11 Ocak 2004
Nâdan tarafından ne kadar kirletilmek istenmiş olursa olsun ve ham nefislerce ne denli sündürülürse sündürülsün aşk sözcüğü hâlâ asliyetini koruyor dilimizde.
Evet, aşk sözcüğü hâlâ dilimizde, dilin her iki mânâsıyla da dilimizde. Aşkı muhafaza eden dilin yârelerle bezenmiş olmasına göğünüp de ona şifa olacak gözyaşlarını yârelerinden esirgememeli ve bir an evvel arasokaklara sapmalı, peçesini bize ancak arasokaklarda açacağına inanmalı, onca vâveylaya karşın sızısını parlak ışıkların kararttığı meydanlarda değil, soluk ışıkların aydınlattığı kuytu köşelerde dile getireceğinden aslâ kuşku duymamalı.
Aşk değil mi adı, o halde dile gelmekten, dilde ikamet etmekten niçin kaçınsın, niçin yâresini dîl-i yâra göstermekten utansın?
Öyle ya, aşk almadan vermenin, verdikçe yücelmenin, yaşamak için vermeyi ibadet bilmenin adı değil mi?
Dilharab olan derviş-i dilriş hiç dilşâd olur mu?
Olmaz! Olmadığı, olamadığı içindir ki ne yapıp edip aşk-ı kadîmi bize öğretecek kadîm bir ustanın kılavuzluğunda yola koyulmayı öğrenmeli. Utanmamalı, ar etmemeli de bezirgânların dilimizde açtığı yârelere şifa vermesi için bir ustanın dizlerinin dibine çökmeli.
Bakınız ustamız bize aşkı nasıl tarif ediyor:
Cihanı hiçe satmaktır adı aşk
Döküp varlığı gitmektir adı aşk
Elinde sükkeri ayruğa sunup
Ağuyu kendi yutmaktır adı aşk
Elindeki sükkeri (şekeri) başkalarına verip ağuyu (zehiri) kendi içen ehl-i dîlin nasıl olup da gölgede oturmayı meraklılarına bıraktıkları üzerinde düşünmeli, HİÇe satacak bir cihana hiç sahip olundu mu başkası değil, asıl bu merak edilmeli!
Kim ünsiyet peydâ ettiği sürece cihandan, cihandakilerden vazgeçmiş ki?
Kim kalmayı değil gitmeyi, yaşamayı değil ölmeyi özlemiş ki?
Vazgeçmeden, özlemeden kimler kim-ise-kim olabilmiş ki?
Belâ yağmur gibi gökten yağarsa
Bâşını âna tutmaktır adı aşk
Bu âlem sanki oddan bir denizdir
Âna kendini atmaktır adı aşk
Dert ve ızdıraptan kurtulmanın çaresine bakanların arasokaklarda işi ne?
Siz hiç anacaddelerde belâ yağmurlarına baş tutan dîlirana rastladınız mı?
Ya kalabalıkların rağmına kendilerini ateş denizlerine atan mecnunlara?
Sanmayınız ki kalabalıkların arasında yaşamayı seçmek öğütleniyor. Öğütlenen sadece kalabalıkların arasında yalnız kalmayı, ateş denizinin ortasına yalnız konmayı ve dahî kalabalıklarca yalnız konmayı seçmek, halvet-der-encümen yani. Öyle ki nârına da, nûruna da rıza vermek, halk içinde o'nunla olmayı marifet bilmek, tebessüm etmek; cemâlini görmek adına, hakkın cemâli adına, aşk için ve dahî aşk adına belâ yağmurlarına bâşı tutmak, seve isteye ateş denizlerinde yıkanmak, seyredilmek için atılmışken tam da ateş denizine, azgın ateş dalgaları biteviye yüzümüzü kavururken yüzümüzü seyredecek olanın yüzünü seyretmek.
Var Eşrefoğlu Rumî bil hakikat
Vücûdu fâni etmektir adı aşk
Varın
gidin siz de öyleyse, düşün yollara hakikati bilmek için hakikat adına, aşk
adına, aşkın adına. Mecali kalmamış ellerinizi hiç değilse son bir defa
kaldırın da kapı yüzünüze kapanmadan evvel o kapıyı siz kendiniz kendi yüzünüze
kapamayı deneyin!
Varlığa gelen her âdemin kendini varlığa getirene ihtiyacı iki cihettendir; ilki varlığa getirdiği için, ikincisi varlığını sürdürmesini sağladığı için. Evet varlığa gelmenin bir sebebi olduğu gibi, var kalmanın, varlıklı olmanın da bir sebebi vardır. İki farklı sebepten değil, bir sebebin iki cihetinden sözediyoruz aslında. Varolabilmemiz için muhtaç olduğumuza varlığımızı sürdürmek için de muhtaç olmaktan... Böylelikle varolanların tümü iki sıfatla muttasıf olmak zorunda: vücûd ve beka.
Demek ki aşk vücûdu bâki kılmak için çırpınanların değil, vücûdu fâni kılmak için çabalayanların mesleki.
O halde Cenab-ı Aşk yâriniz ve yardımcınız olsun efendim!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder