş, iki yıl sonra (1841'de) ilk matbû Türkçe Kur’an çevirisi (Terceme-i Tefsîr-i Tibyan) ortaya çıkmış ve II. Meşrûtiyet'e kadar bu çeviriyi yenileri izlemiştir. II. Meşrûtiyet'in ilanının (10 Temmuz 1324/23 Temmuz 1908) daha ilk aylarında, matbuâtta Türkçe tercüme ve tefsîrin lüzûmu hakkında şiddetli bir münakaşa zuhûr etmiş ve bu münakaşalar sürerken yeni bir Türkçe Kur’an çevirisinin yayımına başlanmış (Tafsîl'ul-Beyan, Eylül 1908), pek tabii ki ardından diğerleri de sökün edivermiştir. Kezâ Cumhuriyet'in ilanının ilk aylarında yayımlanan eserler arasında, yine iki Kur’an çevirisi vardır (Nûr'ul-Beyan ve Kur’an-ı Kerim Tercemesi, Nisan 1924) ve birkaç ay sonra bunlara bir yenisi daha (Türkçe Kur’an-ı Kerim, Eylül 1924) eklenmiştir. 21 Şubat 1925'de Kur’an çevirisiyle ilgili Meclis'e önerge verilmesi ve sonra Meclis'in aldığı karara binaen Kur’an'ı Türkçe'ye çevirme vazifesinin Mehmed Âkif'e tevdî edilmesi, ancak bu mümkün olamayınca, Tefsir'le birlikte çeviri işinin de Elmalılı Hamdi Yazır tarafından üstlenilmesi hâdisesi (Hak Dini Kur’an Dili, 1935-1938), yine din'le siyaset arasındaki sıkı ilişki nazar-ı itibara alınmaksızın açıklanamaz.[4]
Harf İnkilabı'nı takiben geçen dört yıllık suskunluk döneminden sonra, 1932 Ramazanında (22 Ocak 1932'den itibaren) camilerde Kur’an'ın Türkçe çevirilerinin okunmaya başlaması, tekbir, ezan, kâmet, salâ ve hutbelerin Türkçeleştirilmesi teşebbüsleriyle birlikte, Latin harfleriyle basılmış Türkçe Kur’an çevirilerinin (Türkçe Kur’an-ı Kerim Tercümesi, 1932; Kur’an, 1932; Tanrı Buyruğu, 1934) ve namaz sûrelerini muhtevi risalelerin —ki miktarı çok fazladır— zuhûru, hiç kuşku yok ki siyasî iktidarla Türkçe Kur’an çevirilerinin yayımı arasındaki münasebetin, te’vîle ihtiyaç bırakmayacak kadar açıklık kazandığı bir dönemin neticesidir. 1946'den ve bilhassa 1950'den sonra yeni çevirilerin yayınlanmasının ve Kur’an'ın Türkçe'ye çevrilmesiyle ilgili şiddetli münakaşaların başlamasının en önemli nedeni ise, bu yıllarda çok partili hayata geçilmesi ve bir süre sonra Demokrat Parti'nin iktidara gelmesidir. Bu bağlamda, 60 ihtilâlini yapanların ilk icraatlarından birisinin, Kur’an'ı Türkçe'ye çevirtmek olduğu ve yeni yönetim tarafından görevlendirilen bir ekibin 1 Kasım 1960'da resmen faaliyete geçirildiği de hatırlanmalıdır. Nitekim bu ekibin çalışmaları 8-9 ay içerisinde tamamlanmış ve tamamlanan bu çeviri (Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, Eylül 1961) Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayımlanmıştır.
Hâsılı, bu makalede bahis mevzûu edeceğimiz çeviri'nin yayım macerası da —tıpkı benzerleri gibi— bu tesbitleri doğrulayacak niteliktedir. Bu bakımdan, gerek eserin sahibinden, gerekse nâşirlerinden iktibas edeceğimiz açıklamalar, bilhassa bu nokta gözönünde tutularak okunmalı, Kur’an çevirilerinin önemli bir kısmının varlık sebebinin, Tanzimât'tan bu yana vukû bulan siyasî tahavvülât olduğu unutulmamalıdır.

II. Süleyman Tevfik'in Kur’an Çevirisi Üzerine Birkaç Not

M. Sabri Koz'un neşrettiği listenin tedkîkinden de anlaşılacağı üzere, Süleyman Tevfik, halka (halkın zaaflarına) hitab eden, daha çok umum halkın okuyabileceği metinler kaleme alan ve yine bu tür çeviriler yapan bir muharrir ve mütercimdir. Çevirilerinin çoğunu Fransızca ile Arapça'dan yapmış, hem Victor Hugo (93 İhtilali), Alexandre Dumas (Kraliçenin Gerdanlığı, Josef Balsamo, Güzel Kraliçenin İdamı), Emile Zola (Sayfiyede Bir Muâşaka), Le Sage (Topal Şeytan) gibi ünlü Fransız ediblerinin, hem de İmam Gazâlî (İhyâu Ulûm'id-Din, Ya Eyyühe'l-Veled) ve Fahreddin Râzî (Tefsîr-i Kebîr) gibi büyük İslâm âlimlerinin eserlerini Türkçe'ye çevirmiştir. Süleyman Tevfik'in tercüme listesi oldukça zengindir: Jacques Lefort, Pierre Louys, Maurice Leblane, Gaston Leroux, Paul de Kock, Pierre Garnier, Paul Mantegarza, Conan Doyle, Panson de Terrail, Muhammed Safa (Hilâfet-i İslâmiyye ve Âl-i Osman, Gayet'ul-Erib fî Taallümi Lisân'il-Arab)...
Sayın Sabri Koz tarafından işaret edilmemiş olmakla birlikte, bu zât, Fransızca'dan ve Arapça'dan yaptığı çevirilerin yanısıra falcılık, muskacılık gibi işlerle de uğraşmış ve bu sahada Kenz'ul-Havass, Kenz'ul-Esrâr, Tefe’ülnâme-i Hüseynî, Yıldıznâme-i Hüseynî gibi eserler de kaleme almıştır. Baskı adedlerine itibarla bu işlerden iyi bir gelir ettiği anlaşılan Süleyman Tevfîk,[5] ömrü boyunca çevirdiği ya da yazdığı bütün eserlerin muhtevasının, muhakkak surette kendisine para kazandıracak bir nitelik taşımasına dikkat etmiş, bu hususta hiçbir fırsatı kaçırmadığı gibi, hiçbir ilkeye de tâbi olmamıştır.
Süleyman Tevfik'in bu tür eserlerinin haricinde, ‘ilmî değeri’ itibariyle değilse bile, ‘siyasî ve tarihî’ bakımdan önemli addedilebilecek bir Kur’an çevirisi bulunmaktadır. 1908'de ancak bir formasını (16 sh.) neşredebildiği Tafsîl'ul-Beyan fî Tefsîr'il-Kur’an: Türkçe Mufassal Tefsîr-i Şerîf (Dersaadet, 1326) adlı eseri, —bu eser, Fahreddin Râzî'den yapılan bir çeviri olmakla birlikte— Cumhuriyet'in ilânından sonra (1924'de) yine kendi adıyla yayımlanan ilk Türkçe Kur’an çevirisine (Kur’an-ı Kerim Tercemesi, Dersaadet, 1340-1342) esas teşkil etmiş ve geçen birkaç yıl içerisinde, hatta Harf İnkilabı'ndan sonra da bu çeviri farklı yayınevleri tarafından farklı isimlerle ve farklı formatlarda neşredilmiştir.
Süleyman Tevfîk'in, çevirisinin ismini her defasında değiştirmek ihtiyacı hissetmesi ve kendi adını da bazen ‘Seyyid Süleyman el-Hüseynî’, bazen ‘Süleyman Tevfik’ şeklinde, bazen de ‘S.T.’ rumuzuyla yazması,[6] kezâ çevirisinin bazı nüshalarının tab‘ının ikmâl edilememesi ya da forma forma neşredildiğinden dolayı forma sayılarının mütehâlif olması gibi sebeplerden ötürü, Kur’an çevirisinin nüshalarını derli toplu ve yanlışsız olarak tesbit edip göstermek pek mümkün olamamıştır. Eldeki nüshaların, çoğunlukla bizzât görülmeksizin tanıtılmış olması ise, bu karmaşayı daha da artırmıştır. Sözgelimi, bazı bibliyografik çalışmalarda, “Tercemeli Kur’an-ı Kerim” (İstanbul, 1927) adlı eser Tercüme-i Kur’an-ı Kerim adıyla; “Tafsîl'ul-Beyan fî Tefsîr'il-Kur’an” (İstanbul, 1908) adlı eser ise Tefsîr'ül-Beyan fî Tefsîr'il-Kur’an adıyla gösterilmiş, ayrıca 1315-1316 yıllarında yazıldığı ve 1323'de tedkîk edilip 1326'da basıldığı halde, bu ikinci eserin 1323'de (1915'de) yazıldığı ve fakat basılmadığı, üstelik “Halis Efendi, Zihni Efendi, Fayiz Efendi ve Aydoslu Tevfik Efendi'nin müşterek eseri olduğu” söylenmiştir. Nitekim sayın Koz'un listesinde —muhtemelen S. Özege'nin Kataloğu'na ittibaen— yanlış olarak basım tarihi 1326=1910 olarak gösterilip sayfa adedi zikredilmeyen bu çevirinin, başka bir bibliyografyada basım tarihi doğru olarak (1908) gösterilmesine rağmen, bu sefer sayfa adedi (8) yanlış gösterilmiş, üstelik listenin bir yerinde eserin Süleyman Tevfik'e ait olduğu söylenirken, başka bir yerinde bir heyet tarafından yazıldığı belirtilmiştir.
Ne gariptir ki bu eseri, Cemil Said'in çevirisiyle karıştırıp, ona aitmiş gibi tanıtanlar bile çıkmıştır.[7] Kezâ 144 sayfa (9 forma) olarak basılabilen Kur’an-ı Kerim Tercemesi (İstanbul, 1924) adlı nüsha ise, ele geçirilebildiği kadarıyla, yani 112 sayfa (7 forma) olarak gösterilmiş, toplam 176 sayfa (11 forma) olarak basılan Kur’an-ı Kerim'in Terceme ve Tefsîri adlı eserle kapak yazıları dışında aynı olduğu farkedilmemiştir. Daha da garibi, bu kitapların basım tarihleri, ‘1340/1342’ şeklinde Rûmî ve Hicrî olarak zikredilmesine rağmen, her ikisi de Rûmî kabul edilip kayıtlara ‘1924-1926’ şeklinde geçmiştir.
Süleyman Tevfik'in çevirisinin, Tercemeli Kur’an-ı Kerim (İstanbul, 1927) adlı nüshasının girişine, —yayıncı tarafından— Ahmed Cevdet Paşa'nın kendi çevirisine yazdığı bir takrir yazısı yerleştirildiği için, bazıları ya eseri Ahmed Cevdet Paşa'ya nisbet etmiş veya takririni ‘takdimi’ şeklinde tanıtmış, ya da eserin bir heyet tarafından yazıldığı söylenmiştir. Daha da ilginç olanı, kapakta Fatih dersiâm ve vâizlerinden Osman Raşid Efendi'nin taht-ı riyasetinde bir heyete tahrir, Süleyman Tevfik'e ise tashih ettirildiği yazıldığından, her nedense kimse esasen bu işlemin tersinin doğru olduğunu farkedememiştir.[8]
Süleyman Tevfik çevirisinin nüshalarıyla ilgili karışıklık en çok ‘S. T.’ rumuzuyla neşredilen nüshalarda karşımıza çıkmaktadır. Çünkü ‘S. T.’ rumuzlu nüshalar, çoğu bibliyografyada ya bir heyet tarafından yapılmış gösterilmekte, ya da isim zikredilmeksizin kaydedilmektedir. Kezâ mütercimin adı farklı yazıldığı için, meselâ ‘yazar adına göre’ düzenlenmiş bir bibliyografyada (World Bibliography), bu çevirilerin bir kısmı ‘Süleyman Tevfik el-Hüseynî’ adı altında, bir kısmı ‘Özzorluoğlu Süleyman Tevfik’ adı altında, bir kısmı da ‘Anonim’ başlığı altında yer almakta; mevcut karmaşayı tashih, eserlerin kendilerini ise tahkik etmek zahmetine katlanmaksızın böyle bir bibliyografya'dan istifade eden araştırmacılar da aynı hatayı sürdürmektedirler.[9]

III. Süleyman Tevfik'in Kur’an Çevirisinin Yayım Macerası ve Bu Maceranın Siyasî Tahavvülâtla Alâkası

Süleyman Tevfik 1315 (1897) yılında, ‘herkesin anlayabileceği bir lisan ile hurafâttan âri’ bir tefsîr yazmaya karar vermiş ve Fahreddin Râzî'nin Tefsîr-i Kebîr'ini esas ittihaz ederek işe başlamıştır. Nitekim a) Meşrûtiyet'ten önce, yani kitabın tahririne başladığı tarih olan 12 Şubat 1899'da, b-c) Meşrûtiyet'in hemen akabinde (6 ve 13 Eylül 1908'de) ve d) Cumhuriyet'in ilan edilmesinden sonra (1927'de), eserini nasıl kaleme aldığını, kendisi bize şöyle anlatır:

a) İmam Fahreddin Râzî aleyhi rahmetullahi'l-Bârî'nin sekiz büyük ciltten ibaret olan Tefsîr-i Kebîr'ini, esas olmak üzre zihnen intihab edip Allah'a tevekkül, ruhaniyet-i Rasûlillah'a teveccüh ile işe başladım. Kitab-ı mezkûr'un mebâhis-i mündericesinden lâzım olanları mümkün mertebe harfiyyen tercemeye ve ahîren tab‘ u neşr olunan Esrâr-ı Kur’aniyye nâm kitaptan bazı aksâmını sırası geldikçe iktibasa karar vererek işe o suretle besmele çektim. (Gurre-i Şevvâl 1316, İstanbul) 
b) ... Kezâ dertest-i tab‘ olup birkaç güne kadar bi-mennihi teâlâ cüz cüz neşrine başlayacağım Mufassal Türkçe Tefsir-i Şerif'i tercüme etmiş ve yazmış bulunduğumdan dolayı... (Fatih Dersiâmlarından Faziletlû Mustafa Sabri Efendi'ye, “Millet”, nr. 33, 6 Eylül 1908) 
c) Dâinizin terceme eylediğim tefsîri anlatayım: Fahreddin Râzî aleyhi rahmetullahi'l-Bârî'nin Tefsîr-i Kebîr'inin tercemesidir. İnşaallah birkaç güne kadar birinci cüz’ü manzûr-ı âlileri olur. (Fatih Dersiâmlarından Mustafa Sabri Efendi Hazretlerine, “Millet”, nr. 40, sh. 2, 13 Eylül 1908) 
d) Milyonlarca Türkün, kendi dinî kitaplarını mânâsını anlamayarak okumaları büyük bir noksan idi. 315 senesinde bu noksanı ikmâl etmeyi düşünmüş ve herkesin anlayacağı bir lisanla hurafâttan âri bir tefsîr vücûda getirmeye azmetmiştim. İmam Fahr'ur-Râzî'nin mufassal tefsîrini esas ittihaz ederek; Beyzâvî, Zemahşerî, Ruh'ul-Beyan, Ebû's-Suud ve Âlûsî gibi muteber tefsîrlerden istiâne eyleyerek bir eser yazmaya başladım. (Türkçe Mushaf-ı Şerif, 1927)

Eser yaklaşık on yıl kadar bir sürede ikmâl edilmiş ve tab‘ına ruhsat almak için gerekli yerlere müracaat edilmişti. Fakat alınan cevap olumsuzdu.
Süleyman Tevfik bu konuda başına gelenleri, her nedense farklı şekilde anlatır. Nitekim eserini baskıya verdiği tarih olan 30 Temmuz 1908'deki ifadesi başka, yaklaşık yirmi yıl sonra (1927) neşrettiği çevirinin önsözündeki ifadesi daha başkadır:

a) ... eser-i cehalet midir, yoksa efrâd-ı ümmet u millete mânâ-yı şerîf-i Kur’an'ı anlatmakta bir mahzur görüldüğünden midir nedir bilmem, üç senedir tab‘ u neşrine ruhsat alamamış idim. Merciine verdiğim birinci cildin onbeş-yirmi sahifesini bile okumadan, ‘Olmaz! Bu kitap tab‘ u neşr edilemez!” dediler.[10] Âlem-i İslâm'a ve Padişah-ı Zaman'a —bu kerre îlan-ı hürriyet ile hakikaten eb-i eşfak ve erham-ı millet olduğunu ve büyüklüğünü isbat etmiştir— şu hizmeti ifaya muvaffakiyetten kat‘-ı ümid eylemiş idim. (Gurre-i Receb 1326/30 Temmuz 1908) 
b) O zaman neşredilecek âsâr, Maarif'teki Encümen-i Tedkîk ve Muayene'de okunmak ve dinî olursa Meşihât'ça da görülmek usûlden idi. Eserimi tedkîk için Maarif'e verdim. Kitabın ehemmiyeti nazar-ı dikkate alınarak Ders Vekili Halis, Meclis-i Maarif âzasından Hacı Zihnî ve Fâiz, Tedkîk-i Müellefât-ı Şer‘iyye âzasından Hüsnü Efendi merhûmlardan mürekkeb teşkil olunan komisyon, eseri tedkîk ve takdir etmiş ve Şeyhulislâm Cemaleddin Efendi merhum[11] tarafından da neşrine müsaade olunmak için arz edilmişti. On gün kadar sonra idi ki Şeyhulislâm beni davet ederek bu eserimden dolayı takdir ve tebrik etmiş ve ancak neşri için acele etmemek münasip olacağını söylemişti. (Türkçe Mushaf-ı Şerif, 1927)

Sebep neydi ve Süleyman Tevfik eserini niçin neşredememişti?
Kendisinin Meşrûtiyet ve Cumhuriyet devirlerinde bu suâllere verdiği cevaplar yine başka başkadır:
a) İşte erbâb-ı kalemi dağdâr-ı teessüf eden, matbaa ve kitaphanelerimizi toz ve toprak içinde bırakan bu gibi ahvâl, birçok muharrirlerin âlem-i matbuâttan çekilmesine sebep olmuş idi. Bu hale Padişah razı mı idi? Hayır! Çünkü evlâdını seven bir peder, onun cahil kalmasını arzu etmez. Tebe‘âsının teâlî ve terakkîsini isteyen bir Padişah —Padişahımız âsâr-ı hümâyunlarıyla bu hâhiş ve arzuda olduğunu bize göstermiştir— onların zulmet-i cehl ve nâdânîde yollarını şaşırmış bîçâregân gibi serseriyâne dolaşmasını istemez. (Gurre-i Receb 1326/30 Temmuz 1908) 
b) Kitabımın Bâb-ı Fetvâ'daki Tedkîk-i Müellefât'a uğrayıp uğramadığı suâl buyuruluyor. Elyevm Meclis-i Mesâlih Talebe Reisi Hoca Hâlis, mülgâ Meclis-i Maarif âzasından Berzencizâde Fâiz ve Kütüb-i Diniyye Tedkîk Hey’eti âza-yı sâbıkasından Tevfik Efendiler hazerâtından, bu kitap hakkındaki mütalaalarını, lüzûm görür ve arzu ederseniz sorabilirsiniz. (Fatih Dersiâmlarından Mustafa Sabri Efendi Hazretlerine, “Millet”, nr. 40, sh. 2, 13 Eylül 1908) 
c) Saltanat devr-i nâ-meşrûunda bu ihtiyaç bertaraf edilemezdi ve edilemedi. Çünkü serkâr-ı ümmete geçen ve kendilerine min-tarafillah adem-i mesûliyet ve fevkalâde kuvvet u kudsiyet isnad edenler, Kur’an'ın kitle-i halk tarafından hakikî surette anlaşılmasından korkarlardı. Fakat devr-i mes‘ûd-i Cumhuriyet'te —ki İslâm'da esas olan idare, makam-ı riyasetinin icmâ-ı ümmetle intihab olunan zâta tevdii ve binaenaleyh Cumhuriyet Hükümet-i Meşrûası olduğundan— devr-i sâkıtın havf u endişesine mahal olmadığı gibi... (Terceme-i Şerife. 1926) 
d) Saltanat devrinin istibdadı, bilhassa Kur’an'ın Türkçe'ye tercemesinden ürküyordu. Çünkü “hilafet-i mukaddese meselesinin aslı anlaşılır ve padişahların kendilerine verdikleri fuzûlî kudsiyetin esassız olduğu tezâhür eder” diye korkuluyordu. Bu sebepten dolayı, Meşrûtiyet'in ilanına kadar Tefsîr'in neşrine muvaffak olamadım. (Türkçe Mushaf-ı Şerif, 1927)
İşin hakikati bir yana, en nihayet Meşrûtiyet ilan edilmiş ve Süleyman Tevfik eserini basmak imkânı bulabilmişti. Nitekim eserini baskıya verdiği tarihte duygularını şöyle ifade eder:
Geçen Yunan Muharebesinde matbuâta Tesalya'dan çektiğim telgraflarım, yazdığım mektuplarımla, muharebeden sonra neşreylediğim Devlet-i Aliyye Muharebesi [İstanbul, 1315], Teselya'da Cevelân [İstanbul, 1315] nâm eserlerimle efrâd-ı milletin mazhar-ı tahsin u takdiri olduğu halde, oniki senedir bi'l-mecbûriyye âlem-i matbuâttan çektiğim kalemi, işte bugün yine o âleme sevkettim. Ümid ederim ki unutulmuş olan bu nâciz kalem, yine nâil-i rağbet olur da bundan sonra cidden hizmet eder. (Gurre-i Receb 1326)
Mütercimimiz bütün gayretine rağmen, bu eserin bir formasından daha fazlasını basmaya muvaffak olamamıştır.
Nedeni ise, bu sefer bir karşı ihtilâldir.
Meşrutiyet ilanını müteâkib neşre başladım. Fakat 31 Mart Vak‘âsı'nda, sûret-i mahsûsada îmal ettirdiğim harekeli hurufât tahrib edildiğinden devam-ı neşr kabil olmadı. Bu suretle seneler geçti. (Türkçe Mushaf-ı Şerif, 1927)
Cumhuriyet'in ilanını müteâkib Kur’an-ı Kerim'i Türkçe'ye çevirme teşebbüsleri hızlanmış ve 1924 yılı Ramazanı'yla birlikte bu çeviriler birer birer ortaya çıkmaya başlamıştı. Neşredilen çevirilerin başında Süleyman Tevfik'in eserinin gelmesi kadar tabii birşey olamazdı, zira kendisi çeyrek yüzyıldır bugünü bekliyordu.
Eserin nâşiri Nâci Kâsım, bu dönüm noktasını şu şekilde dile getirmektedir:
Bu kere memleketimizde hâsıl olan büyük inkilab —o inkilab ki vicdanlardaki tazyiki, dimağlardaki hurafâtı idameye çalışmayacağını ilan etti— sebebiyle ve Allah'ın inayetiyle o büyük vazifeye başlıyoruz. (...) Eserin tab‘ına geçen sene başlandığı halde, zamanın kâbus-ı hurafâtından ürken matbaacının tab‘a devamdan imtinaı, bugüne kadar te’hir-i neşre sebebiyet vermiş ve bugün o muvaffakiyyet hâsıl olmuştur. (Kur’an-ı Kerim'in Terceme ve Tefsîri, 1924)
Mütercim, bidayette yalnız ‘terceme’ ve eleştirilerden kısa bir süre sonra da hem ‘terceme’, hem ‘tefsir’ olduğunu ilan ettiği kitabının girişine, her nedense eseri ve kendisi hakkında bir ‘önsöz’ yazmaktan imtina etmiş, bu nedenle de eseri ve mütercimini tanıtmak vazifesi nâşirin üzerine kalmıştır:
a) Kur’an-ı Kerim'in selîs Türkçe'yle aynen tercemesine senelerden beri uğraşan ve şimdiye kadar birçok âsâr-ı diniyyesiyle kendini tanıtan Seyyid Süleyman el-Hüseynî Efendi hazretlerinin eseri bu kere mevki-i intişara vaz‘edildi. (Kur’an-ı Kerim Tercemesi, 1924) 
b) Tab‘ettiğimiz Tefsîr-i Şerîf'e gelince; zamanının a‘lem-i ulemâsı ve Tefsîr ve Hadîs'te üstâd-ı küll Haleb Müftüsü merhum Zibrîzâde (?) Şeyh Bekri Efendi'nin tefsîr'den mücâz tilmizi olup, İmam Fahrüddin Râzî'nin Tefsîr-i Kebir'inin Tafsîl'ul-Beyan fî Tefsir'il-Kur’an ünvanıyla, Hüccetu'l-İslâm İmam Gazâlî'nin İhyâu'l-Ulûm nâm eserinin mütercimi olup âsâr-ı adîdesiyle memleketimizde mâruf Seyyid Süleyman el-Hüseynî Efendi'nin senelerce himmetle vücûda getirdiği eserdir. (Kur’an-ı Kerim'in Terceme ve Tefsîri, 1924)
Ramazan'ın üçüncü günü (7 Nisan 1924 Pazartesi) ise, gazetelerde tanıtım formunda Kur’an-ı Kerim Tercemesi'nin bir reklamı yayımlandı ve eski Kur’an çevirilerinin noksanları sıralandıktan sonra, Süleyman Tevfik'in eserinin ilk cüzünün neşredildiği ve Maarif Kütübhanesi'nde satılmakta olduğu duyuruldu:
Türkçe'den başka lisan bilmeyenler için, Kur’an-ı Kerim'in meânî-i kerîmesini anlamak, onun hidayet edici ahkâmını bilmek mümkün değildi. Çünkü Kur’an-ı Kerim bütün lisanlara terceme edildiği halde Türkçe tercemesi yoktu. Vâkıa Tefsir'ul-Beyan [Tibyan?], Mevakib, Cemâlî gibi birkaç tefsir-i şerif var idiyse de bunlar elli-yüz sene evvel yazılmış muğlak ibareli çetin mânâlı eski eserlerdi. Kur’an-ı Kerim'in selis Türkçe ile aynen tercemesine senelerden beri uğraşan ve şimdiye kadar birçok âsârıyla kendini tanıtan Seyyid Süleyman el-Hüseynî Efendi hazretlerinin eseri, bu kere mevki-i intişara vaz‘edildi. Bu eserde âyât-ı şerifenin tercemesinden başka, âyât-ı kerimenin sebeb-i vürûdu da herkesin anlayacağı bir şekilde gösterildiğinden bütün âlem-i İslâm'ca kıymetdâr bir eserdir. Eser seksen formaya yakın olacağından, herkesin edinmesi ve istifade etmesi için haftada iki cüzü intişar edecektir. Beher cüzü 5 kuruştur... . Birinci cüzü neşredilmiştir... (Kur’an-ı Kerim Tercemesi, “İleri”, “İkdam”, 7 Nisan 1340/3 Ramazan 1342 Pazartesi; “İleri”, 9 Nisan 1340/5 Ramazan 1342 Çarşamba)
Kur’an çevirilerinin ilanlarını okuyanlar, merak ve heyacanla bu çevirileri bekliyorlardı. Nitekim çıkan çeviriler, matbuâtta mâkes bulmakta gecikmediler.
Geçen hafta zarfında iki Kütübhane [Kitabhane-i İslâm ile Maarif Kütübhanesi] tarafından birer gün fâsıla ile Kur’an-ı Kerim'in Terceme ve Tefsîri diye birer forma meydan-ı intişara çıkarıldı. Bu iki kütübhane'nin rekabetkârâne hatt-ı hareketi, Kur’an-ı Kerim tercemesini maalesef alelâde bir ticaret işine çevirdi.[12] (...) Şimdi elimizde muhtelif zevât tarafından neşredilen ve Kur’an Tercemesi olduğu iddia olunan iki forma var. (Kur’an-ı Kerim Tercemesi, “Sebilürreşad”, XXIII/596, sh. 377, Nisan 1340)
Sözü geçen çevirilerin biri, Şeyh Muhsin-i Fânî'nin (Hüseyin Kâzım Kadri) taht-ı riyasetinde yazılan Nûr'ul-Beyan, diğeri ise Süleyman Tevfik'in önce Kur’an-ı Kerim Tercemesi, daha sonra Kur’an-ı Kerim'in Tercemesi ve Tefsîri adıyla neşretmeye başladığı çeviri idi. Nitekim gelen eleştiriler üzerine bu çevirinin adının Zübdetu'l-Beyan olarak değiştirildiği söyleniyorsa da biz bu isimle neşredilmiş bir nüshaya rastlayabilmiş değiliz.
a) Son günlerde irfan hayatımızın boşluklarını doldurmak ihtiyacıyla birçok eserlerin mevki-i intişara çıktığını görüyoruz. Bunların bir kısmı, âti için bir ümit olduğu halde, bazıları maalesef yeis-âverdir. Heveskârâne-i ilm u irfanı me’yûs eden neşriyâtın Kur’an tercemeleri olduğunu söylemeye lüzûm yok. Bu tercemeler öteden beri yevmî gazetelerde yaldızlı ilanlarla reklam edilmesine rağmen herkeste derin bir inkisâr-ı hayal tevlîd etti. Ziraat'te, Hendese'de, Hukuk'ta veya Ulûm-i Gaybiyye'de ihtisası olanların, selâhiyatdâr olmadıkları bu mühim mevzûa temas etmeleri hakikaten gariptir ve bu hal, muhit-i ilmimiz için çok acıklı bir vaziyettir. (Şeref Kâzım, Yeni Neşriyât: Kur’an Tercemeleri, “Mihrab”, yıl. 1, sy. 11, sh. 352, 15 Nisan 1340) 
b) İsmi evvelâ Kur’an-ı Kerim Tercemesi iken, vukû bulan intikadât üzerine Zübdetu'l-Beyan[13] nâmını alan Seyyid Süleyman el-Hüseynî Efendi'nin tercemesine, yahut terceme ve tefsîrine gelince, bunun da ne yaman bir terceme ve tefsîr olduğunu anlamak için birkaç sahifesine göz gezdirmek kifayet eder. (...) Kur’an-ı Kerim'in terceme ve tefsîrine kalkışmak, Keyfiyet-i Celb u Teshire Dâir Kenz'ul-Havass yazmaya benzemez. Seyyid Süleyman el-Hüseyni Efendi'yi insafa davet ediyoruz. Her mü’min Kur’an'ın izzet ve şerefini muhafaza ile mükelleftir. Süleyman Efendi de terceme ve tefsîr için lâzım gelen ehliyet'ten, kudret-i ilmiye ve edebiye'den mahrumiyetini idrak etmeyecek kadar cahil değildir. Dine hizmet ise, emin olmalıdır ki bu hizmet değildir. Nitekim herkes, kendisine bu yolsuz teşebbüsten vazgeçmesini tavsiye etmektedir. (...) Seyyid Süleyman el-Hüseynî Efendi'nin terceme ve tefsîrini intikad etmeyeceğiz. Yalnız mûmâ-ileyh'in keyfiyet-i teshire dâir Kenz'ul-Havass'ının bir-iki fıkrasını nakl ile iktifa edeceğiz. Bu parçalar, mûmâ-ileyh mütercim ve müfessir hakkında bir fikir vermeye kâfidir. (Kur’an-ı Kerim Tercemeleri Hakkında, “Sebilürreşad”, XXIV/599, sh. 8-11, Mayıs 1340)
Görüldüğü gibi Eşref Edib, Süleyman Tevfik'in en meşhur eserine (Kenz'ul-Havass: Keyfiyyet-i Celb u Teshîr, İstanbul, 1332) atıf yapmakta, o dönemde yayımlanmış Tefe’ülnâme-i Hüseynî (2. bas. İstanbul, 1339) ile Yıldıznâme-i Hüseynî (İstanbul, 1339) adlı risalelerini ise zikretmeye gerek bile görmemektedir. Nitekim bu çevirinin basımı tamamlanamadıysa da Süleyman Tevfik bu arada boş durmamış ve hemen Kenz'ul-Esrâr (İstanbul, 1344) adlı başka bir risale daha kaleme almıştı. Bir yazarın farklı alanlarda eserler yazması tabii olmakla birlikte, aynı yazarın bir yandan Kur’an çevirisinin girişinde, ‘hurafâttan âri’ sözünü dilinden düşürmemesi, diğer yandan büyüye, büyücülüğe, muskacılığa, falcılığa dâir risaleler yazması, üstelik bu eserlerini Cumhuriyet'in ilanından sonra (!) yayımlaması fevkalâde câlib-i dikkattir.
Hâsılı, o dönemde basında çıkan eleştirilerin dozunun artması ve Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi'nin 27 Nisan 1340 tarihinde Nûr'ul-Beyan aleyhinde bir beyanâme neşretmesi neticesinde, kamuoyunda ciddi bir aksülâmel meydana gelmiş; hatta gazeteler, Diyanet İşleri Riyâseti'ni, tenkide lâyık başka çevirilerin olduğu hususunda uyarmaktan da geri kalmamıştı:
Mevzû-i bahis tercemeden başka diğer tercemeler daha vardır ki onları Diyanet İşleri Riyaseti'nin görmediği anlaşılıyor. Onların da tedkîki ile doğru terceme edilip edilmedikleri hakkında halkın tenvîri lâzım gelir. (Tevhîd-i Efkâr, 30 Nisan 1924; Diyanet İşleri Riyaseti'nin beyannâmesinin altına düşülen not.)[14]
Diyanet İşleri Reisliği'nin menfî tavrına rağmen yayımcı, çevirinin 7. cüzünün çıktığını, nüshası kalmayan ilk üç cüz’ünün ise yeniden tab‘edildiğini duyuruyordu:
Seyyid Süleyman el-Hüseynî Efendi tarafından senelerden beri tahrir edilen ve bir heyet-i ilmiyye tarafından tedkik ve mazhar-ı rağbet-i âmme olan Kur’an-ı Kerim Tercemesi'nin 7. cüzü çıktığı gibi nüshası kalmayan 1, 2 ve 3. cüzleri de yeniden tab‘edildi... (Kur’an-ı Kerim Tercemesi, “İkdam”, “Vatan”, 28 Nisan 1924)
Efkâr-ı umumiyede meydana gelen bu aksülamel neticesinde Nûr'ul-Beyan'ın neşri güçlükle tamamlanabildiyse de Süleyman Tevfik'in eserinin tab‘ı yarım kalmış, devamını getirmek yine mümkün olamamıştı.
... Diğer taraftan bir başka Kütübhâne de “fala bakan bir zâtın” [Süleyman Tevfik'in] tercümesini neşre teşebbüs etti. Sebilürreşad bu tercümelerin mahiyetleri hakkında birkaç makale yazarak müslümanları dalâlete düşmekten vikayeye çalıştı. Bu hususta Diyanet Riyaseti de himmet göstererek bu tercümelerin hata ve tahrifât ile dolu olduğunu bir Beyannâme ile ilan ve müslümanları ikâz etti. Bunun üzerine bu tercümelerin îkâ‘ etmesi melhuz olan muzırr tesirleri bertaraf olmuş, müslümanlar bu tercümelerin ne olduğunu anlayarak mütalaadan vazgeçmişler, mevcut formalarını ya yakmışlar, yahut sahiplerine iâde etmişlerdi. (Yeni Kur’an Tercümesi, “Sebilürreşad”, XXIV/617, sh. 289-290, 18 Eylül 1340)
Ne var ki eserin nâşiri Nâci Kasım, 1927 yılında yazdığı önsözde bu gelişmelerin nedenlerini çok farklı bir biçimde izah etmekte, basımın yarıda kalmasının ise —garip ve muğlak bir tarzda— “müellifin mâzereti” (!) sebebiyle olduğunu yazmaktadır:
18 seneden beri terceme için uğraştığımız Kur’an-ı Kerim'in tab‘ına ancak üç sene evvel [1924'de] Cumhuriyet'in nûrlu devrinde muvaffak olduk. O vakit neşrettiğimiz terceme, Süleyman Tevfik Bey'in İstibdad Devri'nde yazarak neşrine muvaffak olamadığı büyük tefsîrden telhis ve âyât-ı şerife'nin yalnız ilk kelimeleri yazılarak tab‘ edilmiş ve ikmâli, müellifin mâzeretine binâen vakt-i âhara ta‘lîk edilmişti. (Tercemeli Kur’an-ı Kerim, 1927)
Önce “Kur’an-ı Kerim Tercemesi”, sonra “Kur’an-ı Kerim'in Terceme ve Tefsîri” (Zübdetü'l-Beyan?) adıyla 1924'de yayımlanmaya başlayan bu çevirinin tab‘ı, 176 sayfada (11 formada) akîm kalmış ve devamı gelmemişse de, 1926 yılında, yani 4 Mart 1925'de “Takrîr-i Sükûn” kanununun Meclis'te kabul edilip 6 Mart 1925'de İstanbul'da altı gazetenin kapatılmasından sonra, ortalıkta muhalefet edecek kimse kalmadığından, artık arzu edildiği şekilde yayım faaliyetinde bulunulabilirdi. Nitekim böyle de olmuş, Süleyman Tevfik'in çevirisi hemen —biri küçük, diğeri büyük— iki boy halinde tam metin olarak yayımlanmış ve fakat bu sefer isimleri de değişmişti:
a) Terceme-i Şerife: Türkçe Kur’an-ı Kerim 
b) Türkçe Kur’an-ı Kerim
Eserin nâşiri, yayımladığı bu son nüshanın önsözünde, artık yeni bir devrin başlamış olduğunu şu sözlerle dile getirmektedir:
İstibdâd yıkıldıktan sonra henüz hurafâtın yıkılmadığını gören Maarif Kütübhanesi, aziz vatandaşlarına Hayat-ı Muhammed nâmındaki eser-i muazzamı tab‘etmiş[15] ve Kur’an-ı Kerim Tercemesi'nin tab‘ına başlamıştı. O vakit hakkın tezâhürünü istemeyen bir kitle, Hayat-ı Muhammed aleyhinde bayrak açarak Maarif Kütübhanesi'nin bu teşebbüsüne mâni olmak istemiş ve hareketinde de muvaffak olmuştu. Çok şükür Cumhuriyet ve hakikî hürriyet devri, Maarif Kütübhanesi'ne o kuvveti bahşettiğinden, Maarif Kütübhanesi de Kur’an-ı Kerim'in tercemesini siz muhterem kâriilerine takdime muvaffak olmakla kendini bahtiyar sayar. (Nâci, Türkçe Kur’an-ı Kerim, 1926)
Süleyman Tevfik'in çevirisinin 1926 yılında yayımlanan nüshaları hakkında, elimizde biri kendisine, diğeri de nâşirine ait iki açıklama daha bulunmaktadır:
a) İslâm'da hükümet-i meşrûa olduğu kabil-i inkâr olmayan Cumhuriyet'in kabulü üzerine mufassal eserimin neşrini düşündüm ise de imkân hâsıl olamadı. Yalnız âyât-ı kerimenin meâlini muhtevi olmak üzere bir terceme vücuda getirdim, geçen sene Terceme-i Şerife nâmı altında neşredildi. Aynı eserin bir de küçük kıt‘ası basıldı. (Türkçe Mushaf-ı Şerif, 1927) 
b) Bilâhare aynı eser biraz daha telhis edilerek büyük ve küçük kıt‘alarda yalnız Türkçe olarak tab‘edilmiş ve mazhar-ı rağbet olmuş da... (Nâci, Tercemeli Kur’an-ı Kerim, 1927)
Muhalefetin sesinin kesildiği o yıllarda yayımlanan Kur’an çevirilerine her ne kadar açıktan eleştiriler yazılamamış ise de bazı kimseler yine de kendi ellerindeki özel nüshalara özel notlar düşmeyi ihmal etmemişlerdi. Nitekim o devirde Diyanet İşleri Reisliği Müşavere Heyeti âzâlığı yapan ve daha önce (1924'de) Sebilürreşad ile Tevhid-i Efkâr'da gerek Şeyh Muhsin-i Fânî'nin Nûr'ul-Beyân'ına, gerekse Cemil Said'in Türkçe Kur’an-ı Kerim'ine birer eleştiri makalesi yazmış bulunan Ahmed Hamdi Akseki (vef. 1951), Terceme-i Şerîfe: Türkçe Kur’an-ı Kerîm adlı çeviriye açıktan bir eleştiri yazısı kaleme al(a)madıysa da kendi özel kütüphanesinde bulunan nüshanın üzerine bazı notlar düşmüş, meselâ eserin iç kapağındaki Terceme-i Şerîfe ibaresinin yanına şöyle yazmıştı:
Buna Terceme-i Şerife demek câiz değildir. Çünkü bunun, asl-ı Kur‘an'ın mânâsını ifade etmiş olması gayr-ı mümkindir. Binaenaleyh bu tercüme değil, bir nev‘î tefsirdir.
Aksekili, kezâ aynı sayfadaki Türkçe Kur’an-ı Kerim başlığının üzerine iki çizgi çektikten sonra oraya yine şöyle bir not yazmıştı:
Bu tabir de tamamen hezeyandır. Çünkü Kur’an, Rasûl-i Ekrem (sallallahu aleyhi ve sellem) Efendimize inzâl edilen nazımdır ki o da Arapça'dır. İnzâl edilen nazımdan başka bir lisan ile yazmak ve okumak icmâ ile haramdır. Bunlar Kur’an, hatta Kur’an'ın tercemesi değil, belki bir nev‘î tefsirdir. Maamafih bunda, tefsirin yanında inzâl edilen nazmın, yani Kur’an-ı Kerim'in aslı bulunmadığı cihetle böyle olan tefsire aslâ itimad yoktur. Zira her nev‘î tahrifâta müsaiddir. 6 Şevval 1344 [19 Nisan 1926 Pazartesi]
Aksekili'nin, Terceme-i Şerîfe: Türkçe Kur’an-ı Kerîm adlı çevirinin kendi elinde bulunan nüshasına —muhtemelen eseri okuduktan sonra— yazdığı bir diğer not ise şu şekildedir:
Bunu tab‘edenin her halde hüsn-i niyet sahibi olmadığı anlaşılıyor. Çünkü eğer tâbıın hüsn-i niyeti olsaydı, beşer kelâmı olan bir tefsire Türkçe Kur’an-ı Kerim demez ve bununla beraber nazm-ı münzel'in, [yani] Kur’an-ı Kerim'in aslını yazardı.[16]
Daha önce de işaret ettiğimiz gibi, artık bu tür eserlerin neşrine herhangibir mâni kalmadığından ve bu hususlarda eleştiri yazabilecek kimseler de ortadan çekilmiş olduğundan, Süleyman Tevfik'in Kur’an çevirisi farklı isimlerle yayımlanmaya devam etti ve 1927 yılında iki nüshası daha ortaya çıktı. Fakat ismi, bu nüshalardan birinde ‘S.T.’ rumuzuyla ve ‘sahib-i eser’ olarak, diğerinde ise ‘musahhih’ olarak görünüyordu. Suhûlet Kütübhanesi'nin sahibi Semih Lütfî, Terceme-i Şerife: Türkçe Kur’an-ı Kerim adıyla yayımladığı çeviriyi, bu sefer Kur’an-ı Kerim Tercemesi/Türkçe Mushaf-ı Şerif şeklinde neşrederken, Maarif Kütübhanesi'nin sahibi Nâci Kasım[zâde] daha farklı bir yol izlemiş ve Tercemeli Kur’an-ı Kerim adıyla neşrettiği yeni (!) çevirinin, Fatih Dersiâm ve Vâizlerinden Osman Râşid Efendi'nin taht-ı riyasetinde bir hey’ete tahrir, Süleyman Tevfik'e ise tashih ettirildiğini ilan etmiştir.
Süleyman Tevfik çevirisinin diğer nüshalarıyla karşılaştırılması halinde, bu işlemin tersinin doğru olduğunun anlaşılacağı izahtan vâreste olmakla birlikte, burada asıl dikkat edilmesi gereken nokta, yıllardır, mevcut tefsirlerin gereksiz mâlumat ve hurafât ile mâlâmâl olduğu, Kur’an'ın bu gibi lüzûmsuz ayrıntılardan arındırılmış, saf ve sade bir biçimde, hatta “yalnız Türkçe olarak” neşredilmesi lâzım geldiği gerekçesiyle inşâ edilen söylemin terkedilip, çevirileri Arapça aslıyla ve birtakım izahâtı hâvi notlarla, meselâ esbâb-ı nüzûle dâir açıklamalarla birlikte neşretmek zorunda kalınmasıdır. Nitekim Süleyman Tevfik'in kendisi bile, yayımladığı çevirinin eski tab‘larının “aceleye geldiğini” itiraf etmekte, nâşirlerinden Nâci Kâsım da “okuyucuların baskısı karşısında çeviriyi Arapça aslıyla neşrettiğini” söylemek zorunda kalmaktadır:
a) Mâlumdur ki bütün kütüb-i semâviye gibi Kur’an-ı Kerim'in de kendine mahsus bir tarz-ı beyanı vardır. Arapça bilmek, Kur’an'ı anlamak için kâfi değildir. Âyât-ı kerime'nin birçoğu mebni ale'l-hikâye ve esbâb-ı muhtelife üzerine nâzil olduğu gibi, bir kısmı da suâle ve sual-i mukadder'e cevaben vârid olmuştur. Bunları anlamak ve mezâyâ-yı şerifesine vâsıl olmak için esbâb-ı nüzûlü bilmek icab eder. Aceleye geldiğinden dolayı birinci ve ikinci tab‘lardaki bu noksanı bu üçüncü tab‘da ikmal eyledim. (Türkçe Mushaf-ı Şerif, 1927) 
b) Kâriilerden birçoğunun “metn-i aslının bulunmadığı sebebiyle” istifade edemediği iddiası nazar-ı itibara alınarak Arapça ile birlikte yeni bir eserin tab‘ı düşünülmüş ve fakat bu kerre daha büyük itina edilerek bu eserin bir heyete tahriri kararlaştırılmıştı. Tab‘edeceğimiz bu eserin mükemmeliyeti için maddî ve manevî her türlü fedakârlık nazar-ı itibara alınmış, gazetelerle, mütehassıs zevâta müracaat edilerek uzun müddet uğraştıktan sonra tab‘a mübâşeret edilmiştir. (Nâci, Tercemeli Kur’an-ı Kerim, 1927)
Maarif Kütübhanesi tarafından Fâtih dersiâm ve vâizlerinden Osman Râşid Efendi'nin taht-ı riyâsetlerinde bir heyet-i ilmiyye'ye ‘tahrir’ ettirilerek, Haleb Müftisi Merhum Zibrîzâde'nin (?) mücâz tilmizlerinden Süleyman Tevfik Bey'e ‘tashih’ ettirildiği söylenen Tercemeli Kur’an-ı Kerim adlı eserin baştarafına, Ahmed Cevdet Paşa'nın ‘terceme-i hâli’ ile kendi Kur’an tercemesine yazdığı bir takriri, sonuna da yine Ahmed Cevdet Paşa'ya ait Lugat-ı Kuraniyye Hakkında Bir Lâhika-i Şerife adlı bir sözlük konulmuş, böylelikle Süleyman Tevfik'in ismi iyice geriye itilmiştir. Nâşir, niçin böyle bir yola başvurmuş ve Ahmed Cevdet Paşa'nın kendi çevirisine yazdığı önsöz ile tamamlanamamış bir sözlük çalışmasının müsveddelerini bu çeviriye dercedivermiştir?
Bu işin yapılmasındaki niyet ve maksat ne olursa olsun, Ahmed Cevdet Paşa isminin, bu çeviriye hatırı sayılır bir itibar kazandıracağı, en nihayet bu itibarın da ticarî bir kıymete dönüşeceği muhakkaktır. Nitekim nâşirin beyanının aksine, bu ameliyenin masum bir hizmet-i dinderâneden ibaret olmadığı, bilakis ticarî maksatlarla bu yola başvurulduğu nazar-ı dikkatleri celbetmiş ve bu husus, muahhar tedkîklerde açıkça dile getirilmiştir:
Kitabın başına Cevdet Paşa'nın, Kur’an'ın mahiyeti ve Kur’an tercemesi hakkında yazmış olduğu mukaddeme'nin ve sonuna da bahsi geçen lugatçenin konulmuş olması, bu tercümenin tamamını Cevdet Paşa gibi yüksek bir şahsiyete mal ederek kitabın satışını teminden başka bir gayeye mâtuf olamaz. Şu izahâtı, Kur’an tercümelerinin dinimize ve kültürümüze hizmetten ziyade, ticaret kasdiyle yazdırılmış ve bastırılmış olduğunu göstermiş olmak için veriyorum. (Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, 1943: V/1613; Türk Maarif Tarihi, 1977: V/1929-1930)
Bazı nüshalara mahsûs bu tür yayıncılık marifetlerinin yanısıra, Süleyman Tevfik çevirisinin diğer nüshaları da eleştiri almaktan kurtulamamış, hatta aynı yıl (1927'de) yayımlanan bir değerlendirme yazısında, çevirinin kıymeti, —tıpkı daha önce Sebilürreşad'da neşredilen diğer eleştiri yazılarında olduğu gibi— Süleyman Tevfik'in müktesebâtından (!) hareketle tenkîd edilmiştir:
Maarif ve Suhûlet Kütübhaneleri de birer Kur’an tercemesi neşretmişlerdir. Bu tercemelerin muharriri aynı şahıstır. Bu şahsın falcılığa, muskacılığa, remilciliğe ve bunlara mümâsil mevzûlara dâir tuhaf tuhaf eserler yazan bir zât olması, bu tercemelerin de kıymeti hakkında bir fikir vermeye kâfidir. (Ömer Rıza Doğrul, Kur’an Tarihi, sh. 94, İstanbul, 1927)
Bu çevirinin hemen her baskısında adının değiştirilmesi bir âdet halini aldığından, 1928 tarihinde yapılan ikinci baskıda bu son nüshanın adı yine değiştirilmiş ve çeviri bu sefer “Şark ve Maarif Kütübhaneleri: Türk Neşriyât Yurdu” tarafından, el-Beyan fî Âyât'il-Kur’an: Kur’an-ı Kerim'in Metn-i Şerifi ile Birlikte Tercemesi adıyla neşredilmiştir. Bu çeviride yapılan tek değişiklik, bir önceki baskıda yer alan Ahmed Cevdet Paşa'nın “Terceme-i Hâl”inin kaldırılmış olmasıdır.
29 Ağustos 1928 tarihinde yapılan Harf İnkilâbı'dan sonra, birçok sahadaki neşriyât gibi Kur’an çevirilerinin yayımı da dört yıl sürecek bir suskunluk dönemine girmişti. Ancak Süleyman Tevfik'in çevirisi, bu dönemde de ilk sırayı aldı ve eseri, Latin harfleriyle yayımlanan ilk iki çeviriden biri olmayı başardı. Süleyman Tevfik'in çevirisinin Latin harfleriyle yayımlanmasını sağlayan tarihî arkaplan nazar-ı dikkate alınmadan, onun bu ve diğer eserlerini yorumlamak güç olacağından, o dönemdeki gelişmeleri ana hatlarıyla hülasâ etmekte fayda mülahaza ediyoruz:
12 Ocak 1932 Salı günü (4 Ramazan 1350), Mustafa Kemal Atatürk'ün trenle İstanbul'a gelip ‘Söğütlü Yatı’ ile Dolmabahçe Sarayı'na geçmesinin ardından yeni bir dönem başlamış ve Saray'a çağırılan hâfızlarla birlikte bir hafta kadar süren toplantıların neticesinde tekbîr'in lafızları Türkçeleştirilmişti. Bu arada, toplantılara katılan hâfızlara, camilerde Türkçe Kur’an okuyacakları bildirilmiş ve 22 Ocak 1932 Cuma günü Hâfız Yaşar Okur, Yerebatan Camiinde Cuma namazından evvel Yâsîn Sûresi'ni Türkçesiyle birlikte cemaate okumuştu. Bunu diğerleri izledi ve Ramazan boyunca hâfızlar Fatih, Eyüb, Defterdar, Beyazıt, Sultanahmet, Valide Sultan (Aksaray), Yerebatan, Osmanağa (Kadıköy) camilerinde Türkçe sûreler okuyup Türkçe tekbirler getirdiler. 3 Şubat 1932 Çarşamba gününe tesadüf eden Kadir Gecesi büyük bir ihtifal organize edilip, radyo'dan naklen yayınla hâfızların okuduğu Türkçe Kur’an her tarafa ulaştırıldı. Böylelikle Türkçe Kur’an okuma cereyanı bütün ülkeye yayılmış; Ankara (Hacı Bayram ve Zincirli Camiileri), Konya (Şerafeddin Camii), İzmir (Hisar Camii), Adana (Ulu Camii), Trabzon (Çarşı Camii), Amasya (Sarıçam Camii), Yozgat (Büyük Camii), Edremit (Bayramyeri Camii), Manisa (Muradiye Camii), Kayseri, Zonguldak, Van ve diğer illerin merkez camilerinde, hatta İskeçe'de (bir toplantı salonunda) Türkçe Kur’anlar kıraat edilmişti.
Bütün bu gelişmeler olurken, İstanbul'da Hâfız Rıfat, Kuşadası'nda ise Hâfız Sâdık (hüzzam makamıyla) ilk Türkçe Ezanı okudular. Ayasofya'da ihtifalin düzenlendiği 3 Şubat 1932 günü, gazeteler Ankara'da Ramazan Bayramı'ndan itibaren Türkçe Ezan okunacağını ve camilerde Kur’an'ın Türkçe kıraati için lâzım gelen hazırlıklara başlandığını duyurdular. Bu geceden itibaren Şebinkarahisar'da Türkçe Kur’an ve Türkçe Ezan okunmaya başlandığı gibi, Rize'de de öğle ve ikindi ezanları Türkçe olarak okundu; daha sonra bu illere Balıkesir de (Büyük Camii) katıldı. 5 Şubat 1932 Cuma günü (28 Ramazan 1350), İstanbul'da Hâfız Sadettin Kaynak ilk Türkçe Hutbe'yi verdi ve cemaate Türkçe bir çeviriden [Cemil Said çevirisinden] ayetler okudu. Böylece birkaç gün sonra memleketin birçok camiinde bayram namazlarında halk ezanların Türkçe okunduğuna, tekbirlerin Türkçe getirildiğine, hutbelerin Türkçe verildiğine ve Kur’an hatimlerinin Türkçe yapıldığına şahit oldu.
Ramazan ayı geçip ilk Türk Dil Kongresi yapıldıktan sonra, 18 Temmuz 1932'de Evkaf Müdüriyeti, bütün müftülüklere Türkçe Ezan için hazırlanmaları tâlimatını verdi. Ezan'ın bestesi için bazı sanatkârlar memur edilip, beste olanca gayretle meşk edildiyse de hazırlıklar 29 Aralık 1932 (1 Ramazan 1351) tarihine kadar yetişemediği için, bu yılın Ramazan ayında Türkçe Ezan uygulaması tam tatbik edilemedi. 1 Şubat 1933'de Bursa'da halktan bir grup bu farklı uygulamayı emsâl göstererek Ulu Camii önünde nümayiş yaptı ve başka yerlerde Arapça okunduğu halde, Ezan'ın Bursa'da Türkçe okunmasını protesto etti. Bunun üzerine Diyanet İşleri Reisi Rifat Börekçi, 4 Şubat 1933 tarihinde —Tahrirât Müdürlüğü'nün 360/128 sayılı emriyle— tüm Müftülüklere bir tâmim göndermek mecburiyetinde kaldı:
Dahiliye Vekâleti Celilesi'nden vârid tezkerede: Türkçe Ezan hakkında Riyâset-i Aliyyelerince ittihaz olunan karar ve tâmimin her tarafta aynı hassasiyetle tatbik ve takib edilmemekte olduğu vilayetlerin iş‘ârından anlaşılmakta olduğundan, bu teşevvüş ve intizamsızlığın izalesini temin edecek kat‘î ve sarih tebliğâtın te’kîden ve müsta‘celen îfası ve keyfiyyetten vilayetlerin de haberdar edilmeleri için bir sûretin Vekâlet'e gönderilmesi ifade ve izbar buyurulduğuna nazaran evvelce Riyaset Makamı'nca tesbit ve Evkaf Umum Müdürlüğü tarafından vilayetlere ve Evkaf Müdürlüğü'ne tâmim edilen Türkçe Ezan ve İkâmet suretlerinin memleketin her tarafında, hatta en ücra bir köşesinde aynı şekil ve aynı zamanda bir âhenk, bir siyak dairesinde tatbiki zaruri olduğu halde, şer‘an memnû olmayan böyle Türkçe Ezan ve Kâmet hakkında bazı müftiler tarafından tereddüde meydan verildiği anlaşılmıştır. Binaenaleyh bu tâmimin vüsûlünü müteakib umûm ilmiyye memurları, imam ve hatiblere kat‘î tebliğat icrâsı ile en ufak bir muhalefet irtikab edeceklerin kat‘î ve şedid mücazâta mâruz kalacakları tâmimen beyan olur efendim.
Bu tâmiminden bir ay sonra, Diyanet İşleri Reisliği, Türkçe Tekbir'in ibarelerini resmen tesbit edip, 6 Mart 1933 tarihli bir diğer tâmimle bunu da bütün Müftülüklere duyurdu:
Öz dilimizle her tarafta Türkçe Ezan okunduğu bir zamanda minarelerde Arapça salât ve selâm okumak âhenksiz düşeceği gibi, Hükümet-i Celile'nin takip buyurduğu maksad-ı millî'ye de uygun gelmediğine binaen, İstanbul'daki erbâb-ı ihtisasla bi'l-muhabere yukarıda yazılan üç sûret ile ‘Türkçe Tekbir’ gönderilmiştir. Her hangisi arzu olunursa, icabında alâkadarların ondan okumaları tâmimen beyan olunur.[17]
Mustafa Kemal Atatürk'ün ölümünden 3 yıl sonra, 2 Haziran 1941 tarihinde Ceza Yasası'nın 526. maddesine yapılan bir ilaveyle Arapça Ezan okuyanlara 3 ay hapis cezası getirildi[18] ve böylece Türkçe Ezan uygulaması, 29 Ocak 1932'den Demokrat Parti'nin Arapça Ezan yasağını ilga etmiş olduğu 16 Haziran 1950 tarihine kadar tam 18 sene sürmüş oldu.
1932 Ramazanı'nın 14'ünden (22 Ocak'tan) itibaren fiilen başlayan Türkçe Kur’an okuma teşebbüslerine gelince, bu dönemde, gazeteler dışında Latin harfli neşriyâta tam mânâsıyla geçilememiş olduğundan, ister istemez inkilab sırasında okunan Kur’an çevirilerinin tamamı, Harf İnkilâbından önce yayımlanmış (Osmanlıca) eserlerden intihab edildi. Hâfızlara camilerde Kur’an okumaları bildirildiğinde, kendilerine Aydın Mebûsu Dr. Reşit Galip tarafından Cemil Said'in Türkçe Kur’an-ı Kerim (İstanbul, 1924, 1926) adlı çevirisi dağıtıldığı halde, —ki Hâfız Sadettin Kaynak, Hâfız Yaşar Okur ve Hâfız Ali Rıza Sağman'ın elinde, Mustafa Kemal Atatürk'ün imzasını taşıyan birer Cemil Said nüshasının bulunduğu sabittir— bu teşebbüsler esnasında farklı çevirilerden yararlanıldı.[19]
İşte bu arkaplan nazar-ı itibara alındığında, niçin hemen 1932 yılında Latin harfleriyle yayımlanmış şu iki Kur’an çevirisinin karşımıza çıktığını izah edebiliriz:
i) Süleyman Tevfik, Kur’an-ı Kerim, İstanbul, 1932 
ii) İzmirli İsmail Hakkı, Türkçe Kur’an-ı Kerim Tercümesi, İstanbul 1932
Bu her iki metin de biri 1926'da, diğeri de 1927'de Arap harfleriyle yayımlanan iki Kur’an çevirisinin Latin harflerine dönüştürülmesiyle elde edilmiş; üstelik her iki çeviri de bu tür yayımların ticarî kıymetini takdir etmede tecrübe sahibi kimseler tarafından yayımlanmıştır. Nitekim İzmirli İsmail Hakkı'nın çevirisinin nâşiri, yine aynı eserin Osmanlıca basımını yapan Tüccarzâde İbrahim Hilmi Çığıraçan'dır.[20]
Süleyman Tevfik'in kendisi gibi, yayımcısı da bu işte tecrübelidir; zira Latin harfleriyle piyasaya sürülen çeviri, Cihan Kitaphanesi tarafından yayımlanmıştır. Cihan Kitaphanesi (Mihran Efendi) ise, daha önce Cemil Said'in Türkçe Kur’an-ı Kerim (İstanbul, 1924; 2. bas. 1926) adlı çevirisini yayımlamış,[21] ancak halk Cemil Said'in çevirisine itibar etmediğinden olsa gerek, kendisi Latin harfleriyle neşretmek için bu çeviriyi değil, Süleyman Tevfik'in çevirisini tercih etmiştir.[22]
Süleyman Tevfik, siyasî iktidarın aldığı kararlar üzerine 1932 Ramazanı'nda başlayıp 1933 Ramazanı'nda devam ettirilen ve 18 sene müddetçe sürecek olan Türkçe Kur’an ve Türkçe Ezan okuma denemelerinin önüne açtığı kapıdan girmekte tereddüt etmemiş ve dönemin siyasî eğilimlerine uygun olarak farklı formatlarda başka metinler de neşretmiştir: Meselâ 1933 Ramazanı'ndan sonra İmamzâde Es‘ad Efendi'nin Dürr-ü Yekta: Müslümanın İnci Kitabı (İstanbul, 1933; 2. bas. 1941) adlı eserini hazırlayıp neşretmiş, hemen akabinde Mükemmel Mızraklı İlmihal (İstanbul, 1933; 2. bas. 1936), Namaz Hocası ve Namaz Sûreleri (İstanbul, 1933; 2. bas. 1936; 3. bas. 1940), İlaveli ve Tercümeli Amme (İstanbul, 1933), İlaveli Yâsin-i Şerif -Amme- Din-i İslâm ve Şurût'us-Salât (İstanbul, 1933) adlı kitapçıkları yayımlamıştır.
Bu eserlerin hâkim karakteristiği, ‘namaz sûrelerine’ Latin harfleriyle ve çevirileriyle birlikte yer veriyor olmalarıdır. Nitekim ezan ve kâmet de aynı şekilde Türkçe olarak nakledilmiş ve İslâm Dini'nin hurafâttan âri bir tarzda sunulduğuna bilhassa dikkat çekilmiştir:
Hirafatten [Hurafât'tan] âri olarak Din-i İslâm'ın esas şartlarını, namaz sûrelerini hâvi, din kardeşlere rehberdir. (İlâveli Yâsin-i Şerif-Amme, 1933, kapak altyazısından) 
Bu kitabı yazmak ve basmaktan maksat, din kardeşlerime İslâm Dini'nin hakikatini, şartlarını öğretmek, dine sonradan karıştırılmış olan yalan yanlış şeyleri göstermektir. (İlâveli Yâsin-i Şerif-Amme, sh. 11-12, 1933)
Süleyman Tevfik, Mükemmel Mızraklı İlmihal (İstanbul, 1933; 2. bas. 1936) adlı risalesinin “Ezan ve Kâmet” bölümünde ise şunları yazar:
Farzların eda ve kazasında erkek için kâmet sünnettir. Her namaz vakti girdiğinde ezan da sünnettir. 
Ezan şöyledir: 
Başlarken dört kere Tanrı uludur, sonra ikişer kere Bilirim ve bildiririm ki Tanrı'dan başka yoktur tapacak; Bilirim ve bildiririm ki Muhammed Tanrı'nın elçisidir; Haydin namaza; Haydin felaha; Tanrı uludur, sonra bir kere Tanrı'dan başka yoktur tapacak demektir. Ezan okuyan, her cümleyi ayrı ayrı okumalı ve acele etmemelidir. Haydin namaza derken yüzünü sola dönmeli, ezana minare'nin kapısı önünde başlayıp şerefede dönerek ezanı yine kapının önünde bitirmelidir.
Kâmet'in kelimeleri ezan gibidir. Ancak kâmet'te Haydin felaha dedikten sonra, Namaz başladı cümlesi iki defa ilâve olunur. Gerek ezan ve gerek kâmet kıbleye karşı ayakta okunur. (sh. 20)[23]
“Namaz Hocası” diye bilinen kitapların bu yıllarda dikkat çekici bir biçimde yaygınlaşmasının en önemli nedenlerinden biri, sadece tekbir'in, ezan'ın, salâ'nın ve hutbe'nin Türkçeleştirilmesi teşebbüsleri değil, ayrıca bu teşebbüslerin ardından namazların da Türkçe kılınacağı beklentisidir. Nitekim bu bağlamda Türkçe çevirilerle namaz kılmanın câiz olup olmayacağı meselesi de gündeme gelmiş ve birtakım ilim erbâbından alınan fetvalarla bu yola girilir gibi de olmuştu.
İşte Süleyman Tevfik de —birçok emsâli gibi— bu gelişmeleri dikkatle izlemiş ve kitaplarını da bu doğrultuda yayımlamıştır. Meselâ İlâveli Yâsin-i Şerif-Amme adlı risalesinin “Birisi Bana Sorsa” bölümü (sh. 45), bilhassa bu zâviyeden okunmaya değer niteliktedir:
Soru: Ey Hocam! Sen aptestin nasıl alınacağını anlatır iken, okunması lâzım [olan] duaları da yazdın, fakat ben Arapça bilmem ve bu duaları da doğru dürüst okuyamam. O halde ne yapayım? 
Cevap: Allah Teâlâ kullarına güçlüğü değil, kolaylığı ister. Herşeyi, her dili bilir ve anlar, O'na anlatmak için her halde Arapça'ya ihtiyaç yoktur. İmam-ı Âzam hazretleri, “Kur’an'ı doğru okuyamayanlar için Kur’an'ın tercümesiyle namaz câiz olur” demiştir. Madem ki sen ‘bu duaları okuyamam’ diyorsun, aptest alırken Türkçelerini söylersin. (Krş. Mükemmel Mızraklı İlmihal, sh. 73, İstanbul, 1933)
Hâsılı, Süleyman Tevfik'in bu vâdide, II. Meşrûtiyet'in ilânına kadar geri giden ve Cumhuriyet'in ilânından sonra da iyice hızlanan mesâisi, 1932 Ramazanı'nı müteâkiben bu minvâl üzre devam etmiş, o ve onun emsâli mütercimlerin, hatta işini bilir tüccarların gayretleriyle yayımlanan Kur’an çevirileri, yayımlandıkları o yıllarda gerekli eleştirileri almaktan kurtulamamışlardı. Ancak 1925'den sonra bu eleştirilerin ardı kesilmiş ve önü iyice açılan mütercim ve nâşirler, yeni çeviriler yayımlamaktan vazgeçmemişlerdi.
Bu süreç içerisinde, daha muhkem çeviriler ortaya koymak ve bu yolla istismarcıların önünü kesmek isteyen samimi kimseler de Kur’an çevirileri yayımladılar. Peki muvaffak olabildiler mi? Bizim kanaatimizce bu suâlin cevabı olumsuzdur. Çünkü bu iyi niyetli teşebbüsler, sonuç itibariyle hâkim söylemi tahkîm etmekten başka bir işlev görmediler; bilakis sadece istismarcıların, kâr getirici faaliyetlerine meşrûiyyet kazandırmış oldular. Uzun bir süre sonra, yani 1970'lere gelindiğinde ise, Kur’an çevirilerinin siyasî çerçevesi zayıfladı ve bu sahadaki teşebbüsler, büyük ölçüde siyasî iktidarların doğrudan belirlemeye ihtiyaç duymadıkları bir kulvara taşındı.[24] Nitekim 1979 yılına gelindiğinde, makale boyunca açıklamaya (açık kılmaya) çalıştığımız süreçten habersiz bazı kimseler, Süleyman Tevfik'in çevirisini kendilerine esas ittihaz ederek yeni bir çeviri neşrettiler: Kur’an-ı Kerim Meâli: Türkçe Anlam (İstanbul, 1979). Ziya Kazıcı ile Necip Taylan tarafından yayıma hazırlanan bu çevirinin girişinde şöyle denilmektedir:
Elinizde bulundurduğunuz bu terceme, lâtin harfleri kullanılmadan önce bir heyet tarafından hazırlanıp basılan ve Ahmed Cevdet Paşa'nın takriri bulunan bir terceme esas alınarak hazırlanmıştır. (sh. 5)
Hazırlayanlar bu sözleri sarfetmekle kalmamakta, çeviri'yi de şöyle tanıtmaktadırlar:
Adı geçen eserin esas alınmasına âmil olan sebeblerden biri, onun “çok sâde ve anlaşılır bir dil” ile yapılmış olmasıdır. Bundan başka, birçok tercemelerde parantezlerle ifade edilmek istenen mânâlar yerine, bunda, Kur’an kelimelerinin Türkçe'deki en yakın ve en kısa kelimelerle ifade edilmiş olmasıdır. Ayrıca bizden öncekilerin dil, uslûb ve anlayışları bakımından da bizim için bir “kültür hazinesi” olma değerini taşıması da önemli bir rol oynamıştır. (sh. 6)
Bu arada 30'lu, 40'lı yıllar çoktan geride kaldığı ve ibadetlerin Türkçeleştirilmesi yönündeki ‘siyasî baskılar’ da ortadan kalktığı için, hazırlayanlar, çeviri'nin asıl sahibinin kanaati hilafına şu açıklamayı yapmaktadırlar:
Aynı zamanda kendisi ile ibadet edilen Kur’an-ı Kerim, İslâm dünyasının ‘ortak ibadet dili’ olma niteliğini muhafaza etmektedir. Bunun için şunu da bilhassa belirtmek isteriz ki: Kur’an-ı Kerim'in hiçbir tercemesi ile ibadet edilemez.
Bir mirası günümüz insanına intikal ettirmeyi müyesser kıldığı için Allah (c.c)'a hamd ve senâlar olsun! (sh. 6)
Süleyman Tevfik çevirisinin, 1908'den başlayıp 1979'a kadar devam eden serancâmı hakkında söylenenleri şimdilik yeterli buluyor ve kendisinin Kur’an çevirisinin nüshalarından tesbit edebildiklerimizi aşağıda bir liste halinde sunuyoruz. Temennimiz, yeni tedkîkler yoluyla bu listenin ikmâl edilip zaaflarının giderilmesidir.

IV. Süleyman Tevfik'in Kur’an Çevirisinin Nüshaları


1. Tafsîl'ul-Beyan fî Tefsîr'il-Kur’an: Türkçe Mufassal Tefsîr-i Şerif, Sahib ve Mütercimi: Süleyman Tevfîk el-Hüseynî, Dâr'ul-Hilafet'il-Âliye, 1326 (1908), Matbaa-i Âmire, 16 sh. (1 forma)

“İmam Fahreddin Râzî aleyhi rahmetullahi'l-Bârî'nin Tefsîr-i Kebîr'lerinin tercemesi olup birçok tafsilât ve izahât ilave olunmuştur.”
Eserin baştarafında, mütercimin Gurre-i Şevvâl 1316 (12 Şubat 1899) tarihli bir önsözüyle birlikte, Gurre-i Receb 1326 (30 Temmuz 1908) tarihli “Hîn-i Tab‘ında Yazdığım Bir-İki Söz” başlıklı bir açıklaması vardır.

2. Kur’an-ı Kerim Tercemesi, Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Dersaadet, r. 1340/h. 1342 (1924), Maarif Kütübhanesi, (Sahibi: Naci Kâsım —Açıkel—), Âmidî Matbaası, 1-144 sh. (9 forma; Nisa Sûresi'nin 144. ayetine kadar)
Eserin baştarafında, nâşir Nâci Kasım'ın bir açıklaması vardır.

3. Kur’an-ı Kerim'in Terceme ve Tefsîri, Bir Heyet-i İlmiyye'nin Mazhar-ı Takdiri Bulunan ‘Tefsîr-i Kebîr’ Mütercimi Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Dersaadet, r. 1340/h. 1342 (1924), Maarif Kütübhanesi, (Sahibi: Naci Kâsım —Açıkel—), Âmidî Matbaası, 176 sh. (11 forma; Nisa Sûresi'nin sonuna kadar)

4. Terceme-i Şerife: Türkçe Kur’an-ı Kerim, S[üleyman] T[evfik], İstanbul, h. 1344/m. 1926, 772+8 sh.

a
) Suhûlet Kütübhanesi (Sahibi: Semih Lütfi), Matbaa-i Ahmed Kâmil,

b) Yeni Şark Kütübhanesi [Sahibi: Hüseyin Kasımzâde —Tutya—], Matbaa-i Ahmed Kâmil, 772+8 sh.
“Ders Vekili Halis, Meclis-i Maarif âzasından Hacı Zihnî ve Fâiz, Müellefât-ı Şer‘iyye Tedkik Heyeti âzasından Aydoslu Tevfik Efendi merhumlardan mürekkeb komisyon-i mahsus tarafından 1323 senesinde tedkîk ve takdir edilmiş olan Tafsil'ul-Beyan fî Tefsîr'il-Kur’an nâm gayr-ı matbû mufassal tefsîrden mülahhastır.”
Eserin baştarafında mütercimin, ‘Muhterem Kâriler’ diye başlayan iki sayfalık bir önsözü vardır.

5. Türkçe Kur’an-ı Kerim, S[üleyman] T[evfik], Maarif Kütübhanesi, İstanbul, 1926, Küçük Boy, 808 sh.
Eserin baştarafında, nâşir Nâci Kasım'ın bir açıklaması vardır.

6. Kur’an-ı Kerim Tercemesi/Türkçe Mushaf-ı Şerif, S[üleyman] T[evfik], 1927, İstanbul, Suhûlet Kütübhanesi, (Sahibi: Semih Lütfi), 4+719 sh.
Eserin baştarafında mütercimin, “Sahib-i Eser'in Sözleri” başlığı taşıyan “S. T.” imzalı bir önsözü vardır.

7. Tercemeli Kur’an-ı Kerim (İç kapak: Türkçeli Kur’an-ı Kerim), Osman Râşid Efendi-Süleyman Tevfik, İstanbul, 1927, Maarif Kütübhanesi (Sahibi: Nâci Kasımzâde), Ahmed Kâmil Matbaası, 8+576+15 sh.
Dış kapak:
“Maarif Kütübhanesi tarafından Fâtih dersiâm ve vâizlerinden Osman Râşid Efendi'nin taht-ı riyâsetlerinde bir heyet-i ilmiyye'ye tahrir ettirilerek, Ders Vekili Hâlis Efendi, Meclis-i Maarif âzasından Hacı Zihnî Efendi, Meclis-i Maarif âzasından Fâiz Efendi, Müellefât-ı Şer‘iyye âzasından Aydoslu Tevfik Efendilerin tedkîk ve takdir ettikleri Tafsil'ul-Beyan sahibi Süleyman Tevfik Bey'e tashih ettirilmiştir.”
İç kapak:
“Maarif Kütübhanesi tarafından Fâtih dersiâm ve vâizlerinden Osman Râşid Efendi'nin taht-ı riyâsetlerinde bir heyet-i ilmiyye'ye tahrir ettirilerek, Haleb Müftisi Merhum Zibrîzâde'nin (?) mücâz tilmizlerinden Süleyman Tevfik Bey'e tashih ettirilmiştir.”
Eserin baştarafına, Ahmed Cevdet Paşa'nın ‘terceme-i hâli’ ile kendi Kur’an tercemesine yazdığı bir takriri, sonuna da yine Ahmed Cevdet Paşa'ya ait Lugat-ı Kuraniyye Hakkında Bir Lâhika-i Şerife adlı bir sözlük konulmuştur.

8. el-Beyan fî Âyât'il-Kur’an: Kur’an-ı Kerim'in Metn-i Şerifi ile Birlikte Tercemesi (İç kapak: Türkçeli Kur’an-ı Kerim), Osman Râşid Efendi-Süleyman Tevfik, 2. bas. İstanbul, 1928, Şark ve Maarif Kütübhaneleri, Türk Neşriyât Yurdu, Ahmed Kâmil Matbaası, 8+576+15 sh.

“Neşriyat Yurdu tarafından Fâtih dersiâm ve vâizlerinden Osman Râşid Efendi'nin taht-ı riyâsetlerinde bir heyet-i ilmiyye'ye tahrir ettirilerek, Ders Vekili Hâlis Efendi, Meclis-i Maarif âzasından Hacı Zihnî Efendi, Meclis-i Maarif âzasından Fâiz Efendi, Müellefât-ı Şer‘iyye âzasından Aydoslu Tevfik Efendilerin tedkîk ve takdir ettikleri Tafsil'ul-Beyan sahibi Süleyman Tevfik Bey'e tashih ettirilmiştir.”
Eserin baştarafına, Ahmed Cevdet Paşa'nın ‘kendi Kur’an tercemesine yazdığı bir takriri, sonuna da yine Ahmed Cevdet Paşa'ya ait Lugat-ı Kuraniyye Hakkında Bir Lâhika-i Şerife adlı bir sözlük konulmuş, bir önceki baskıda yer alan ‘terceme-i hâl’ bu baskıda kaldırılmıştır.

9. Kur’an-ı Kerim, Süleyman Tevfik, Cihan Kitaphanesi, İstanbul, 1932, 4+719 sh. (1926 basımından)
Bu nüsha görülemedi.

10. İlaveli ve Tercümeli Amme, Süleyman Tevfik, Güneş Matbaası, İstanbul, 1933, 69+8 sh.
Bu nüsha görülemedi.
11. İlaveli Yâsin-i Şerif -Amme- Din-i İslâm ve Şurût'us-Salât, Süleyman Tevfik, Yusuf Ziya Kütüphanesi, Güneş Matbaası, İstanbul, 1933, 56+8 sh.
“Hirafatten [Hurafât'tan] âri olarak Din-i İslâm'ın esas şartlarını, namaz sûrelerini hâvi, din kardeşlere rehberdir.”
İçkapakta ‘Türkçe Ezan’ (Sabah Ezanı, Dört Vakit Ezan) ile ‘Türkçe Kamet’in metinleri verilmektedir. Giriş kısmında Yâsin ve Amme (Nebe) sûreleri Latin harfleriyle nakledilirken (sh. 3-10); Din-i İslâm ve Şurût'us-Salât bölümünün sonunda, 11 sûrenin (Fâtiha, Fil, Kureyş, Maun, Kevser, Kâfirûn, Nasr, Tebbet, İhlâs, Felak, Nas) Latin harfleriyle birlikte Türkçe çevirileri de yer almaktadır. (sh. 51-56)
12. Namaz Hocası ve Namaz Sûreleri, Süleyman Tevfik (Öz Zorluoğlu), İkbal Kütüphanesi (Sahibi: Hüseyin —Kitapcı—), Türkiye Matbaası, İstanbul, 1933, 47 sh. (2. bas. 1936; 3. bas. 1940)“Namaz Sureleri” başlıklı bölümde, 12 sûrenin (Fâtiha, Kadir, Asr, Fil, Kureyş, Kevser, Kâfirûn, Nasr, Tebbet, İhlas, Felak, Nâs) Latin harfleriyle birlikte Türkçe çevirileri de yer almaktadır. (sh. 38-44)
13. Kur’an-ı Kerim Meâli (Türkçe Anlam), Haz. Ziya Kazıcı-Necip Taylan, Çağrı Yayınları, Fatih Gençlik Vakfı Matbaa İşletmesi, İstanbul, 1979, 472 sh.; gözden geçirilmiş bas. İstanbul, 1993, 323+50 sh. [Müracaatımız üzere, yayınevi tarafından bize “bu iki basım tarihleri arasında müteaddid baskıların yapıldığı” bildirilmiştir.]
“Elinizde bulundurduğunuz bu terceme, lâtin harfleri kullanılmadan önce bir heyet tarafından hazırlanıp basılan ve Ahmed Cevdet Paşa'nın takriri bulunan bir terceme esas alınarak hazırlanmıştır. (Hazırlayanların ‘Takdim’ yazısından, sh. 5)
Metnin sonunda, Umumi Konu İndeksi (sh. 444-470) ile İçindekiler (471-472) bölümü vardır. 



EK: I
TAFSİL'UL-BEYAN[25]
(Hîn-i Tab‘ında Yazdığım Bir-İki Söz)
Süleyman Tevfik el-Hüseynî

Bâlâdaki mukaddimeyi bu kitabı tahrire başladığım gün yazmış idim.[26] Onda dediğim gibi, Ümmet-i Muhammed'e bir hizmet-i diniyye olmak ve kaffe-i âleme Kur’an-ı Kerim'in mânâ ve mezâyâsını anlatıp, ihtiva eylediği ahkâm-ı celîle ve münîfeyi bildirmek maksadıyla senelerce düşünmüş ve fikir yormuş, gece gündüz emek sarfedip göz nûru dökmüş olduğum halde, eser-i cehalet midir, yoksa efrâd-ı ümmet u millete mânâ-yı şerîf-i Kur’an'ı anlatmakta bir mahzur görüldüğünden midir nedir bilmem, üç senedir tab‘ u neşrine ruhsat alamamış idim. Merciine verdiğim birinci cildin onbeş-yirmi sahifesini bile okumadan, ‘Olmaz! Bu kitap tab‘ u neşr edilemez” dediler. Âlem-i İslâm'a ve Padişah-ı Zaman'a —bu kerre îlan-ı hürriyet ile hakikaten eb-i eşfak ve erham-ı millet olduğunu ve büyüklüğünü isbat etmiştir— şu hizmeti ifâya muvaffakiyetten kat‘-ı ümid eylemiş idim. Hamden-lillahi teâlâ şimdi böyle bir hizmetin ifâsına mâni ve böyle bir eserin vücûda gelmesine sed çekecek erbâb-ı cehl u hasedde artık kudret kalmadı.
Erbâb-ı kalemin Teftiş ve Muayene'den ve sansür usûlünden çektiği zahmet ve elemi, millet ve devletin bu işlerden gördüğü zararı, ancak erbâbı bilir. Tanzim eylediği divanı, berbad ettikten, kulağı ve kuyruğu kesik bir kedi yavrusuna döndürdükten sonra, “tab‘ında beis yoktur” deyû eline verilen şairin kemal-i teesssür ve teessüfle düşündüğü sırada, zurefâ-yı zamâneden bir zâtın bedaheten söylediği:
Olur olmaz çizerler her kitaptan birtakım yerler/Edibim sanma kim yalnız senin divanı çizmişler.
Geçende Encümen'de yok iken hayret bütün hey’et/Arapça bir kitaptır zannı ile Kur’an'ı çizmişler.
kıt‘a-i meşhûresi, bu ahvâli bir dereceye kadar tasvir eder.
İşte erbâb-ı kalemi dağdâr-ı teessüf eden, matbaa ve kitaphanelerimizi toz ve toprak içinde bırakan bu gibi ahvâl, birçok muharrirlerin âlem-i matbuâttan çekilmesine sebep olmuş idi. Bu hâle Padişah razı mı idi? Hayır! Çünkü evlâdını seven bir peder onun cahil kalmasını arzu etmez. Tebe‘âsının teâlî ve terakkîsini isteyen bir Padişah —Padişahımız âsâr-ı hümayunlarıyla bu hâhiş ve arzuda olduğunu bize göstermiştir— onların zulmet-i cehl u nâdânide yollarını şaşırmış bîçâregân gibi serseriyâne dolaşmasını istemez.
Her ne ise, geçen geçti. el-Afvu zekâtu'z-zafer (Af zaferin zekâtıdır). Madem ki yolumuzu kesen, bizi geride bırakmak isteyen erbâb-ı cehle artık galebe eyledik, muzaffer olduk, bunlardan uzun uzadıya beyân-ı şikayete lüzum kalmadı. Şimdi iş görelim, terakkî ve teâlîye çalışalım.
Geçen Yunan Muharebesinde matbuâta Tesalya'dan çektiğim telgraflarım, yazdığım mektuplarımla, muharebeden sonra neşreylediğim “Devlet-i Aliyye Muharebesi”, “Teselya'da Cevelan” nâm eserlerimle efrâd-ı milletin mazhar-ı tahsin u takdiri olduğu halde, oniki senedir bi'l-mecburiyye âlem-i matbuâttan çektiğim kalemi, işte bugün yine o âleme sevkettim. Ümid ederim ki unutulmuş olan bu nâciz kalem, yine nâil-i rağbet olur da bundan sonra cidden hizmet eder. Cenab-ı Hak cümlemizi muvaffak bi'l-hayr buyursun!
İnsana sadakat yakışır görse de ikrah/Yardımcısıdır doğruların Hazreti Allah
Gurre-i Receb 1326 (30 Temmuz 1908), İstanbul



EK: II
[“Türkçeli Kur’an-ı Kerim”e Dâir]
MUKAVELENAME[27]

Kitapçı M. Hüseyin Tutya ile muharir Bay Ali Rıza Sağman arasında bir konuşma neticesi şu mutabakata varılmıştır:

1. Kitapçı M. Hüseyin Tutya'nın evvelce arap harfleriyle bastırmış olduğu Ahmet Cevdet Paşa telifi Türkçeli Kur’an-ı Kerim adlı kitabı, gerek tercüme ve gerek tashih bakımından Ali Rıza bey gözden geçirecek, ve her bakımdan tashihlerini ve lisan değişikliklerini Kur’an-ı Kerim üzerinde veya yanına yapıştırılmış kağıtlar üzerinde gösterilecektir.

2. Kitabın adı ve neşr zamanı M. Hüseyin Tutya tarafından tayin edileceği gibi kitabın kârı ve zararı da M. Hüseyin Tutya'ya ait olacaktır.

3. Kitap basılırken lüzûm görülürse, Ali Rıza Sağman bey tashihlerini yapacaktır.

4. Kitabın üzerine Ahmet Cevdet Paşa ismi konacağı gibi, şu isim de konacaktır: (Sayılı din alimlerimizinden Professör Ali Rıza Sağman'ın nazar-ı tetkik ve tashihinden geçirilmiştir.)

5. Eserin hukuku M. Hüseyin Tutya'ya aittir. Buna mukabil Ali Rıza beye üçbin lira tashih ve tetkik ücreti ödeyecektir.

6. Bu meblağın beşyüz lirasını peşinen ödeyecek, eseri beşer forma teslim ederken üçyüz ellişer lira ödeyecek ve son altı formayı da teslim ederken dörtyüz lira ödeyerek üçbin lirayı tamamen ödemiş olacaktır.

7. İşbu mukavelename iki nüsha olarak taraflar arasında imza edilmiş ve teati edilmiştir.

[El yazısıyla:]                                                                     [Pul üzerine imza:]
Mukavelenamenin 3 cü maddesi                                                8-4-1965
şöyle tadil edildi:                                                                  Ali Rıza Sağman
Kitap basılırken ilk matbaa                                                 M. Hüseyin Tutya
tashihlerini Ali Rıza Sağman bey yapacaktır.


KAYNAK: Dücane Cündioğlu, Türkçe Kur’an Çevirilerinin Siyasî Bağlamında Bir Kur’an Mütercimi: Süleyman Tevfik, “Müteferrika”, sy. 11, sh. 21-52, İstanbul, Yaz (Temmuz) 1998






[2] Mezkûr makalede bu gazete ve mecmuaların isimleri zikredilmiyorsa da biz Süleyman Tevfik'in mes‘ûl müdürlüğünü yaptığı bazı gazete ve mecmualara —hiç değilse ismen— işaret etmek isteriz: Musavver Mâlumât-ı Nâfia/Beni Okuyunuz (1914), Kadınlık (1915), Rençber (1918), Serbest Fikir (1918), Temaşâ (1918), Ekinci (1923), Musavver Çocuk Postası (1923), Ordu Neşîdeleri (1925), Asrî Hafta (1926), Haber (1926), Münasiptir (?), Münasiptir Efendim (?). [Enver Behnan Şapolyo, Türk Gazetecilik Tarihi ve Her Yönü ile Basın, sh. 174, Ankara, 1969, (Eserin sonunda Süleyman Tevfik'in bir de resmi yer almaktadır); Hasan Duman, İstanbul Kütüphaneleri Arap Harfli Süreli Yayınlar Toplu Kataloğu 1828-1928, İstanbul, 1986; Milli Kütüphane Başkanlığı, Eski Harfli Türkçe Süreli Yayınlar Toplu Kataloğu I, Ankara, 1987. Mezkûr listenin tesbitinde kendisinden istifade ettiğimiz son iki kataloğun verdiği bilgiler konusunda yapılan mühim bir uyarı için bkz. Emin Nedret İşli, Kitabhane-i Sûdî Tarihçesi ve Süleyman Sûdî Bey, “Müteferrika”, sy. 4, sh. 39, Kış 1994]
[3] Makalemizin sonunda müteaddid nüshalarını tanıttığımız bu çevirinin, Sayın Koz'un yayımladığı listede yer alan nüshaları sadece 4 tanedir: 1) Tafsîl'ul-Beyan fî Tefsîr'il-Kur’an, [Fahrü'd-din Razî'den çeviri], İstanbul, 1326 (1910), ? s., (no: 123); 2-3) Kur’an-ı Kerim Tercümesi: Türkçe Mushaf-ı Şerif, İstanbul, 1927, 5+719 s. [İlk basımı: Tercüme-i Şerife: Türkçe Kur’an-ı Kerim, 1344 (1926)], (no. 77); 4) Namaz Hocası ve Namaz Sûreleri, İstanbul, 1940, 47 s., (no. 92). [Bu son risale, bu eserin 3. basımıdır; zira Namaz Hocası ve Namaz Sureleri adlı risalenin ilk basım tarihi 1933, ikinci basım tarihi 1936'dır: 1) İkbal Kütüphanesi Sahibi Hüseyin, Türkiye Matbaası, İstanbul, 1933, sh. 47; 2) Aydınlık Matbaası, İstanbul, 1936, sh. 47; 3) İkbal Kitabevi Sahibi Hüseyin Kitapcı, İstanbul, 1940, 47 sh.]
Bu vesileyle, Süleyman Tevfik'in, Sayın M. Sabri Koz'un listesinde bulunmayan bazı eserlerine işaret etmek isteriz:
1) Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Kenz'ul-Havass: Keyfiyyet-i Celb u Teshîr, 4 cilt, Cem‘iyyet Kütübhanesi, Tevsi-i Tıbaat Matbaası (2-4. ciltler: Kader Matbaası), İstanbul, 1332, 1 cilt 231 sh., 2. cilt 237 sh., 3. cilt 238 sh., 4. cilt 240 sh.; 2. bas. Cem‘iyyet Kütübhanesi, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1340; 3. bas., Süleyman Tevfik Zorluoğlu, Kenz'ül-Havâs: Ruhî ve Kalbî Telkinler, İstanbul, 1939, 1 forma, 16 sh.; Sadeleştirmeleri: Gizli İlimler Hazinesi, (Haz. Ramazan Demir), Demir Kitabevi, İstanbul, 1984, 1996 , 2 cilt (1-2, 3-4); Havas'ul-Kur’an ve Kenz'ül-Havas, (Haz. Mustafa Varlı), Esma Yayınları, İstanbul, 1986: 1 cilt (1-4), 1992: 3 cilt (1-2, 3-4, 5-6). Seyfettin Özege, 1928'den sonra Osmanlıca tab‘ılarından yapılmış üç kaçak tab‘ı olduğunu söylemektedir (II/860). Bu eserin bugün de aynı tab‘ılardan 1 cilt halinde ofset baskıları yapılmaktadır.
2) Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Tefe’ülnâme-i Hüseynî, Kitabhane-i Sûdî, İstanbul 1339-1341, (2. tab), 112 sh.
3) Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Yıldıznâme-i Hüseynî, Kitabhane-i Sûdî, İstanbul, 1339-1341, 142 sh.; Astronomi ve Burçlar: Yıldıznâme-i Hüseynî, (Sad. H. Mustafa Varlı), Esma Yayınları, İstanbul, 1997, 239 sh.
4) Seyyid Süleyman el-Hüseynî, Kenz'ul-Esrâr fî'l-Havass ve'l-Ezkâr, Cihan Kütübhanesi, Necm-i İstikbal Matbaası, İstanbul, 1344, 143 sh. Seyfettin Özege, bu eserin aynı adla 1928'den sonra yapılmış kaçak tab‘ıları olduğunu söylemektedir (II/860). Nitekim son üç eserin (Tefe’ülnâme, Yıldıznâme, Kenz'ul-Esrâr), Ebu'l-Muammer Fuad'ın Mükemmel Remil Kitabı (İstanbul, 1339) adlı risalesiyle birlikte (4 eser birarada) hâlen ofset baskıları yapılmaktadır.
5) Süleyman Tevfik, Mükemmel Mızraklı İlmihal, İkbal Kütüphanesi (Sahibi: Hüseyin), Türkiye Matbaası, İstanbul, 1933, sh. 75+4; S. Tevfik Zorluoğlu, İkbal Kütüphanesi (Sahibi: Hüseyin), Türkiye Basımevi, İstanbul, 1936, sh. 75+4.
Süleyman Tevfik'in biyografisiyle alâkalı kısa ve fakat önemli bir değini için bkz. Basiretçi Ali Efendi, İstanbul'da Yarım Asırlık Vekayi-i Mühimme, (Haz. Nuri Sağlam), sh. 107, İstanbul, 1997
[4] Bu konuda T.B.M.M.'nde yapılan müzakereler için bkz. Dücane Cündioğlu, Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi, sh. 53-58, İstanbul, 1998
[5] Kenz'ul-Havass'ın 1939'daki Latin harfleriyle olan 3. basımında, eser şöyle tanıtılmaktadır: “Kitabımızın nasıl bir rağbet göreceği hakkında hiçbir düşüncemiz yoktur ve geçen yıllar bizim için iyi bir tecrübe olmuştur. Bunun için ayrıca hiçbir reklama lüzum görmedik ve görmüyoruz. Kenz'ül-Hâvas ismi ve muhtevası okuyucuların daima gözleri önünde bulundukça, ayrı bir reklama ne lüzum var, ne de ihtiyaç...”
[6] Süleyman Tevfik'in yeni soyadı, bazı kitaplarında ‘Zorluoğlu’, bazı kitaplarında ise ‘Özzorluoğlu’ olarak kayıtlıdır.
[7] Bu hata, hem Mehmed Sofuoğlu'nun Tefsîr Tarihi Dersleri (İstanbul, 1975) adlı kitabının “Yeni Tercemelerin Birkaçı Hakkında Bazı Tanıtmalar” adlı bölümünde (sh. 76-77), hem de Taksim Atatürk Kitaplığı'nın kayıt fişlerinde bulunmaktadır.
[8] Cevdet Paşa'nın Türkçe Kur’an çevirisi ile Kur’an sözlüğü etrafında yaptığımız bir çalışma İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 1998'de yayımlanacak olan “Ahmed Cevdet Paşa Kitabı”nda yer alacaktır.
[9] Bu konudaki misâller meyanında bkz. John Kingsley Birge, Turkish Translations of the Koran, “Moslem World”, 28, sh. 2-3; Müjgan Cunbur, Türkçe Kur’an Tefsir ve Çevirileri Bibliyografyası (Basılmış Eserler), “Yeni Yayınlar Aylık Bibliyografya Dergisi”, IV/4, Ankara, 1959; Muhammed Hamidullah-Macit Yaşaroğlu, Kur’an-ı Kerim Tarihi ve Türkçe Tefsîrler Bibliyografyası (Çev. M. Sait Mutlu, İstanbul, 1965; Kur’an Tarihi, Çev. Salih Tuğ, İstanbul, 1993); Mehmed Sofuoğlu, Tefsir Dersleri (Yeni Tercemelerin Birkaçı Hakkında Tanıtmalar), İstanbul, 1975; IRCICA, World Bibliography of Translations of the Meanings of the Holy Qur’an: Printed Translations 1515-1980, İstanbul, 1986. Bu son eserin ciddi bir eleştirisi için bkz. Mofakhkhar Hussain Khan, Historical Bibliography of the Holy Qur’an: Bibliographic Control of Qur’ânic Literature, sh. 26-48, Bengaldeş, 1993
[10] Süleyman Tevfik, dönemin sansüründen şikayetle aynı metinde şu beyitleri aktarmaktadır:
Olur olmaz çizerler her kitaptan birtakım yerler/Edibim sanma kim yalnız senin divanı çizmişler.
Geçende Encümen'de yok iken hayret bütün hey’et/Arapça bir kitaptır zannı ile Kur’an'ı çizmişler.
[11] II. Abdülhamid devrinde 18 yıl Şeyhulislâmlık yapmış olan Cemaleddin Efendi'nin (1848-1917) 1330'da Mısır'da (Remle'de) kaleme alınıp 1336 yılında İstanbul'da neşrolunmuş siyasî hâtıralarını muhtevi matbû bir risalesi vardır: Şeyhulislâm-ı Esbak Cemâleddin Efendi Merhum'un Hâtırât-ı Siyasiyyesi, M. Hovagimyan Matbaası, Dersaadet, 1336 (1920), 71 sh.; Risale'nin sonunda (sh. 69-71) Cemaleddin Efendi'nin terceme-i hâli de mevcuttur. Sadeleştirilmiş baskısı için bkz. Şeyhülislam Cemaleddin Efendi, Siyasî Hatıralarım, (Sad. Selim Kutsan), İstanbul, 1990.
[12] “Şu eser-i bî-nazîri cilt cilt neşretmek üzere tab‘ediyordum. Fakat bazı kitapçılar tarafından teşebbüsümüz haber alınarak forma forma neşredileceği işitilmiş olmağla bizzarure kitabhânemiz tarafından da bu suretle neşri tecviz edilmiştir. Nûr'ul-Beyan—Kur’an-ı Kerim Türkçe Terceme ve Tefsiri'nin ilk forması neşredilmiştir...” (İbrahim Hilmi, “İleri”, “Akşam”, “İkdam”, “Vatan”, 8, 9, 10, 16 Nisan 1340)
[13] “Son zamanlarda nedense Kur’an-ı Kerîm tercümesi vücûda getirmek moda oldu. Nûr'ul-Beyân ile Zübdetu'l-Beyan'dan sonra...”; (Ömer Rıza Doğrul, Yeni Kur’an-ı Kerim Tercümesi, “Tevhîd-i Efkâr”, 5 Ekim 1924)
[14] Rifat Börekçi'nin yayımladığı Beyannâme'nin tam metni için bkz. Dücane Cündioğlu, Sözlü Kültür'den Yazılı Kültür'e Anlam'ın Tarihi, sh. 255-257, İstanbul, 1997.
[15] Yukarıdaki satırların yazarı olan Nâci Kâsım'ın, ‘Lütfullah Ahmed’ müsteâr adıyla yazıp neşrettiği Hayat-ı Muhammed adlı üç ciltlik eser, toplam 1042 sayfadır ve birinci cildi 1331'de, ikinci ve üçüncü ciltleri ise 1332'de neşredilmiştir. (Bkz. Seyfettin Özege, Eski Harflerle Basılmış Türkçe Eserler Kataloğu, no: 7114)
[16] Halil Altuntaş, Kur’an'ın Tercümesi ve Tercüme ile Namaz, sh. 85-86, Ankara, 1998
[17] 1932 ve 1933 Ramazanlarında tatbik mevkiine konulan inkilâb hareketinin tüm safahâtı, Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi (İstanbul, 1998) adlı eserimizde mufassal bir surette ve kaynaklarıyla birlikte yer aldığından, burada referansların tekrarlanmasına lüzûm görülmemiştir.
[18] Devrin Adalet Bakanı'nın beyanına göre, sadece 1949 yılında, bu yasaya uymayan 29 kişi tutuklanmıştır. (Gotthard Jäschke, Yeni Türkiye'de İslâmlık, sh. 46, İstanbul, 1972)
[19] 22 Ocak 1932 (14 Ramazan 1350) tarihinde Cuma günü Yerebatan Camiinde Hâfız Yaşar Okur'un okuduğu Yâsin Sûresi'nin, 5 Şubat 1932 (28 Ramazan 1350) tarihinde yine bir Cuma günü Hâfız Sadettin Kaynak'ın hutbede okuduğu Bakara ve Nahl sûrelerinden seçilmiş ayetlerin Türkçe tercümeleri, Cemil Said'in Türkçe Kur’an-ı Kerim (İstanbul, 1924; 2. bas. 1926) adlı çevirisinden alınmıştır. 30 Ocak 1932 (22 Ramazan 1350) Cumartesi günü Fatih Camii'nde Hâfız Rıfat'ın okuduğu Yusuf Sûresi'nin Türkçe tercümesi, İzmirli İsmail Hakkı'nın Meânî-i Kur’an (İstanbul, 1927) adlı çevirisinden; 31 Ocak 1932 (23 Ramazan 1350) Pazar günü, ikindi namazını müteakib Beyazıt Camiinde Selimiyeli Hâfız Ali Rıza'nın okuduğu Zümer Sûresi'nin Türkçe tercümesi ise, Süleyman Tevfik'in Terceme-i Şerife: Türkçe Kur’an-ı Kerim (İstanbul, 1926) adlı çevirisinden alınmıştır. (Son Posta gazetesi Hâfız Rıfat'ın, Cumhuriyet gazetesi ise Hâfız Rıza'nın okuduğu sûre'nin çevirilerini yayımlamıştır.)
[20] İbrahim Hilmi, 1914'den beri Kur’an çevirileri yayımlamakla meşgul olmuştur. Kendisi, İzmirli İsmail Hakkı'nın çevirisini (İstanbul, 1927) yayımlamazdan önce —Diyanet İşleri Reisi'nin, aleyhinde bir beyannâme neşretmiş olduğu— Nûr'ul-Beyan (İstanbul, 1924) ile Suriyeli bir hristiyan olan Zeki Meğamiz'in çevirip İzmirli İsmail Hakkı'nın tashihinden geçen Türkçe Kur’an-ı Kerim Tercümesi (İstanbul, 1926) adlı çevirileri yayımlamıştır. (İbrahim Hilmi için bkz. Server İskit, Türkiye'de Neşriyat Hareketleri Tarihine Bir Bakış, sh. 121-122, İstanbul, 1939; Ayhan Yetkiner, Bâb-ı Âli'nin Hatıra Defteri, III/45, İstanbul, 1988)
[21] Eserin her iki baskısında da “Mütercim ve Tab‘ı: Cemil Said” kaydı varsa da birinci baskının sonunda, “hata-savab cetvelinin Bâbıâli caddesindeki Cihan Kütübhanesi'nde meccanen dağıtıldığı” belirtilmektedir. Nitekim çeviri yayımlandığında, Sebilürreşad ve Tevhid-i Efkâr'da yayımlanan eleştirilerde “eserin Cihan Kütübhanesi sahibi Mihran Efendi tarafından neşredildiği” söylenmektedir: “Bu tercümelerin müslümanlarca mazhar-ı rağbet olmadığını gören açıkgöz bir kütübhâneci, Cihan Kütübhânesi sahibi Mihran Efendi, müsta‘celen diğer bir tercümenin tab‘ına başladı ve az zamanda ikmâl ederek Türkçe Kur’an nâmıyla bu hafta neşretti” (Yeni Kur’an Tercümesi, “Sebilürreşad”, XXIV/617, sh. 289-290, 18 Eylül 1340); “Son seneler zarfında intişar eden bir terceme Cemil Said Bey'in yazdığı ve Cihan Kütübhanesi sahibi Mihran Efendi'nin neşrettiği Türkçe Kur’an-ı Kerim'dir.” (Ömer Rıza Doğrul, Kur’an Tarihi, İstanbul, 1927. Mihran Efendi için bkz. İskit, a.g.e., sh. 119-120)
[22] Süleyman Tevfik'in eserleri, umumiyetle Matbaa-i Âmire, Âmidî Matbaası, Kader Matbaası, Necm-i İstikbal Matbaası, Matbaa-i Ahmed Kâmil (daha sonra: Ahmed Kâmil Matbaası), Güneş Matbaası, Türkiye Matbaası gibi basımevlerinde tab‘edilmiş olup, Cemiyet Kütübhanesi (Nâci-Hüseyin Kasımzâde), Maarif Kütübhanesi (Nâci Kasımzâde), Yeni Şark Kütübhanesi (Hüseyin Kasımzâde), Kitabhane-i Sûdî (Süleyman Sûdî), Suhûlet Kütübhanesi (Semih Lütfî), Şark ve Maarif Kütübhaneleri: Türk Neşriyât Yurdu (Nâci-Hüseyin Kasımzâde), Cihan Kitaphanesi (Mihran Efendi), İkbal Kitaphanesi (Hüseyin Kitapcı) gibi yayınevleri tarafından neşredilmiştir.
[23] Bu konuda 1932'den önce ve sonra yayımlanmış metinler arasında bir mukayese yapılması halinde, dinî neşriyâtta önemli değişikliklerin husûle geldiği görülecektir. Nitekim İzmirli İsmail Hakkı'nın Din Dersleri (İstanbul, 1926; 2. bas. 1927) adlı kitabının “Ezan ve İkâmet” bölümünde yazılanlarla, aynı kitabın Gençlere Din Dersleri (İstanbul, 1947) adlı yeni basımının “Ezan ve İkâmet” bölümünde yazılanlar birbirinden çok farklıdır. Nitekim ilk metinde yer alan, “Ezan i‘lâm demek olmağla onda örf muteber olur. Başka bir lisan ile ezan okunsa da halk onun ezan olduğunu bilse câiz olur. Ancak zikrolunan kelimât-ı şerîfe'den başkası sünnet-i müekkede olan ezan yerine geçmez” (1927: 30) ibareleri, 20 yıl sonra yayımlanan ikinci metinde tayyedilmiş, bunun yerine şu cümleler konulmuştur: “Türkiye'de ezan Türkçe okunmaktadır ki şöyledir: Dört kere Tanrı uludur, iki kere Şüphesiz bilirim bildiririm Tanrı'dan başka yoktur tapacak, iki kere...” (1947: 23). Bu sahada yayımlanmış diğer risaleler için bkz. Dücane Cündioğlu, Matbû Türkçe Kur’an Çevirileri ve Kur’an Çevirilerinde Yöntem Sorunu: Bir Giriş Denemesi, “2. Kur’an Sempozyumu: Tebliğler-Müzakereler”, sh. 197, Ankara, 1996; Dücane Cündioğlu, Türkçe Kur’an ve Cumhuriyet İdeolojisi, sh. 112, İstanbul, 1998
[24] Türkiye'de İslâmî yayıncılığın gelişimi üzerine yapılan araştırmaların sathîliği, kaçınılmaz olarak yorumlarda da kendini göstermekte ve bu nedenle ideolojik (beylik) birkaç söz sarfetmek bir marifet addedilmektedir. Misâl olarak bkz. Doğan Duman, Türkiye'de İslâmî Yayıncılık, “Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi”, c. 2, sy. 4-5, yıl, 1994-1995, İzmir 1995
[25] Sahib ve Mütercimi: Süleyman Tevfîk el-Hüseynî, Tafsîl'ul-Beyan fî Tefsîr'il-Kur’an: Türkçe Mufassal Tefsîr-i Şerif, Dâr'ul-Hilafet'il-Âliye, 1326, Matbaa-i Âmire, 16 sh.
[26] Eserin başında yer alan “Gurre-i Şevvâl'il-Mükerrem” 1316 (12 Şubat 1899) tarihli Mukaddime kastediliyor.
[27] Rahmetli Hâfız Ali Rıza Sağman'ın metrûkâtı arasında mahfûz bulunan bu belgede, Türkçeli Kur’an-ı Kerim (İstanbul, 1927) adlı çeviri, nâşir M. Hüseyin Tutya tarafından “Ahmed Cevdet Paşa'nın telifi” gibi gösteriliyorsa da bu doğru değildir. Nitekim bu çevirinin ilk baskısının ilk iki sayfasında Tercümeli Kur’an-ı Kerim (9. sayfasında: Türkçeli Kur’an-ı Kerim) adı yer almış ve fakat başlığın hemen altında, Fâtih Dersiâmlarından Osman Râşid Efendi'nin taht-ı riyasetinde bir hey’et-i ilmiyye'ye tahrir, Süleyman Tevfik'e ise tashih ettirildiği söylenmiştir. Makalemizde tafsilâtıyla açıklandığı üzere, esasen çevirinin sahibi Süleyman Tevfik'tir ve sadece eserin girişindeki Mukaddime ile sonundaki Lâhika-i Şerife Ahmed Cevdet Paşa'ya aittir. Nâşirin yaklaşık kırk yıl sonra, “Kitabın üzerine Ahmet Cevdet Paşa isminin konacağını” belirtmesi ise, “yeni bir yayıncılık marifeti”nden başka bir şey değildir. Ne ki Ali Rıza Sağman'ın, bu mukavelenin imzalanmasından beş ay sonra (13 Eylül 1965'de) vefat etmesi sebebiyle nâşirin maksadı tahakkuk etmemiş, böylelikle merhum Ali Rıza Sağman da bu maksada alet olmaktan kurtulmuştur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder