26 Nisan 2009
Bizim ustalarımız cemâli kemâl’de bulmuşlar, yani mükemmel olana, kendi amacına
ulaşmış olana güzel demişler.
Hüsn ü cemal dediklerindeyse, hüsnü güzelliğin zahiri için, cemali güzelliğin batını için kullanmışlar.
İnsanın fiilleri sözkonusu olduğunda işbu güzel kelimesinin yerine hiç çekinmeden
iyi kelimesini koyabilirsiniz.
Nitekim Osmanlı Türkçesinde bu kavramlar hayr
u hasenat (iyilik-güzellik) şeklinde yanyana kullanılırdı.
Dillerin çoğunda bu durum değişmiyor ve iyi ile güzel kelimeleri eşanlamlı olarak kullanılıyor. Yunanca’da (τὸ καλόν), Latince’de (bellus) ve daha birçok dilde.
İyilik
yapmak tabirini bugün Türkçe’de hiç tereddüt etmeden kullanabilirsiniz,
fakat sıra güzellik yapmak tabirine gelince, dil birdenbire argo düzeyinde seyretmeye başlar:
Baba, bir güzellik yapsana!
İyi ile güzel, bir zamanlar bir diğeri olmadan düşünülemezdi. İyiyse
güzeldi, güzelse mutlaka iyiydi. Etik ile estetik arasında kopmaz bir bağ
vardı.
Şimdi böyle
düşünmüyoruz. Kötünün güzel
olabileceğini tasavvur edebildiğimiz gibi, iyinin de çirkin olabileceğine inanıyoruz.
Güzellik ve iyilik artık iki ayrı kategori, iki ayrı bilgi türünün konusu.
Üstelik iyilik kavramında faydalı olanı, güzellik kavramındaysa hoş olanı aramadan edemiyoruz.
Aranızda, hoş olmayan bir güzelliği, faydalı olmayan bir iyiliği tasavvur edebileniniz var mı?
Sanırım böyleleri çok azdır. Çünkü bizler bir şeyi faydalıysa iyi, hoşsa güzel olarak adlandırmaktan çekinmeyiz. Soyutlarız yani. Çünkü bir nesnenin veya olgunun kavramına, genellikle o nesnenin veya olgunun kendisinden hareketle ulaşmaya çalışırız, yani önce beğeniriz veya beğenmeyiz, sonra beğendiklerimize güzel, beğenmediklerimize ise çirkin deriz. Ne ki bu sırada güzel olanı beğendiğimizi, çirkin olanıysa beğenmediğimizi farketmeyiz. Başka bir deyişle nesneyi veya olguyu bizim güzel veya çirkin görmemizden çok, güzelliği veya çirkinliği farketmek bahtiyarlığına erdiğimizi itiraf etmeyiz.
Kant salt aklın apriori yargılarında tümellik ve zorunluluk varsayar, ancak iş estetik yargılara gelince, bu yargılarda tümelliğin bulunduğunu ve fakat zorunluluğun bulunmadığını kabul ederdi. Hoş ile güzel kavramlarını bu tanımdan hareketle ayırmak gerekirse, hoş ne tümel, ne zorunludur, güzel ise tümeldir ve fakat zorunlu değildir.
Acaba, güzel, kendisini güzel bulduğumuz için mi
güzeldir?
Belki de şey güzel değildir de onu güzel bulan
bizizdir.
Kimbilir?
Bir şey güzel bulmak ile güzeli bulmak arasındaki fark üzerinde yeniden ve dikkatle düşünmeli!
Bence güzel!
veya
Bence çirkin!
Muhatabımıza, sen kimsin, demeyi tercih
etmeyiz de bu tür beğeni yargılarının kişiden kişiye değişebileceğine inanırız.
Zevkler (ve hatta renkler) tartışılamazmış da ondan böyle inanırız.
de gustibus non est disputandum
Latinlerin dediğine bakmayın siz, zevkler de, renkler de tartılabilir. Üstelik tek başına değil, karşılıklı olarak da tartılabilir. (Tartmanın karşılıklı olanına tartışma adını veriyorum!)
Kimin tarttığına ve nasıl tarttığına bakarak
pekâlâ zevkleri de tartabiliriz.
Tartmak, malum olduğu üzere, bir ölçme işlemi. Ölçme ise nicelikseldir. Yani bir kemmiyet işlemidir. Oysa zevkin bir diğer adı da keyif.
Zevk almak ile keyif almak, çok kere birbirleri yerine kullanılır.
Keyif kelimesi keyfeden gelir. كيف Arapça’da nasıl sorusunun karşılığıdır. Keyfiyet kelimesi bu edattan türer, tıpkı kemmiyetin كم'den (‘Kaç?’ sorusundan) türediği gibi.
Bugün Türkçe’de kemmiyet sözcüğünü nicelikle, keyfiyet sözcüğünü ise nitelikle karşılıyoruz. Demek ki dil bilincimiz zevki nicelikle değil,
nitelikle eş tutuyor!
Sözün özü, zevk aldığımız, keyif aldığımız nesne ve olguların niteliklerini beğeniyoruz, ama bu beğeninin niceliksel (tartılabilir/tartışılabilir) bir yönü olduğunu kabul etmekten kaçınıyoruz. Zira beğeni yargımızın güya bize özgü koşulları olduğuna inanıyoruz. Beğenilerimiz öznel ise, hoş ve güzel yargıları da özneldir diye düşünüyoruz.
Terazi (تراضي) sözcüğü hem Farsça'da, hem de Arapça'da kullanılır. Türkçe anlamı Farsça'daki anlamına eş.
Peki ya Arapça kullanımındaki anlamı?
Peki ya Arapça kullanımındaki anlamı?
İşte işin bu tarafı çok ilginç: karşılıklı rıza.
Bu durumda tartının iki kefesinin denk olması, iki tarafın birbirinden razı (hoşnut) olmasını gerektirir.
O halde terazi'nin rızasını gözetmeli!
Devam edelim: Öznel olan ölçülebilir veya tartılabilir mi?
Karşılaştırma yapmak, beğenileri sınıflandırmak insanın (beğeni) özgürlüğüne bir müdahale gibi algılanmakta. Güzel artık bu yüzden tamamiyle sana göre-bana göre'nin alanında. Tıpkı iyi gibi. Günümüzde iyi de sana göre-bana göre'nin alanına girmiş durumda. Nitekim hürriyet’in bir diğer adı da izafiyet değil mi?
N’olacak, demokrasinin nimetleri işte! Herkesin bir oyu var. O oyla güzeli bulur mu bulmaz mı bilinmez ama o tek kişilik oy’un herhanbir şeyi güzel bulmaya yeteceği kesin. Çünkü beğeni oylarının en azından istatistik değeri var. En çok oyu alana güzel denebiliyor günümüzde. Mesela biri güzel seçiliyor. Genel beğeni düzeyi de işte böyle oluşuyor.
İnsan göreceli düşündükçe, yani kendisinden hareket ettiği bir merkez noktasının varlığını yadsıdıkça özgür olacağını zanneder. Şayet bu zan doğru olsaydı, abes (saçma) özgürlüğün zirvesi sayılmak icab ederdi. Çünkü abesin (saçma’nın) kendisine istinad edebileceği hiçbir nokta yoktur. Ölçüsüzlüğün ta kendisidir abes! Ölçüsüzlüğün ve dahî özgürlüğün. Bu nedenle abes ne tartılabilir, ne tartışılabilir.
O hâlde ey talib, bir kenara yaz!
Bir şeyi güzel bulduğunda, bulduğunun
güzelliğinden aslâ emin olamazsın, ve fakat güzeli bulursan, sadece senin
güzeli bulduğunu değil, güzelin de seni bulduğunu hissedersin. Çünkü arayan gerçekte
aranandır.
Dilersen, bir daha düşün:
BENi bulamazsan
aramaz mısın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder