Sayfalar

NE NARA, NE ÇIĞLIK


6 Ocak 2007

İnsan niçin çığlık atar?

Korktuğu için, şeklinde akla gelebilecek ilk cevabın kadınsı (dişil) karakterini bir kenara kaydediyorum. Çünkü korkmak’tan yayılan bir tür güçsüzlük kokusunu birçokları gibi ben de duyuyorum.

Korktuğu için çığlık atan kişi, ister istemez (iradî veya gayr-ı iradî) güçsüzlüğünü ilan etmiş olur. Öyle ki o durumda kişinin çıkardığı sesin şiddeti bile, gerçekte, korkusunun şiddetiyle mütenasiptir.

Korku, gerçekte varolma duygusuna özgü bir hamle. Belki de son bir hamle. Çığlıksa bu hamlenin dışa yansıyan en şedîd göstergesi.

Korkmak, hep bir şeyden korkmaksa şayet, ki öyledir, korkan kişi çığlık attığında sadece varolduğunu haykırmakla kalmaz, varoluşunun tehlikeye girdiğini duymuş,  tabiatıyla, başkalarına duyurmuş da olur.

Çığlığın nedenleri arasında yardım talebinin bulunması işte bundandır. Güçsüzlük, kişinin, gücü kendi dışında aramasına yol açar, çığlığın amacı, başka bir gücü (güçleri) yardıma çağırmaktır. Bir tür imdat çağrısı, medet isteği.

Tehlikeyi tek başına def etmeye gücün yetmediğinde, kişi, başkalarından medet ister, imdat diye bağırır; yok oluyorum, yardım edin, yardımıma gelin lütfen, demeye çalışır.

Çığlık, ne kadar yokluk bildirimi ise, nârâ (na’ra) da bir o kadar varlık bildirimidir. Öfkenin neden olabileceği bağırmak, böğürmek gibi benzer anlamlı sözcükleri nârâ atmak’la ilişkilendirip tam da burada nârâ’nın erkeksi (eril) anlamına işaret etmek istiyorum.

İster eskiden mahalle kabadayılarının veya sarhoşların attığı nârâları aklımıza getirelim, isterse savaş sırasında atılan nârâları, farketmez. Nârâ, her hâlukârda başkalarına hep bir ben varım, ve sizi yok edebilirim (edeceğim) mesajı gönderir. Kısaca, bir tehdid (göz korkutma) anlamıyla yüklüdür.

Çığlığın aksine nârâ’nın eril karakter taşıması bu sebepledir. Çığlık pasif, nârâysa aktiftir çünkü. İlki varlığın artışından, diğeriyse azalışından türer. Kişinin varlık duygusundaki artış, nârâ aracılığıyla kendini gösterir. O bir taşkınlıktır, bir varlık bildirimidir, hem de kendince kendinden taşan, güya kabına sığmayan bir varlığın bildirimi.

Varolanların değil, belki garip gelecek ama, daha çok varolanların taşkınlığının sonucudur nârâ. Onların daha çok varolmaları, başkalarının daha az varolmalarına yol açacağından, nârâda bir tehdid vurgusu hissedişimiz boş da değildir, boşuna da değildir.

Nârâ, gerçek anlamıyla bir bağırtı, bir böğürtü, bir gürültü, çoğalan, kaplayan, kapsayan, her türlü çığlığı yok eden, korkutucu, yıkıcı bir gürültü.

Nârânın bir içeriği, bir başka deyişle, ihtiva ettiği özel bir anlam yoktur, tıpkı çığlık gibi. Ne nârâ, ne de çığlık atan kişi hakkında, bu adam ne diyor, diye sorabilirsiniz. Anlamı içeriğinde değil kendisindedir, maddesinde değil suretinde. Bu yüzden her ikisi de cüzlerine bölünemez. Kavramsal olarak yalındırlar. Yalın, yani basit.

Çığlık atan korkar, nârâ atan ise güya korkutur. İlki hücrelerine değin yokluk korkusunu hisseder, ikincisi hissettirir.

Sözümona iktidarın sesidir nârâ. Yok edici olanın sesi. Toplumun sesi. Biz’in sesi. Kucaklayan, kuşatan, varlığı duyuran, varlığa getiren değil yok eden, yok edeceğini ihtar eden bir ses.

Toplumun attığı nârâlar arasında bireyin çığlığı duyulmaz, duyulamıyor da nitekim.

O hâlde, varolmak için, varlığımızı duyurmak için etrafa nârâlar mı savurmalıyız? 

Varolmak için yok mu etmeliyiz?

Çığlık yerine nârâyı mı tercih etmeliyiz?

Gürültü çıkarmaya gerek yok, sohbet kâfi.

Dostunuzu (gönlünüzü) çağırınız, gerekiyorsa siz onun yanına gidiniz, sonra oturup karşılıklı olarak sohbet (musahabe) ediniz.

Bu takdirde, belki varlığınızın değil ama, Varlık’ın kokusunu duyacağınızdan emin olabilirsiniz.

Unutmayınız, her dua gerçekte bir sohbettir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder