Sayfalar

HAKİKAT BU-ARA-DA DEĞİL, O-ARA-DA


28 Ekim 2006


Bir edebiyatçı, Dostoyevski’ye Karamazov Kardeşlerde büyük engizisyoncunun söylevini iki kez ve büyük bir merakla okuduğunu, ikinci okuyuşunda ise saatini eline aldığını söyler.

Dostoyevski şaşırır ve hemen sorar:
- Saatinizin elinizde ne işi vardı?
Açıklama çok ilginçtir:
— Romanınızda söylevin şu kadar dakika tuttuğunu söylüyorsunuz ya, bir kontrol edeyim dedim. Gördüm ki hesabınız tutmuyor. Söylevin süresi, romanda belirttiğiniz süre değil.



Romancının çilesi biter mi?

Bitmez.

Yine yazarın biri, Dostoyevski’nin Budala romanını okur ve karşılaştıklarında bir vesileyle romancıya, romanını beğendiğini ama gerçeğe aykırı şeyler bulduğunu söyler.


Dostoyevski de hayretle (!) sorar:
— Gerçeğe aykırı olan nedir?
Adam şu açıklamayı yapar:
— Geçen yaz Pavloks’taydım. Kızlarımla dolaşırken, romanınızın kadın kahramanı Aglaya Epançina’nın yaşadığı, İsviçre dağ köşkleri tarzındaki o görkemli kır evini aradık ama bulamadık. Bağışlayın beni, ancak Pavloks’ta böyle bir ev yok.
Bu cevaplara bakıp romancının yüzünün ne hâl aldığını, sanırım, tahmin edebiliriz. Ne hâl aldığını, yani muhatablarına nasıl da acıyla bakmış olabileceğini...
— Gerçeğe aykırı olan nedir?
Dostoyevski’nin sorusundaki tonlama gayet dehşet verici.

Hakarete uğramış yaralı bir gönlün feveranında şiddeti hissetiren bir şaşkınlık ve muhtemelen bir çift de acılaşmış şaşkınca gözler...
— Gerçeğe aykırı olan nedir?
Sanat ile gerçek arasında bir bağ olmak zorunda değil. (Burası açık.) Fakat kendisiyle gerçeklik arasında bir bağ, bir bağıntı olmayan sanat, zaten sanat değildir. (Bakınız, burası hiç de açık değil.)
Herhangibir sanat eserinde gerçeği aramayınız, bulunmaz çünkü. Bulduğunuzu zannettikleriniz ise gerçek değildir.
Peki nedir?
Amiyane tabirle, sadece gerçeğin bir benzeri, bir temsili.
Aramanız gereken ise, ne gerçek, ne de gerçeğin benzeri, tam da aksine gerçeklik.










Gerçeklik deyince Platon'a müracaat etmemek olur mu? 








Güzel’in güzellik’ten pay alması gibi, gerçek de gerçeklik’ten payını alır. Sanat da gerçeği değil, işbu gerçekliği anlatır, hiç değilse anlatmayı dener.
Parmağa değil, parmağın işaret ettiği yere bakmayı becerdiğimiz takdirde, ancak o zaman sanat eserinde temessül eden gerçeklik ile temas etmeyi de becerebiliriz, üstelik bizi de kuşatan o ele geçmez, avuca sığmaz gerçeklikle.
Çiçeğin kendisini koklamak varken, niçin resmini seyredelim?
Gerçek çiçeğin kendisinde, hatta çiçeğin kendisi.
Peki ya çiçeğin gerçekliği?
Gerçekliği bilmeden bu sorunun cevabını veremeyiz.
Ne garip, çiçeği, yani gerçeği biliyoruz güya, ama çiçeğin gerçekliğini anlamakta/kavramakta güçlük çekiyoruz. Çünkü gerçek (vakıa) düzeyinden kolay kolay gerçeklik (hakikat) düzeyine çıkamıyoruz.
Düşünür (bilgin), bu düzeye adım adım yükselen adam! Yürüyen ve koşan adam.
Sanatçı (derviş) ise sıçrayan. Kanatlarıyla uçan. Yürümeye, koşmaya tahammülü olmayan.
Biri akıl, diğeri muhayyile aracılığıyla gerçekliğe yakınlaşmaya çalışır bu yüzden.
Sonuç hiç de beklenildiği gibi değildir oysa. Akıldan yardım alan gördüğünü, görebildiğini açıklar, tatsız-tuzsuz da olsa açıklar, ne yapıp edip onu açık kılmaya çalışır, herbir basamağı tek tek adımlamış olmanın sıkıntısını muhatablarına da yaşatır. Bir bilgin gibi.
Muhayyilesinin önüne düşürdüğü ışığı takip eden ise, birdenbire gerçeklikle çarpışır ve şaşkınlık içinde temaşa ettiğini/edebildiğini anlatmaya başlar, benzetmelere başvurur, istiarelerden, tariz ve kinayelerden yardım almaktan başka bir çare bulamaz. Gösteremez, gösteremediği sürece açıklayamaz, sadece işaret eder, elindeki imkânları kullanarak gerçekliğe parmağını uzatmakla yetinir. Yalvaran gözlerle muhatablarına bakıp, gördünüz mü, diye kendilerinden çaresizce onay bekler, gördünüz mü bakın işte orada, der. Bir derviş gibi.
Oysa oradaki gerçek değil, gerçeklik. Üstelik gerçek her halukârda o-ara-da değil, bu-ara-da.
Gerçeği istiyorsan ey talib, demek ki bu-ara-da kalacaksın, ve fakat ben ne yapıp edip o-ara-ya gitmek zorundayım. Hakikatin yanına. Gerçekliğin. İdea'nın. A'yan-ı sabitelerin yanına.
Becerebilirsem, ölmeden önce.
Beceremezsem, öldükten sonra.
Ama her hâl u kârda.
Ölümüne yani.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder