9 Ağustos 2008
Cilveleşmek...
Nedir cilveleşmek?
Çoğu kimsenin aklına gelen/gelecek olan mânâ:
oynaşmak.
Peki cilve?
Cilve de malum.
Fakat bu malum, umumun malumu: sevgilinin oyunları, ilgi
çekmek amacıyla yaptığı naz, eda, işve...
Cilve’nin oyunla, cilveleşme’nin oynaşmayla
alâkası zahiren o kadar sarihtir ki bir meraklının cilveli’ye karşılık olarak sözlüklerde aynı kökten bir kelimeyle
karşılaşması işten bile değildir: oynak.
Hareketli, yerinde duramayan, kıpır kıpır...
Cilve kelimesinin çağrışımlarını izlemeyi şimdilik bir kenara bırakalım ve oyun kelimesinin peşinden gidelim.
Sana öyle bir oyun oynarım ki!
Bu tehdit ifadesindeki mânâ gayet vâzıh değil
mi?
Sanki şöyle denmiş gibi:
Arkandan öyle işler çeviririm ki!
Oyun
oynamak tabirinde hep bir gizlilik mânâsı kendini açığa vurur.
Nasıl bir gizlilik?
Kötü niyetli bir gizlilik.
Oyun
oynayanlar, bu yüzdendir ki kötü niyetlidirler, kötü işlere niyetlidirler.
Nitekim oyunun açığa çıkması, oyunun bozulması, kötü niyetli kimselerin
amaçlarına ulaşamadığını gösterir.
Burada oyun kelimesinin yerine hiç tereddüt
etmeden hesap kelimesi
konulabilir. Entrika ve tezgâh kelimelerinin ifade ettiği, o
her adımı inceden inceye hesaplanmış, planlanmış oyunları hatırlayınız lütfen!
Saray entrikalarını ve hapishane tezgâhlarını...
Oyun
oynama'daki bu olumsuz vurgular, acaba oynaşmada, niçin birdenbire yerini olumlu vurgulara bırakıyor?
Oyun
oynama'da işin içine akıl/zekâ
karışıyor. Akıl, yani hesap, ölçüp biçme, planlama. Buna mukabil oynaşma süreci bütünüyle kendiliğinden
ve daha da önemlisi hissî, yani hem
duyusal, hem duygusal...
Şimdi tekrar cilve’nin, cilveleşme’nin
o güzelim yüzünü seyredebiliriz, öncelikle ve tabii ki dış yüzünü. İmkânımız
olsaydı belki iç yüzünü.
Cilve, kadîm Arapça’da, zifaf gecesi gelinin kendi yüzündeki tülü kaldırması
anlamına gelir. Cilve örtüyü/perdeyi/peçeyi açmak demektir, yani gizli olanın
ortaya çıkması, açığa gelmesi, görünür olmasıdır cilve.
Cilve’nin tecellî kelimesiyle aynı kökten olduğu hatırlanacak olursa, gizli
ve saklı olanın açığa çıkmasına niçin tecellî
denildiği daha iyi anlaşılır sanırım.
Sevgilinin kendisini gösterişine, belli
edişine tecellî denir ve bazıları
O’nun her yerde tecellî ettiğine inanır, bazıları inanmaz, bilir. Görür çünkü.
Apaçık. Aşikâr.
Keşf ile cilve kavramları
arasındaki anlam ilişkisine dikkat et ey talib!
Her iki kelime de örtüyü açmak, perdeyi
kaldırmak anlamına gelir. Lâkin keşfeden, keşf suretiyle perdeyi açan hep bir
başkasıdır, yani başkasının yüzündeki örtünün kaldırılmasına keşf, kaldırana ise kâşif denir. Oysa cilve ve tecellîde
örtüyü kaldıran, bizzat örtünün sahibidir. Gösteren kendisidir. Mütecellîdir.
Ne ki o kendi yüzünden perdeyi süratle,
birdenbire, beklenmedik bir anda kaldırırsa, bu işvenin adı cilvedir. Şayet yüzündeki perde daha
yavaş, daha sakin açılıyor ve açığa çıkıştaki süreklilik ve zenginlik muhatab
tarafından zamanla idrak ediliyorsa, işbu açılış bir tecellîdir. (Bir de zuhur kelimesi var ki o bir bahs-i diğer!)
Sevgili kimilerine tecellî suretiyle, kimilerine cilve
sûretiyle kendini gösterir. Cilvenin etkisi ve pek tabii ki hazzı, tecellîden
şiddetlidir. Adamı yere serer.
O herkesle cilveleşmez. Herkese cilve yapmaz.
Fakat herkese tecellî eder. Herkesin gözü önünde açığa çıkar. Görene.
Görebilene. Görmeyi bilene.
Tecellisî görülmeyebilir, ama cilvesi aslâ!
Cilve yaparsa, yani peçesini birdenbire
indirirse, cemalini aniden gösterirse, görürsün, görmek zorunda kalırsın.
Hazzının şiddeti de buradan kaynaklanır.
Ey tâlib, sen yine de, edeb ya HU, de,
Varlık’ın tecelli edişini kendi makamınca, kendi hâlince bekle!
Cilvelerinden
sakın!
O cilveleriyle can yakar, can alır çünkü. Sevdiğinin canını. Bir tek
onun canını. Bir anda. Hiç beklemediği bir anda.
Baksan â, Musa’ya tecelli etti nazarını aldı;
İsa’ya cilve yaptı canını aldı; bir çırpıda. Acılar çektire çektire.
Ne can yakıcı bir cilve değil mi, İsa, rabbim rabbim! Beni niçin terkettin, diye inlerken yârinin koynundaydı ama farkında
bile değildi.
Bilenler bilir, sevgilisi her dâim Şiblî’ye
tecellî eder, onun önünde soyunup dökünmekten hiç fariğ olmazdı. Oysa dostu
Hallac-ı Mansur, tecellîlerle yetinecek adam değildi, cilve istedi, cilveleşmek
istedi.
Hak kimin duasını kabul etmemiş ki Hallacınkini etmesin! Hemen kabul
etti. Canını aldı, yanına, bir anda, acılar çektire çektire, sadece
tenine.
Celâleddin’in hikâyesini de hatırla!
Hak onu
bıraktı, önce, üstadını yanına aldı. Şems’i. Acılar çektire çektire. Sadece
tenine.
Çünkü cânı çoktan cânan ileydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder