Sayfalar

FİZİK'SİZ METAFİZİK & DOĞA'SIZ İLAHİYAT


24 Mayıs 2008


Doğa bilgisi, doğanın bilgisi, bir yönüyle hakikatin bilgisidir. Hakikatin bilgisi, yani hikmet.
Hikmet-i tabiiye: doğa felsefesi, doğanın bilgisi. Kısacası Fizik.
Doğa, hikmetin, hikmet-i kadimenin ayağını bastığı zeminin adı.
Sadece adı mı? Kendisi.
Tabiat veya Doğa, yani ateş, hava, su, toprak... demek ki sıcağın ve soğuğun, yaşın ve kurunun bilgisi... karşıtların bilgisi... birbirini çeken veya iten unsurların bilgisi... eskilerin tabiriyle "ay altı"nın bilgisi... Ay altının, yani dünyanın...
Yazılı (sözsüz) göstergelerin bilgisi değil (vücud-ı hattî).
Sözlü göstergelerin, yani kelimenin bilgisi de değil (vücud-ı lisanî).
Kavramların bilgisiyse hiç değil (vücud-ı zihnî).
Peki ne öyleyse?
Nesnelerin bilgisi. Gerçeğin, zihin dışındaki gerçeğin, doğanın bilgisi. Doğa gerçeğinin bilgisi. Hikmet-i tabiiye. Doğa Felsefesi. Fizik.
Eskiler, hikmeti esasen nazarî (teorik) ve amelî (pratik) olmak üzere ikiye ayırırlar, nazarî hikmeti ise üç mertebede ele alırlardı:








1) Fizik (İlm-i Tabiî) 
2) Matematik (İlm-i Talimî/Riyazî) 
3) Metafizik (İlm-i İlâhî)








Bu üç mertebenin basamaklarında tırmanabilmek amacıyla en evvel İlm-i Mantık tahsil etmek gerekirdi. Nazariyatın çetin yollarında, kavramların ve bilginin dünyasında sağlıklı adımlar atabilmek için önce öğrenilmesi gereken bilimin adıydı Mantık (Logik). Kelimelerin ve mefhumların bilgisi. Hepsi de yargı’nın, doğru yargı’nın bilgisini elde etmek içindi. Bilinenden bilinmeyene gitmek içindi. Bilinen kavram ve yargılardan bilinmeyenleri çıkarmak/çıkarsamak içindi.
Peki hakikatin bilgisine talib olanlarca, acaba niçin önce Fizik (İlm-i Tabii/Hikmet-i Tabiiye) öğrenilir ve öğretilirdi?
Çünkü Fizik İlmi, en alt mertebedeki ilim (ilm-i edna) olmak itibariyle maddenin, daha doğrusu cismin, doğal cisimlerin (cism-i tabiî’nin) bilgisiyle meşgul oluyordu. Cismin kendisini, özünü/zatını/mahiyetini değil, cisme ârız olan ahvâli (cisimlerin durumlarını), meselâ devinim ve durağanlığı (hareket ve sükûnu) kendisine konu ediniyordu. Doğal cisimlerin devinimini ve durağanlığını.
Klasik Fizik ilminin terminolojisiyle söyleyecek olursak, doğal cisimlerde madde ve suret hem fiilen, hem zihnen birbirlerinden ayrılamazlar. Oysa matematiksel cisimlerde durum biraz farklıdır. Madde ile suret fiilen birbirlerinden ayrılamaz olsalar bile, zihnen ayrı düşünülebilirler/soyutlanabilirler. Lütfen eskilerin tabiriyle söylememe izin verilsin: 
Matematik’te suretin maddeden tecridi/tecerrüdü kabildir.
Peki nasıl?
Elbette vehmen. Yani farzedilmek suretiyle. Öklid'e müracaat edenler, buradaki maksadı anlamakta zorlanmayacaklardır.
Varsa, hâlâ kalmışsa, hikmetin taliplerini uyarayım:
Matematiksel cisimlerde sözü edilen madde (materie) ve suret (form) kavramlarıyla, doğal cisimlerde sözü edilen madde ve suret kavramları birbirlerinden çok farklıdır.
Kadim Hikmet’te matematik bilimlerini fizik bilimlerinin üstüne çıkaran yönü de bu farklılıklardı zaten.
Kısacası teorik felsefe öğrenilirken önce Fizik (en altta), sonra Matematik (ortada), en nihayet Metafizik (en yukarıda) öğrenilir ve öğretilirdi. Çünkü Fizik tahsil etmeden, Fizik bilimlerini kavramadan hikmet yolunda ilerlemek mümkün değildi.
Bu yazıyı niçin yazdım?
Birkaç yıl önce tertiplenmiş bulunan üç günlük “Uluslararası İbn Sina Sempozyumu”nu bir yönüyle dikkat çekici bulduğumdan.
Bu sempozyumun uluslararasılığı, tabiatıyla mahdut sayıda birkaç misafirin katkılarıyla sınırlı. Böyle de olması gerekir(di). Elliyi aşkın isimden yaklaşık 1/5’i yabancı ülkelerden gelen konuklar. Diğer tebliğcilerse halis muhlis yerli akademisyenler. Genç veya yaşlı, çoğu İlâhiyatçı olan, âşina isimler.
İki salonda sekiz oturum. 16 başlık.
VE birinin başlığı da:








İBN SİNA'DA FİZİK









Üç tebliğcinin üçü de yabancı. Biri İsrail’den, biri Amerika’dan, biri de Belçika’dan. Türkiye’den kimse yok. Tabii ki oturum başkanı ve izleyiciler müstesna. Çünkü yerli akademisyenlerin söyleyeceği bir şey yok. Alt tarafı Fizik. Hem de Klasik Fizik. Oturanlar hep bizden.
Mantık, Tıb ve Psikoloji kısımlarının fıkaralığına hiç değinmeyeceğim. (Son ikisi Fizik İlmi’nin alt dallarından. Psikoloji kısmında tebliğcilerin ikisi yabancı. Tesadüf değil, çünkü ikisi de İranlı.)
Tıbba gelince, İbn Sina’nın el-Kanun fi’t-Tıbbı Türkçe’ye çevrilirken öyle bir katledilmişti ki hikmete saygı duyan hiç kimse, yüzü kızarmadıkça bu oturuma katılamazdı. Katıldılar. Oturdular. Çünkü görüldüğü kadarıyla, akademisyenlerimiz, bilhassa ilâhiyatçılar, Fizik İlmi’ne ilgisizler. Bu yüzden bilgisizler.
Fizik, dolayısıyla Tıb ve Psikoloji olmadan Metafizik olmaz. Oysa bizde Fizik’ten (Tabiiyat) anlamayanların Metafizik’ten (İlâhiyat) anladığı varsayılıyor.
Varsayım. Ne yazık ki sadece sayım.
Madenleri tanımıyorlar. Bitkileri tanımıyorlar. Hayvanları tanımıyorlar. İnsanı tanımıyorlar. Ama güya Tanrı’yı tanıyorlar. Kısacası fiziksiz metafizik.
Yazık, hem de ne yazık!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder