17 Şubat 2008
27
Ağustos 1960
Sağlarla beraber değilim, çünkü sağ şarktır ve şark bizi yutmağa, içimizden doğru yutmağa hazırdır. (...) Mehmet Akif’le yol arkadaşlığı, Mümtaz [Turhan]la fikir beraberliği. Aslâ!
Sağcı olmak çok güç, hatta imkânsız. Evvelâ memleketimde en cahil ve budala insanlar sağcı. Yahut da aşikâr şekilde hain ve ahlâksız. Peyami Safa... Peyami Safa’dan daha iğrencine tesadüf edilir mi?
Sola gelince!.. Yarabbim bizde solcu muharrir, solcu şair, genç şair, sol adam, ileri adam, zühd, hamakat, cahillik. Ve hepsinden beteri yeni dil. Devrik cümle. Tarihi inkârdan daha beter olan tarih bilmemek. Hiç kültürü olmamak. Ne sağcı, ne solcu...
O hâlde? Sadece entellektüel ve yalnız başıma.
Parasızlık korkunç şey. Zalim şeydir. Cebimde kırk lira var ve aylık alınca kıyamet kopacak. Nasıl çarkın içine tekrar düştüm? “İkinci Cumhuriyetin Eşiğinde” diye bir makale yazmak istiyorum.
28 Ekim
1960
Fena adamım gibime geliyor, hodbin ve sevgiden mahrum bir insan. N’olur biraz kendimle meşgul olabilsem. Aslında fena adam değilim; fakat çok hırpalandım, çok sarsıldım, çok ihmal edildim, hor görüldüm. Ve bütün bunlar yavaş yavaş mizacımın tahammuruna, ekşimesine sebep oldu. Yavaş yavaş her konuşulana benim içimden: “Ya ben? Ya benim çektiklerim?” diyen bir ses refakat etmeğe başladı.
15
Aralık 1960
Bütün ömrüm boyunca yaptığım şey: ânı kurtarmak.
26
Aralık 1960
Bir felsefî kuvvetim yok. Kendime hiç “Ben neyim?” sualini sormamış gibiyim. İşte trajedi. (...) Evvelisi akşam bütün dişlerimi söktüm, kendi elimle.
4 Mart
1961
Sağcının budalalığı, hepsinin, her ikisinin cehaleti. Şimdi onların arasında kendimi talîimi görüyor ve Yahya Kemal’i daha iyi anlıyorum. Ne nahvet, ne çoraklık... Fakat şikayet etmedim, etmeyeceğim. (...) Muhit her yerde budaladır. İnsan her yerde adidir. Yalnız kalmadıktan, yalnızlığı tenimde hissetmedikten sonra da ne diye “ben varım!” demeli.
1 Nisan
1961
Osmanlı da nedir? Düpedüz cahil alayı. (...) Osmanlı neydi? Toprağında oturduğu hâde Bizans’ı göremeyen adam. Başka memleketlerde üç beş garip beylik bütün rönesansı yapıyor. Fatih’ten sonra İstanbul’da en aşağı 20 bin İtalyan vardı. Birkaç yüz Fransız. Amele, mimar çalıştırdık. Saltanat kayığına köşk yapmıştık. Fakat ne sanatta, ne fikirde faydalanamadık.
10
Nisan 1961
Yahya Kemal serbest nazmı ihtiyarlığında, takati tükendiği zaman tecrübe etti. Ve aşikâr ki para için, manzume bitirmek için manzume bitirdi. (...) Yarabbim, kaç yıldır uzun yaşamış bir Türk’ün kendini inkâr etmeden ölümünü göremiyoruz.
15
Mayıs 1961
Bu baba... ben daima imanlı adamdan nefret ettim. İnsan, cemiyeti elbise gibi giyinmeli
16
Haziran 1961
Peyami ile birkaç defa kokain de çektik. Fakat verdiği başağrısı tahammül edebileceğim gibi bir şey değildi. O tahammül ediyor, az sarhoş oluyordu.
21
Temmuz 1961
Büyük süt nehirleri, çocuk uykuları, dallarından sarkan meyveler... Kadın nasıl toprak gibi bereket dolu. Her şey bu bereket fikrinde bugünden kapanmış cömertliğe. Yazık ki tabiata benzerliği burada biter. Arkasında ferdî psikoloji, ihtiras, can sıkıntısı, iştiha ve hamakat, hülâsa kadın dediğimiz mahlûk var.
16 Ekim
1961

Kansız ihtilâl... Bence kansız ihtilâl yapmaktansa hiç yapmamak evlâdır. Kanı dökecek olan bölünürdü. Risksiz hayat olamaz! Kansız ve tasyifesiz ihtilâllerin sonu budur. Şimdi bir çıkmazdayız.
(“Günlüklerin Işığında Tanpınar’la Başbaşa", İstanbul 2007)
Ahmed Hamdi Tanpınar 24 Ocak 1962’de öldü sade
bir entelektüel olarak, ve yalnız başına. Yedin
beni Türkiye, diye feryad ede ede.
Edebiyat tarihimizde mahremiyetin ifşâsı
sadedinde Cemil Meriç’in Jurnallerinin yanına konabilecek ikinci şaheser
Tanpınar’ın Jurnalleridir. Üçüncüsü yoktur.
Tepe ile çukur, zirve ile uçurum birarada.
Belli ki yayıma hazırlayanlar bile gördükleri şu manzaradan ürkmüşler. Bir
gaitaya dokunur gibi dokunmuşlar jurnallere.
VE bu halet-i ruhiyeyle, pek
tabiidir ki malzemeyi insandan yana değil, tarihten yana, edebiyattan yana,
ortalama ahlâktan yana yorumlamışlar.
Edebiyatçılığının, efsanesinin, kültür
adamlığının, muhafazakârlığının, yaltakçılığının hepsi bir yana, Tanpınar’ın düşük
ve zavallı yanlarından sızan o insanî, o hakikî ihtişam niçin takdir edilemez, insan
anlamakta zorluk çekiyor.
Cemil Meriç’in jurnalleri gibi Tanpınar’ın
jurnalleri de pekçok kişiyi rahatsız etti, rahatsız edecek de.
Jurnallerin yazgısının değişmesi ve
Türkiye’nin gündemine oturması için bu yazının yazılması gerekiyordu.
Yazı
yazıldı.
Demek oluyor ki bundan böyle Tanpınar’ın
jurnallerine dair konuşmak zorunda kalacağız. Ya da utancımızdan aptal aptal
susacağız.
Sakın susmayın, nasıl olsa size sıra gelmez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder