25 Ağustos 2007
Nasıl ki bir kimsenin ahlâkçı olması ile ahlâklı olması arasında çok büyük bir
fark varsa, kişinin hikmet’e sahip
(hakîm) olmasıyla hikmet’in bilgisine
sahip olması arasında da aynı şekilde büyük bir fark vardır,, tıpkı feylesof ile mütefelsif veya felsefe ile tefelsüf arasındaki farklar gibi.
Felsefe tarihçileri bizi felsefe’nin
kendisiyle tanıştırmazlar, aktardıkları —pek tabii ki kendi çapları ölçüsünde—
muayyen bir açıdan felsefe’nin tarihi, yani hikâyesidir.
Tarihçilik en nihayet bir seçme ve ayıklama,
tasnif ve terkib işlemidir. Demek ki tarihçilikte ihmâl zaruridir; meslekî zorunluluktur. Her tarihçi, resmederken, kendi seçimlerinin,
dolayısıyla ihmâllerinin mümkün kıldığı kadarıyla resmeder.
Hikmet taliplerinin hikmet’in tarihini de
öğrenmeleri gerekir. Bunda kuşku yok. Ancak yine de bir hikmet talibi gün gelir
de hikmet’ten nasibine düşeni alabilirse, kendisini en az borçlu hissedeceği
kaynakların başında felsefe tarihleri yer alacaktır. Bu nedenle hikmet’ten nasibini almadıkça, kişinin gidip
hikmet’in tarihiyle meşgul olması, vaktini boşu boşuna heba etmesi demektir.
Hâl böyleyse felsefe tarihi kitapları hangi
ihtiyaca cevap verirler?
Felsefe sözlükleri hangi ihtiyaca cevap
veriyorlarsa, felsefe tarihleri de benzer ihtiyaçlara cevap verirler.
Yani felsefe’yle meşgul olan,
felsefe’nin/felsefe dünyasının içine girmiş olan hikmet talibi, anlamını
kavramakta güçlük çektiği bazı kelime ve ıstılahların (terimlerin) ya da bazı
mânâ ve mefhumların (kavramların) genel açıklamalarını görmek amacıyla
sözlüklerden yararlanma ihtiyacı hissettiği gibi, filozofların hayatını,
ustalarını ve talebelerini, hikmeti nasıl anladıklarını veya anlattıklarını vs.
—bir kronoloji dahilinde— öğrenmek amacıyla pek tabii ki felsefe tarihi
metinlerine de, tabakat kitaplarına da başvurma ihtiyacı hisseder,
hissetmelidir de.
Lâkin ne zaman?
Hiç değilse, hikmet pınarının o saf suyundan içmeden (en azından ciddi olarak
içmeyi denemeden) önce değil! Çünkü hikmet’le, hikmet’in kendisiyle tanışmadan
evvel hikâyât ile meşgul olmak, sırf heveskârlık icabı lüzumsuz bir sürü
filozof ve kitap ismini bellemek, hatta içi doldurulmamış kelime ve mefhum
listeleriyle boğuşmak abesle iştigâlden ibarettir.
Reçeli kavanozundan yalamak, biçiminde tabir
ettikleri aymazlık budur işte!
Hikmet adlı o güzel sevgilinin kendisini ihmâl edip üzerindeki libası
seyretmek, bir açıdan, yolu gösteren levhanın işaret ettiği istikamet üzere
gitmek yerine levhanın kendisini incelemekle yetinmek gibidir.
Hikmet’i, yani hakikatin bilgisini, kendimiz için aramak, ne pahasına olursa
olsun aramak ve şayet nasibimiz (nisbetimiz) varsa onu bir an evvel bulmak
zorundayız.
Evet, kendimiz için aramak ve bulmak
zorundayız.
Kendimiz
için, yani kendimizi tanımak için, yani kemâle ermek için, yani
nasıl olup bittiğini anlamadan kendimizi bütünüyle sarılı bulduğumuz şu dünya adlı çile yumağının içinden
hakkıyla/lâyıkıyla sıyrılabilmek için.
En nihayet adam gibi yaşayabilmek ve adam
gibi ölebilmek için.
Hâsılı, başka bir şey için değil, kendimiz
için kendimizi aramak ve bulmak
zorundayız.
Ey talib, hikmet çağrılarının hakikisi ile
sahtelerini birbirlerinden nasıl ayırtedebileceğini soruyorsun.
Pazardaki satıcıları iyi gözle, ve bak
bakalım, ellerinde tuttukları, tadını öve öve bitiremedikleri şu reçel kavanozunun
kapağı hiç açılmış mı?
Ayrıca öğrenmeye çalış, efsanevî tadın
hikâyesini dillerine dolayanlar, bu tadı sadece işitmişler mi, yoksa bizzat tatmışlar
mı?
Kendileri hâl ehlinden midirler,
yoksa kal ehlinden mi?
Bilgileri husulî midir, hudurî mi?
Satırdan mı
konuşuyorlar, sadırdan mı?
Kendisi de sadırlara yazanlardan mı, satırlara yazanlardan mı?
Malum a, bu soruların cevabını bulmak bir talip için
hiç de kolay değil, üstelik o talip, sadece hikmet’in bilgisine (hakikatin
bilgisinin bilgisine) talip ise.
Lâkin hikmet’in bilgisine değil de, kendisine
talip ise, cevapları aramasına bile gerek yok, henüz öğrendiği elif’i yazsın hemen
meydanın ortasına, çarşı da, çarşıdakiler de, reçel kavanozları da hâk ile
yeksan olsun!
Olsun da elif'in iki ucundaki noktalar açığa çıksın!
Nokta değil, iki nokta, yani ikili birlik!
Tek nokta asla açığa çıkmaz çünkü!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder