17 Kasım 2000
Koca kitapta ciddiyetten eser
yoktu, âdeta sathî, yavan ve alelacele kotarılmış gibiydi. Çevirisindendir,
dediler, çok sonraları aslını bulup okudum, sonuç yine aynıydı. (Wittgenstein, yayımlandığında, Russell'ın bu kitabı sırf para için yazdığını ima eder ve Shilling Kitabı diyerek onu sarakaya alırmış.)
Her neyse, yine de rastladıkça yazarın diğer kitaplarını da aldım, okudum
ama geçen zaman içerisinde —uzun süre nedenini tam olarak açıklayamadığım— bu
izlenimim hiç değişmedi.
Soranlara Russell’ın (felsefi bakımdan) sığ bir adam olduğunu söyledim
durdum ki hâlâ bu kanaatimi muhafaza ederim.
Geçenlerde elime Russell’in Yaşantım
(İstanbul, 1974) adlı hatıratı geçti, heyecanla okudum belki bazı yargılarımın
nedenlerine ulaşırım ümidiyle. Doğrusu, ulaştım da.
Muammer Sencer’in o bunaltıcı Türkçesine rağmen okunabilirlik tarafı var kitabın, eğer sabırlı olursanız.
İngiltere sevgisi bendeki en güçlü
çarpıntıdır, diyen Sir Russell’ın yaşantısı, bütün muammerliğine rağmen
tatsız, tutsuz. Bildik basit ihtirasların hâsılası. Çevresi, kendisinden önemli
olmuş hep.
* * *
Bu yazıda, Russell’ın sığlığı hakkındaki
gençlik yargılarımı doğrulayan örnekleri bir kenara bırakıp onun sayısı az,
zekâ ve insaf pırıltılarına tanıklık eden kimi pasajlara dikkat çekmeyi daha
uygun buldum.
Bu pasajların hepsinin de Wittgenstein’la ilgili olması kimseyi
şaşırtmayacaktır herhalde.
Getirdiği denemenin ilk satırını okur okumaz
onun bir dahi olduğunu anladım, dediği Wittgenstein hakkında şu ilginç
gözlemini aktarıyor:
Her gece, geceyarısı beni görmeye gelirdi ve odayı vahşi bir yaratık gibi coşkun bir sessizlikle iki-üç saat dolaşırdı.
Bir kez, “Mantığı mı, yoksa günahlarını mı düşünüyorsun?” diye sormuştum.
Adımlamasını sürdürerek, “Her ikisini de” demişti.
Ona yatma zamanı olduğunu anımsatmak istemezdim. Çünkü yanımdan ayrılınca, intihar edeceğini düşünürdüm. Ona da öyle geliyordu zaten.
Russell birgün arkadaşı Moore’a sorar:
— Wittgenstein hakkında ne düşünüyorsun?
— Çok iyi şeyler.
— Neden?
— Derslerimde bir tek o şaşırmış gibi duruyor da ondan.
Şu pasaj da şaşırmış gibi duran adama
ilişkin Russell’in değerlendirmesi:
Mütarekeden bir ay sonra Monte Cassino’dan yazılmış bir mektup aldım. Wittgenstein’dan geliyor, yazarının mütarekeden birkaç gün sonra İtalyanlarca tutsak alındığını, fakat Allahtan, yapıtının müsveddeleriyle birlikte tutsak edildiğini bildiriyordu. Siperlerde bir kitap yazdığı ve onu bana okumak istediği anlaşılıyordu. Mermilerin vızlaması, bombaların patlaması gibi küçük şeylere (!), mantık üzerine düşünürken, aldırış edecek adam değildi.
Siperlerde yazılan bu kitap, Wittgenstein’in o
ünlü eseri Tractatus Logico-Philosophicus.
Hani hiçbir yayımcının basmak
istemediği, en nihayet birinin Russell’in bir takriz yazması karşılığında lütfen
basmayı kabul ettiği eser.
Cambridge’de Wittgenstein, doğrusu pek saygın
bir hoca gibi karşılanmaz. Russell’in ayarladığı zoraki burs da kesilmek
tehlikesiyle karşı karşıyadır. Başlarına sardığı bu belâyla ne yapacaklarını
bilmeyen Camridge yârânı 1930’da Russell’dan adamını savunacak birşeyler
yapmasını isterler, o da burs sorununu çözmek üzere Trinity Kurulu’na bir
mektup yazar.
Aşağıdaki satırlar işbu mektuptan:
Wittgenstein’ın bu yeni çalışmasındaki kuramlar yenidir, çok orijinaldir ve kuşku yok önemlidir. Onların doğru olup olmadıklarını bilmiyorum. Sadeliği seven bir mantıkçı olarak doğru olmamalarını dilerim. Fakat, okuduklarımdan, Wittgenstein’a çalışmalarını sürdürme fırsatı verilmesi gerektiği sonucuna ulaştım. Wittgenstein’ın yazdıkları tamamlandığında ortaya yeni bir felsefe çıkabilir.
Yeni bir felsefe çıkmadı belki ama felsefe
dünyasını karıştıracak tezler sâdır oldu şaşırmış gibi duran adamdan.
Sonra başka bir vâdiye saptı ve iddialarını yadsıdı.
Gerçekten de merdivenine
tekmeyi savurmuştu ama bu arada yeni bir merdivene tekrar tırmanmaya
başlamıştı.
Bu yazıyı, Russell’ın kendi Yaşantı’sınca doğrulanan
bir uyarıyla bitirelim:
Aptallar cennetinde yaşayanların mutluluğunu kıskanma. Çünkü o ancak bir aptala mutluluk gibi gelir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder