Burada ve şimdi.
Çağdaş’ın iki ayağı. Çağdaşlığın.
Mekân ve zaman, yani bugün, şimdi, şu an.
VE geçmiş. Hani o şımarık şimdi’nin memelerini
emdiği şefkatli anne!
Ve tarih... ve gelenek...
Gözlerim kapalı asırlardır içinde neşeyle
devindiğim rahim.
Kafamla gövdemi bitiştirmek için çırpınıyorum.
XXI. yüzyıl.
Çağdaş bilim, çağdaş sanat, çağdaş yaşam.
Anlamaya, kavramaya, özümsemeye çalışıyorum. Özümsemeye, yani düşünmenin hakkını vermeye. Gelip geçici olanda gelip
geçemeyecek olanı görmeyi istemek mi bütün suçum, bilemiyorum.
Şimdi gövdemin üzerine yıkılmış. Zaman zaman nefes alamıyorum. Aldırmıyor.
VE buradayım. Burada ruhumla olmama izin
vermemekte direten bir şimdinin
baskısı altında. Çağın. Çağdaşın. Çağdaşlığın.
Bedenim belki şimdi’nin elinde, ve fakat
asırlarca ruhumu ondan uzak tutmayı başardığım için övünmeli miyim?
Ruhum geçmişte. Zihnim, bilincim, kavrayışım.
Düşünürken adım adım geriliyorum, yüzlerce
asır öncesine gitmezsem, değil düşünmek, hissedemiyorum bile.
Benim cezam bu işte! Kafamla gövdemi
bitiştirmek zorundayım; bedenimle ruhumu, geçmişle şimdiyi.
Ben’le ötekisini.
Ne yaman bir çelişki! Çoğunluk nazarında, ben geçmiş, o şimdi. O, yani öteki.
Benim ötekimse şimdi, çarşı, yaşam, toplum.
Sevimsiz bir zamir: Onlar.
Ben ve onlar.
Geçmiş ve şimdi ve gelecek.
Aman yarabbî, benim bir değil, hiç geleceğim
yok!
Paramparçayım.
Başım bir yanda, gövdem bir yanda.
Geçmiş ile şimdi’yi birbirini ezmeden yanyana
getirmek kabil mi?
Ben’i ne yapıp edip şimdinin beni hâline
getirmek? Kafasıyla ve gövdesiyle. Ruhuyla ve bedeniyle. Ama bir koşulla.
Asırlardır kendisini emziren anacığını incitmeden, geçmişi tekmelemeden,
şımarmadan, ustalara hürmeti elden bırakmadan, aidiyetlerini inkâr etmeden. Eskilerin
tabiriyle, vâkıf ve nâfiz bir surette.
Düşüncede de, sanatta da bu ikilikten
kurtulmak çok güç. Yaşamın temel gereksinimleri nedense birleşmeye/kavuşmaya
ancak yamacılığın kucağında olmak koşuluyla izin verir.
Yamacılık. Eklektisizmin Türkçesi. Sahteciliğin, göz boyamacılığın.
Geçmiş’le şimdi’nin, geleneksel ile çağdaş
olanın gözkamaştırıcı birlikteliğini ne zaman görsel olarak örneklemek istesem
hemen zihnime üç mekân gelir. Üç radikal teşebbüs. Üç muhteşem yapı. Hem de üç
başşehirde.
Paris, Berlin, Viyana.
1. Paris
1989’da Louvre’un ana avlusuna (Champs-Élysées
ekseninde) Çin asıllı mimar Ieoh Ming Pei tarafından yerleştirilen bir prizma,
bir çelik-cam piramid.
Bu piramid Paris’in yeni sembolü. Eyfel çoktan
geçmiş oldu. Paris’in şimdisi Louvre’un ana avlusunda yirmi
yıldan beridir ziyaretçilerini hoşâmedi ediyor. Eyfel bir oldu-bitti idi,
gözler ona zorla alıştı. Gözünüzü kaçıramazsınız, bir zorbadır Eyfel. Oysa
piramid mütevazı bir davettir. Korkmazsınız, seversiniz.
Dünyanın en saygın müzesine mi girmek
istiyorsunuz, çaresiz bir şimdi’nin içinden geçmek zorundasınız, bir başyapıtın
içinden, bir prizmanın içinden.
2. Berlin
1894 tarihli ünlü Reichstags (Parlamento)
binasının tepesinde şimdi bir çelik-cam kubbe yer alıyor. 1999’da bir İngiliz
mimar, Sir Norman Foster tarafından tasarlandı.
Bir başyapıttır. Her şeyiyle. Şimdi ile
geçmişi birbirini ezmeden biraraya getiren en esaslı girişimlerden biri. Şeffaf
bir kubbe. Panteon’da olduğu gibi onun da tepesi açık bırakılmış.
Reichstags sadece Alman siyasî bilincinin
tarihini özetlemekle kalmaz, kafasıyla gövdesini de bir araya getirir. Ne ki
zorla. Yenilmiş bir ulusun mahcub edasıyla.
3. Viyana
Café Landtmann. Viyana’nın en gözde
cafe-restaurant’larından biri. Zarif ve nazik. Bir tarafında Burgtheater, bir
tarafında Rathaus, Viyana’nın gözbebeği. Romy Schneider’ın cafesi. Freud da çok
severmiş.
Hawelka’nın tam karşıtı. Hawelka ne kadar
salaş ve doğal ise, Café Landtmann o kadar asil ve seçkin görünür. Bu yüzden kahvehane değil, café.
Görmek gerek, birkaç yıldır önünde nefis bir
kış bahçesi var. Yanısıra yazlığı da. Yapımı 2006’da başladı, 2007’de bitti.
Mimarı Manfred Wehdorn.
Yine cam-çelik konstrüksiyon. Yazlık bahçede
ahşap malzeme katkısıyla dengelenmiş.
Her üç yapıda da geçmiş ve şimdi birarada. Hem
klasik, hem modern. Hem dün, hem bugün. Çelişkinin hası. Çelişkinin ve ahengin.
Çünkü cam ve çelik. Nazarımda stilize edilmiş çağdaş rustika.
Taş, tuğla ve ahşap geçmiş. Cam ve çelikse şimdi.
Bana ne yapmak istediğimi soruyorsun ey talib,
yılın ilk günü, söyleyeyim o hâlde:
Kafamla gövdemi birleştirmeye çalışıyorum.
Ruhumla bedenimi. Aklımla gönlümü. Yani geçmiş’le şimdiyi, düşünce’yle sanatı,
bilgi’yle inancı, hâsılı medrese’yle tekkeyi.
Beni bende, seni sende bilmeye çalışıyorum.
Seni kazanırken bu sefer kendimi kaybediyorum.
Anlamıyor musun, daha doğarken ölüyorum ey
talib!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder