15 Ağustos 2009
Efsaneye göre, Narkissos sudaki hayaline bakıp
kendisine âşık olur, tıpkı bizler gibi. Her insan gibi. Hep zahire bakar. Hep zahire bakarız. Çaresiz, elimizden tutan olmadıkça dünyayı hep zahiriyle
idrak ederiz.
Ne acınası bir zavallılık! Oysa suda görünen
nedir ki?
Sûret-i mahsüse, yani imaj, yani sadece
duyularla algılanabilen.
Ah, insan bir de içine bakabilse! Asıl o
suret-i batına’sını görebilse. İçini, evet, bütün zavallılığıyla ve bütün
ihtişamıyla içini.
İnsan, nerede ve nasıl görebilir içini?
Elbette hakikî bir dostun aynasında.
İnsan bir tek insanda görebilir insanı.
İrfan geleneğimizin büyük ustalarından
Azizüddin Nesefi (öl. 1287) cenneti de, cehennemi de üçe ayırır.
1. Ahmakların cenneti ve cehennemi
2. Akillerin cenneti ve cehennemi
3. Aşıkların cenneti ve cehennemi
Yani arzularının tatmini cennet, tatminsizliği ise cehennemdir.
Karnı iyice doymuşsa, eh, kadını/kadınları
veya erkeği/erkekleri de yanındaysa, bu arada da dünyadan biraz incik-boncuk
toplamışsa, ahmağın cânı cennetteymiş gibi olur. Değilse, cehennemin dibinde
yanıyormuşcasına azab çeker. Duyuların tatmininden ötesini bilmez de, aramaz
da.
Hangi duyuların?
Bilhassa dış duyuların. Ahmak, tıpkı hayvanlar gibi, ne yapıp edip görmeli, duymalı, koklamalı,
tatmalı, ellemeli, bağırmalı çağırmalı, elde etmeli, öne geçmeli, galip
gelmeli, yenmeli, kazanmalı.
Yoksa yok olur!
Ahmağın dünyası duyularının sınırlarından
ibaret olduğu için, ister istemez, cenneti de, cehennemi de duyusal olacaktır. Yiyecekler,
içecekler, evler, huriler, vb.
Hakikat karşısındaki perdeleri üçtür avamın:
yemeğe içmeğe (şehvet-i batn), kadına (şehvet-i ferc), çoluk çocuğa (mehabbet-i evlâd) düşkünlük.
Herkes bu dünyada nelerin peşindeyse, öte
dünyada da aynı şeylerin peşinde olacaktır.
Kısacası, isteyene istediği verilecektir!
Kaderince ve kadarınca herkese!
Akillerin cenneti terk, cehennemleri ihtiyaçtır.
Duyularının tatminini aşıp daha yukarıda
bulunan aklın tatminiyle meşgul olan zevatın bir kat aşağıya inmesi ne acıdır,
ne büyük züldür, ah bir bilinse!
Mecburen duyusal ihtiyaçları karşılamak için
ayırılan vakit, böyleleri için boş vakittir. Duyuları tarafından rahatsız
edilmek istemezler. Hiç değilse zaruri miktarın üstüne çıkmak istemezler. Aklî
faaliyetlerine ara verip duyusal ihtiyaçlarını karşılamakla meşgul olmak bilgin
adamın en büyük ızdırabıdır. Okumalı, düşünmeli, araştırmalı, karşılaştırmalı,
kısacası aklın mâverasında dilediğince gezinip durmalıdır o! Dünyanın temel
ihtiyaçları tarafından bir an bile rahatsız edilmemelidir.
Duyuların dünyasını terkettiğinde kendi
cennetine adımını atar, o dünyaya geri döndüğünde ise tekrar ızdırap içinde
yanmaya başlar. Kahrolası hanede evlâd u iyal var diye diye yanar durur.
Havassın da hakikat karşısındaki
perdeleri üçtür: Dış görünüşe,
gösterişe, mala mülke ve makam mevkiye düşkünlük... (arayiş-i zahir’e, taleb-i
mal’a ve taleb-i cah’a mehabbet)
Garip ama öyle!
İnsan en korktuğuna tapar. Aydınlar da.
Cehennemden (ihtiyaçlarından) kaçmak için cehennemin
en dibine inenlere akil adamlar denebilir mi?
Denir elbette. Cehennemleri kendi gibileriyle
dolu çünkü. Aydınların cehennemi. Sırf düşünmek uğruna aşka ihanet edenlerin
cehennemi.
Terk ehli olanlar kendi cennetlerinde
mutlu-mesud yaşamlarına devam ederler. Ama birer hesap makinesi gibi
yaşarlar... sayarlar ve ölçerler... araştırırlar ve bulurlar... Lâkin kendilerinden gayrı ne varsa, hep
onu...
Kendilerini ise hep unuturlar.
Sebebi, hakikatte, mehabbet-i nefs’tir!
Bir âşık için sevgilinin yüzünü görmemekten
büyük ızdırap olabilir mi?
Cemalden mahrumiyet işbu nedenle âşıkların
cehennemidir. Katmer katmer hicablar ile sarmalanmış bir çehreden, dahası o
çehrede ışıldayan şehlâ-nigâhın derinliğinden mahrum olmak, ne acınası bir
durumdur bir âşık için! Gözlerden, aşkla, şevkle, iştiyakla bakan o kapkara
gözlerden..
Peki maşuk için?
Hak için?
Hakikat için?
Hiç kuşkusuz, hicablardan ötürü maşuk da yanar
âşıkıyla beraber. Keşf edip açsın da âşık cemalini görsün ister. Bakarken
hakikatine ersin ve hakikatinde erisin ister. Çünkü âşıkın gözlerinde, o da
bizzat kendini görmek ister! Hak, zâtını bizatihi aşkta görmek ister.
Mal mülk ahmakların, makam mevki akillerin olsun, bak, ben hep senin huzurundayım, divanen olarak. Uğruna aklını terketmiş olarak, belki yalınayak, belki çırılçıplak. Hadi, kaldır şu yüzünden hicabını da naz etme ey sevgili, bir kez olsun, çevir yüzünü de bak şu mecnûnuna!
Böyle der ve ağlar âşık! Bir ömür boyu. Başkalarının cennetinde
yaşamaktansa kendi cehenneminde kavrulmayı göze alır.
Sevgiliyse, cilvesini sürdürür ve kibriyasından
hicabını kaldırmaz, zira âşıkının gözlerinde değil, gözyaşlarında seyretmek
ister kendisini, zâtıyla değil, esmâsıyla.
Aşıkların göz pınarı işte bu yüzden hiç
kurumaz.
Gözyaşlarının herbir damlasında bir isim tecellî ettiği için kurumaz.
Özüm gereği bu dünyaya muhalifim ben. Çünkü
ahmakların cennetinde yaşamayı bile isteye reddediyorum! Ahmakların cennetinde kahkaha var, âşıkların cennetindeyse hüzün.
Hüzünle soruyorum o halde:
Ey sevgili, n’olur cevap ver, niçin ısrarla
beni benden gizliyorsun?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder