Sayfalar

BİLİNÇALTI MI, BİLİNÇDIŞI MI?


19-20 Temmuz 2008


I

Haşmet Babaoğlu’nun 16 Temmuz 2008 tarihli köşeyazısının başlığı, en az muhtevası kadar ilginçti:





Bilinçaltı diye bir şey yok!

(Vatan, 16 Temmuz 2008)




İlginç, çünkü çok cesurca.
Malum, herhangi bir şeyin yokluğunu öne sürmek, varlığı öne sürmekten çok daha büyük cesaret gerektirir. Bilgi ve yorum cesareti. Aynı zamanda söze, bilgiye, yoruma ilişkin dikkat, titizlik ve sorumluluk...
Haşmet Babaoğlu, takdir ettiğim yazarlardan. Namuslu bir kalem. Basında sayıları artık çok azaldığı için açıkça işaret ediyorum: Vicdanı olan bir kalem.
Bu yüzden tezyif ve tahkir amacı taşımıyor yazdıklarım, yazacaklarım. Sadece eleştiri. Yıkmayı değil, düzeltmeyi amaçlayan bir eleştiri.
Yıllardır söylerim, bilgilerin yanlış olduğu yerde, yorumların yanlış olmaması imkânsızdır. Önce bilgiler düzeltilmeli, sonra gerek kalırsa, yorumlar tartışılmalı.
Ben de böyle yapacağım.
Babaoğlu, yazısına, bilinçaltı teriminin yanlış olarak hep “Freud’la yan yana getirildiğinden, bu terimden ilk söz edenin de, onu teorileştirenin de Freud olduğuna inanıldığından” yakınarak başlıyor ve diyor ki:
Yanlış! Hem de çok yanlış! 
Freud hiç “bilincin altında bir yerler”den söz etmemiştir.
Babaoğlu’na katılıyoruz, bilinçaltı’ndan ilk söz eden veya bilinçaltı nazariyesini inşa eden Freud değildir. Burası doğru.
Babaoğlu, bilinçaltı gibi sakil (!) bir terimi Freud’dan uzaklaştırıp hemen kendisine bilinçdışı terimini icad etme şerefi veriyor ki bu iddia, söylememiz gerekirse, hem çok naif, hem de çok cömertçe.
Bu kavramı insanlık tarihine hediye eden adam olarak görebileceğimiz Freud’un özgün tercihi de böyle: Unbewusste.
Hemen söyleyelim, Unbewusste (bilinçdışı) terimini insanlık tarihine hediye eden kişi Freud değildir.
Bilmek gerekir ki bilinçdışı öncelikle felsefî bir terimdir ve bilhassa Leibniz ve Wolf’tan  itibaren sıklıkla kullanılmıştır. Bilhassa Schopenhauer ve Nietzsche tarafından.
Örneğin genç Nietzsche, 1872'de yayımladığı ilk eseri Die Geburt der Tragödie'de şöyle bir ifade kullanır:



... und zeigt seine unbewusste innerliche Ueberzeugung von der Relativität der Zeit und von der wahren, d.h. der metaphysischen Bedeutung des Lebens.



Neymiş, insan, sanat sayesinde zamanın izafiliğine ve yaşamın hakiki, yani metafizik anlamına ilişkin kendi bilinçdışındaki içsel kavrayışını gösterme imkanına kavuşurmuş.
... unbewusste innerliche Ueberzeugung...
Bu terimin ilk kullanım şerefini Goethe’ye verenler bile vardır. Hemen 1777 tarihli An den Mond kitabındaki şu mısraları hatırlayalım:


 Was, vom Menschen nicht bewusst
oder nicht bedacht 

Durch das Labyrinth der Brust 

Wandelt in der Nacht



Ludwig J. Pogratz adlı bir Alman Psikolog, metnin ilk yazımında kelimenin unbewußt olarak kaydedildiğini, Goethe’nin sonradan kelimeyi nicht bewußt olarak değiştirdiğini söyler.
Bilinçdışı terimini 1853’te Psikoloji’ye sokan kişiye gelince, bu kişi Freud değil, Carl Gustav Carus’tur (öl. 1869).
Evet, yanlış duymadınız 1853’te. Yani Freud’un doğumundan 3 yıl önce.
Freud’un yaptığı, sadece bu terimi bir anahtar-terim haline getirmektir.
Bu işler hep böyledir. Meselâ apriori de Kant’tan evvel vardı ama bu terimin yeni bir işlev kazanarak yaygınlaşması Kant’la başlamıştır.
İlgilenenler, C.G. Carus’un 1846 tarihli şu ifadesini önemli bir belge olarak bir kenara kaydetmelidirler:







Der Schlüssel zur Erkenntnis vom Wesen des bewußten Seelenlebens liegt in der Region des Unbewußtseins. 

(Bilinçli ruhî yaşamın mahiyetine ilişkin bilginin anahtarı, bilinçdışı bölgesinde bulunur.)




Babaoğlu, ilginç bir iddia da daha bulunuyor:
Sokaktaki adam için öyle olsa bile uzmanlar için “altına inilecek” bir bilinç yoktur.
Yani “bilinçaltı” diye bir şey de yok!
Ne var? 
Bilincin dışında kalan bir alan var. Bilincin egemen olmadığı bir alan...
Bu yorumların sıhhatini tartışmayı biraz erteleyip şu açıklamalara atf-ı nazar eyliyoruz:
Ama garip şey! Biz Türkler (ve bir ölçüde de Amerikan popüler kültürü) “bilinçaltı” kavramını çok seviyoruz. 
Bir türlü “bilinçdışı” kavramına içimiz ısınmadı gitti. 
Tamam! Osmanlı’nın son günlerinde yapılmış bir Freud çevirisinde “unbewusste” her nasılsa “Laşuur” yerine “tahtelşuur” diye çevrilmiş ve bunun etkisi pek kuvvetli olmuş! 
E, iyi de bunca yıl yanlış bir çeviri de ısrar etmek niye?
Sayın Babaoğlu, rica etsek, acaba bu bilgi’nin kaynağını lütfederler mi?
Bu yanlış bilgi ve açıklamalar, şayet kendi tedkiklerinin mahsulü ise, hemen düzeltelim; bilinçdışının Osmanlıca psikoloji metinlerde karşılığı yok değil, vardır ve çoktur. Üstelik lâ şuur filan da değildir.
Meraklılarına, Fransızca’dan çevrilmiş Osmanlıca Psikoloji metinlerinden birkaç örnek karşılık aktarabilirim:
gayr-meş’urun-bih (غير مشعور به) 
gayr-ı meş’ur (غير مشعور) 
adem-i şuur (عدم شعور) 
nâ-şuur (ناشعور) 
bî-şuur (بي شعور)
Bu terimlerin hiçbiri Freud’un herhangibir eserinin Osmanlıca tercümesinden alınmış değildir. Çünkü mesele Freud’un ve Psikanaliz’in sınırlarını aşacak niteliktedir.

NOT: Bu arada, tahtelşuur gibi bir telaffuz ve yazımın olmadığına işaret edip terimin aslını  yazalım: تحت الشعور (tahte’ş-şuur). Daha da aslı şu: ما تحت الشعور (mâ-tahte’ş-şuur).

II

Sokaktaki adam için öyle olsa bile uzmanlar için “altına inilecek” bir bilinç yoktur. 
Yani “bilinçaltı” diye bir şey de yok!
Freud’un tercih edip kullandığı terimin bilinçaltı değil, bilinçdışı olduğunu söylemekle yetinseydi, Haşmet Babaoğlu’nun bu tashih denemesi, gazete okurlarının genel kültürünü artırmaya yönelik bir katkı olarak değerlendirilebilirdi.

Fakat kendileri bu kadarcık bir katkıyla kalmıyorlar ve bu noktacıktan hareketle cidden tashihe muhtaç iddialar öne sürüyorlar.





1. Freud’a göre bilinçaltı yok, bilinçdışı vardır. 
2. Uzmanlara göre de bilinçaltı yok, bilinçdışı vardır. 
3. Bilinçaltı terimi sadece sokaktaki adamın dilinde, yani gündelik Türkçe’de vardır.





Babaoğlu, burada ne yapıyor?
Freud’un ve uzmanların, yani bir anlamda bilimadamlarının yanında yer alıp sokaktaki adamın dilindeki sürçmeden kendisini ve okurlarını korumaya çalışıyor.
Sonuç:
Bilinçaltı diye bir şey yoktur!
Şu genellemelerin kaderine bakınız ki iş nereye varıyor?

1. Sokaktaki adamı Türklerle, bu dil sürçmesini de Türkçe’yle sınırlıyor; “ve bir ölçüde de Amerikan popüler kültürü”yle.

2. Fakat bu Türkçe’yi de eski Türkçe’ye, yani Osmanlıca’ya indirgeyip Freud’dan yapılan Osmanlıca bir tercümede lâ şuur yerine tahtelşuur yazılmış olmasını, bütün bu karışıklığın sebebi olarak ilan ediyor.

3. Böylelikle bilinçaltı’nın ‘tahtelşuur’dan türetildiğini iddia etmek kolaylaşıyor. 
Diyor ki:

Bilinci bir halı gibi düşünmeyi ve birçok şeyi altına süpürmeyi yani “bilinçaltı” kavramını kullanmayı neden bu kadar seviyoruz? Nasıl oluyor da her kesimden insan bu kadar doğru ve kendine yakın buluyor bu kavramlaştırmayı? 


4. Babaoğlu, kendiliğinden varsaydığı sorunu yine kendi çözmeye çalışıyor ve Türklerin bazı karakteristik özellikleriyle bağlantı kurmaya çalışıyor:
Bazen biz Türklerin aslında bilincimize “saman altından su yürüten” bir şey olarak baktığımızı, o yüzden bir de “bilinçaltı” kavramına ihtiyaç duyduğumuzu düşünmüyor değilim. (...) Ya da “bilinç” denilen şey bizim kültürümüzde kafayla bel arasındaki bölgeye tekabül ediyor da, geri kalanı bir tür “belaltı” çağrışımlar alanı!
Sonuç: Bilinçaltı-bilinçdışı kargaşasının suçlusu sokaktaki adamdır!

Haksız bir vuruş! Çünkü tamamiyle belden aşağı, belden aşağıya.
Bilgiler yanlış olunca, yorumlar da yanlış oluyor kaçınılmaz olarak.
Hakikat talipleri, bilgilerini düzelttikleri takdirde yorumlarını da düzeltirler.

İşin yorum tarafını bırakıp, bilgi tarafını öncelememiz de bu yüzden.

1. Freud’da sadece bilinçdışı yok, bir de önbilinç (vorbewusste/fore-conscious) vardır. Sokaktaki adamın asıl bilmediği budur. Koridordaki adamın da.

2. Bilinçdışı-bilinçaltı tartışmasının Türklerle ve Türkçe’yle ilgili hiçbir tarafı yoktur. ne tarihî, ne lisanî, ne de psikolojik. Saçmalamadıkça meseleyi zorlamanın imkanı yoktur.

3. Bugün bütün Batı dillerinde, hem de ciddi yayınlarda bilinçaltı terimi hep Freud’la yanyana anılır. Almanca, Fransızca, İngilizce.
Felsefe ve Psikoloji tarihinin cilvelerinden addedebileceğimiz bu karıştırmanın sebebi sanıldığından daha karmaşıktır ve yeterince üzerinde durulmamıştır. Meselâ Dictionnaire de l’Académie françaisenin 1930’lu edisyonlarında Psikanaliz’in tanımı verilirken bilinçdışı değil, bilinçaltı kelimesi kullanılır. Yani sokaktaki adamın bir kabahati yoktur.

4. Bilinçaltı terimini üreten kişi, değerli Fransız âlimi Pierre Janet’dir (öl. 1947). Terimi öne sürdüğü tarih 1889Ribot’nun öğrencisi Janet, Freud’un üstadı Charcot’dan sonra Salpêtrière’in başına da geçmiştir.









Janet’nin bu terimi tanımlayıp kullandığı kitabı  L'automatisme psychologique, Freud’un ezberindedir.







Bilinçdışı teriminin metafizik spekülasyonlara açıklığı nedeniyle daha teknik, daha arı bir terim teklif eder Janet.* Psikologlar ve ehl-i tababet arasında tutan bilinçdışı’ndan çok bilinçaltı’dır. Topografik değeri daha yüksektir. Klinik kullanımı da yaygınlaşmıştır bu yüzden. Joseph Jastrow’un 1906’da yazdığı The Subconscious (Bilinçaltı) adlı kitabının 1908 tarihli Fransızca çevirisinin önsözünü de Janet yazmıştır.

5. Pierre Janet, Freud’un gizli hayranlarından olduğu kişilerin başında gelir. Jung ve Adler açıkça bu üstada borçlarını itiraf ederler, Freud ise ustalıkla gizler. Meslektaşları nezdinde Pierre Janet’nin müridi/takipçisi görünmemek için gerçekte daha sağlıklı bir terim olan bilinçaltını kullanmak yerine, genç Freud, saha kenarında kalan bir isme, Schopenhauer’a dayanmayı tercih etmiş ve bilinçdışını öne çıkarmıştır.
Sözün özü, Janet’nin buluşu, Freud’un terminolojisini lafzen yenilgiye uğratmış ama mânâ olarak Psikanaliz’in popüler bilimdışılığına karşı direnememiştir.
Artık sokaktaki adam da, koridordaki adam da bilinçaltı diyor amma bilinçdışını kastediyor.

6. Fransızca bir psikoloji kitabının 1915 basımlı Osmanlıca tercümesinden kısa bir pasaj iktibas etmek istiyorum. Hem de olduğu gibi.

Yazarı E. Rabaud.

Mütercimi ise Mehmed Ali Aynî.




 Velhasıl hem nefsî ve hem gayr-ı meş'ûrun-bih olarak ilan olunan birçok hadiseler ale'l-ıtlak gayr-ı meş'ûrun-bih (inconscient) olmayıp fakat mâ-tahte'ş-şuur (subconscients) dir. Fakat gayr-ı meş'ûrun-bih (l’inconscient) müddeası gayr-i kabil-i kabuldür. Bu babda isbat-ı dâva için îrad olunan delâilin çoğu alelâde mâ-tahte'ş-şuur (les subconcients)dirler.


Yani:
Psikolojik ve bilinçdışı olarak tanımlanan birçok olgu mutlak olarak bilinçdışı değil, bilâkis bilinçaltıdır. Bilinçdışı iddiası aslâ kabul edilemez. Çünkü bilinçdışını isbat amacıyla öne sürülen delillerin çoğu, sıradan bilinçaltı olgularından ibarettir.
Bu satırların yer aldığı bölümün arabaşlığı şöyle:
Gayr-ı Meş'ûrun-Bih Nazariyesinin Kıymeti
Yani, Bilinçdışı Teorisinin Değeri.

Tekrar hatırlatayım, Türk çocuklarının bu kitabı ellerine aldıkları tarih: 1915.
Bugünkü Türklere gelince, bilincin olmadığı yerde bilincin dışı da olmaz, altı da.

NOT: Sıkılmadıysanız söyleyin, haftaya da devam edelim. (Şaka, şaka!)




*
The Discovery of the Unconscious (Bilinçdışı’nın Keşfi) kitabının yazarı Henri F. Ellenberger, açıkça bu hususu vurgular.

Arzu edenler şu Fransızca kaydın izini de sürebilirler:

Janet crée le mot ‘subconscient’ pour bien marquer qu'il s'agit là d'une conception clinique qui n'a rien à voir avec les doctrines métaphysiques de l'inconscient de Schopenhauer et de von Hartmann, si fort à la mode à cette époque.”






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder