Sayfalar

HEP BİR SONRA'N OLACAK


29 Nisan 2007  

Çocukken Meksika’nın keşfiyle ilgili bir kitap okumuştum. Meksika’yı keşfeden Veracruz, meçhul bir dünyaya ayak bastığını ve burada meçhul bir düşmanla karşılaşabileceğini anlayınca korkup da geri dönmeye kalkışmasın diye gemilerinin hepsini yaktırmış. (...) Önemli bir karar vermek zorunda kalınca hep Veracruz’u düşünürüm. Evet, kararımı verdim: gemilerimin hepsini yakacağım. (Irwing Wallece’ın Temas adlı romanından.)
Ne ilginç değil mi, gemileri yakacağımız zaman biz de hep Tarık b. Ziyad'ı düşünürüz.

Türkçe’de karar sözcüğünün alıp verilen bir şey olarak kavranılması dikkat çekicidir. Kararı ya alırız veya veririz. Aldığımızda, geleceğimizi karar altına alırız, geleceğimizi sınırlamak/kesinleştirmek ihtiyacı hissettiğimiz zamanlarda alırız. Uygulamaya geçtiğimizdeyse karar bizim için verilen bir şey hâline gelir. Bir şeyi düşündüğümüzde karar alır, yapacak olduğumuzda ise karar veririz.

Alırken daha temkinli, verirken daha aceleciyizdir. Düşünürken alır, yaparken veririz.

İnsan, çokluk, dengesizlikten, inişlerden çıkışlardan tedirgin olur; belirsizliğe tahammül edemez, kesinliği arzular. İstikrar arar. Kararsızlıktan da nefret eder bu yüzden.
Evet, kararımı verdim: gemilerimin hepsini yakacağım!
Bakınız, karar vermek nasıl da şiddet doğuruyor?

Kişi kendisini nasıl da tek seçeneğe mahkûm ediyor?
Kararlı adam!
Yani tereddüt etmeyen, başına gelecek olanlardan perva etmeyen, kararını uygulayan adam!

Böyle düşünüldükde, kararsızlık, ne kadar olumsuz, hatta sevimsiz bir hâl, öyle değil mi?
Nefsi, tek seçenekle sınırlama becerisi olmayan (mütereddit) bir hâle düşürmek, kaçınılması gereken bir felâket âdeta. Karar almalı, karar vermeli ve yapmalı. Her daim kararlı olmayı istemeli.

İşte size istikrar dedikleri görece güvenlik ortamı!

Oysa doğa, kararı pek sevmez, tek seçeneğe, insan vehminin vehmettiği ölçüde düzenli davranmaya razı olmaz. Şaşırtmaktan hoşlanır. Her şartta, her hâlde, her kârda aynı neticelerle karşımıza çıkmayı tercih etmez.

Zannedildiği gibi çok da tutarlı değildir doğa.

İnsan doğası da böyledir. Zorunluluktan hoşlanmaz.  Öyle ki aynı nedenler —zannedildiğinin aksine— bazı durumlarda hep aynı sonuçları doğurmaz.

Zorunluluk, doğaya yabancı.

Bu nedenledir ki Kelâmcılarımız, doğanın eylemlerini âdet sözcüğüyle adlandırmışlar, bu eylemlerin öylece olageldiklerine, yani olmalarında herhangibir zorunluluk bulunmadığına işaret etmişlerdir.

Modern bilimin yaslandığı ideoloji, bilhassa XIX. yüzyılda, sadece doğal olguları değil, toplumsal olguları da yasa kavramı altında eritmek suretiyle açıklamaya pek özen göstermiş, gelişigüzel doğal yasalardan, toplumsal yasalardan sözetmeyi hep marifet bilmiştir.

En nihayet XX. yüzyıla gelince, insanın duyguları dahî, çaresiz, psikolojik yasalara tâbi kılınmıştır.

İnsan vehmi, belirsizlikten korkar ve kesinliği, zorunluluğu arzular.

Evet, kesinliği ve zorunluluğu talep eden insan vehmidir, yani matematiği mümkün kılan tecrid gücü. Günümüzde daha çok kurgu ve kuruntu ürettiği sanılan yeti.

Matematik: sayılabilir ve ölçülebilir olanın bilgisi. Hesabın bilimi. Planlamanın yani. Eşyayı kesin ve zorunlu hâle getirmenin, bu işlemi nicelikler (kantite) aracılığıyla yapmanın.

Peki nitelikler?

Matematik bilimlerinin konuşmakta isteksiz oldukları bir alandır keyfiyât (kalite) sahası.
Karar almaya veya karar vermeye düşkün olanların, kesinliğe ve zorunluluğa ulaşmayı arzuladıkları ölçüde şiddete başvurmaları kaçınılmaz olduğuna göre, nicelikler aracılığıyla tanımlanan dünyanın, şiddet doğuran bu kararlar karşısında umulmadık sürprizler (keyfiyât aracılığıyla bazı şakalar) yapmaktan kendisini alamayacağını tahmin etmek güç olmasa gerek.

Ey talib, bir düşün bakalım, karar verirken, verilen bir kararın konusu olmandan daha yıkıcı bir şaka tasavvur edebilir misin?

Bu kararsız adamı dinle de sakın gülerken kendisine gülünen olma, e mi?

Aslâ son gülen sen olmayacaksın.

Hep bir sonra’n olacak çünkü!


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder