27 Kasım 2005
BİR
Gerçekte nesneler kavramlara, kavramlar da
sözcüklere tekaddüm etmekle birlikte, Mantıkçılarımız, pedagojik yararı
gözetmek suretiyle sözcükleri kavramların önüne alırlar ve bu yüzden
kitaplarında, önce lafız bahsini işlerler.
Mantıkçılara göre, lafız mânâsına üç yolla delâlet eder:
Mantıkçılara göre, lafız mânâsına üç yolla delâlet eder:
a. mutabakat
b. tazammun
c. iltizam
Takdir olunacağı üzere, sözcüklerin kavramlara
delâleti tayin olunmadan, kavramların hem birbirlerine, hem de nesnelerine
delâletleri tayin olunamaz.
Bilinmelidir ki sözün önceliği, hakikî
(hakikati itibariyle) değildir, mecazîdir.
Ne ki işaret
edildiği gibi, mecaz, ne zaman ilmin elinden cehlin eline düşse hakikate dönüşür ve boş-inançlara kapı açar. Bu, düşüncenin yazgısıdır.
İKİ
Mânâ (anlam) ve mefhum (kavram)
terimlerini hep duyarız, bazen de kullanırız. Acaba aralarında ne gibi bir
fark vardır, denirse, bu farkı şu şekilde açık kılmayı deneyebiliriz: Sözcüğün
anlamı, nesnenin ise kavramı vardır; meselâ elma kelimesinin anlamından, elma’nın kendisinin ise kavramından sözederiz.
Masa dört ayaklıdır, cümlesindeki
masa'yla masa'nın kendisi, masa dört harflidir, cümlesindeki masa'yla
masa sözcüğü kastedilir, yani masa, ilkinde nesne, ikincisindeyse sözcüktür.
Lâkin masa kavramının ne ayakları vardır, ne de harfleri. Zihindeki masa
formu, dile (sözcüğe) karşılık geldiğinde mânâ (anlam), varlığa
(nesneye) karşılık geldiğinde de mefhum (kavram) adını alır.
ÜÇ
Klasik dilbilim metinlerimizden Metn-i
Alâkanın ilk cümlesi ise şöyledir:
Muradı (maksadı) ifade etmenin yolları üçtür:
a. hakikat
b. mecaz
c. kinaye
Hakikat, sözcüğün
ilk anlamıdır. Bardak deyince, gerçekten bardağın kendisini kastediyorsak,
sözcüğü hakikî anlamıyla kullanıyoruz
demektir. Bu durumda bardak sözcüğünün bardak anlamına delâleti, bu ilk
kullanımında hakikîdir.
Kısaca, sözcüğün ilk anlamı ve/veya lugavî anlamı esas
itibariyle hakikî anlamıdır. Dilde hakikatten yola çıkılır ki bu Mantık'ta mutabakat denilen delâlet yoluna karşılık gelir.
Mecaz sözcüğün hakikî anlamında
kullanılmamasıdır. Bir sözcüğün hakikî anlamıyla mı, mecazî anlamıyla mı
kullanıldığını bilmek için, ortada, sözcüğün hakikî anlamıyla kullanılmasını
engelleyen bir karinenin (karine-i mânia) bulunması gerekir.
Bu karine, ya aklî olur, ya da lafzî. Meselâ, bir at uçtu, cümlesinde uçma fiilininin hakikî anlamında kullanılmasına
aklen mâni vardır, zira atlar (hakikî anlamıyla) uçamazlar. Bir kuş uçtu, denilmiş olsaydı, mecaz'dan değil, hakikatten söz ediliyor olacaktı. Buna
mukabil, bir at köprüden aşağı uçtu, denirse, elimizde lafzen de bir karine var
demektir. Bu durumda fiil, düştü anlamında kullanılmış ve mecazî mânâ
kastedilmiştir.
Kinayede ise, hakikî anlamında kullanıldığına
mânî bir karine ortada bulunmamakla birlikte sözcüğün mecazî anlamı kastedilir.
Muhatab kararsızlığa itilmiştir, zira sözcük hakikî anlam ile mecazî anlam
arasında bırakılmış, hakikî anlam kastediliyor gibi yapılıp gerçekte mecazî
anlam kastedilmiştir. Sözcükleri kinayî anlamlarında kullanmak, karda
yürüyüp iz bırakmamak demektir.
DÖRT
Bilimlerde sözcükler hem hakikî
anlamlarıyla, hem de mecazî anlamlarıyla kullanılabilirler. Nitekim
terimler (ıstılahlar) halkın diline/gündelik dile nisbetle mecazî kullanım
sayılırlar ve bilim dalından bilim dalına anlam biteviye değişir.
Bilimadamlarının, kullandıkları terimleri bizzat tanımlamak zorunda olmaları,
bu sebeptendir.
Edebiyata ve bilhassa şiire gelince, bu vadide
hakikat ve mecaz aşılarak kinaye'nin kıvrımlı yollarına sapılır. Şair,
kinaye'nin adamıdır. Sanat sanat için midir, toplum için mi, gevezeliğinin kökeni buralara uzanır.
Şarap içtiğini ifade eden şairin, gerçekte
içtiği şarabın hakikî şarap mı, mecazî şarap mı olduğuna nasıl karar
vereceksiniz?
Kinaye tekniğini bilmiyorsanız, karar
veremezsiniz.
İşinizi zorlaştırmak durumundayım, çünkü bu
tekniği bilseniz de yine karar veremezsiniz, çünkü herkes hakikat'in hakikatini bilmeye
lâyık değildir. Herkes, yani sürüler.
Hakikat liyakat ister!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder