21 Ağustos 2010
Neredeyse hiç secdeden kalkmazken alnım, niçin
bir kez bile sesini duymam? Günler, geceler... asırlardır adı dudaklarımdan
düşmediği halde neden bir defa da ben onun adımı andığını işitmem?
Niçin bir tek kelime bile etmez, niçin daima
susar? Niçin hep bu kadar uzakta durur da yakınıma gelmez? Niçin başımı
okşamaz, niçin bir kez olsun konuğum olmayı kabul etmez? Niçin bir kez bile
yüzüme bakmaz, bir kez bile yüzyüze konuşmaya razı olmaz?
Küs müdür acaba bu yetimine?
İyi ama niçin küssün bana?
Kadir olan, Rahman
olan o, ben değilim.
Ben ki sade mahrum olanım.
Ben ki bir tek yazgısı
yalnızlık olanım.
Ben ki ben diye işaret edecek bir benden bile mahrum olanım.
Merhamete
muhtaç olan o değil, benim.
Rahmet ve şefkati, lütuf ve ihsanı isteyen benim,
vaad edense o!
Kulluğumda kusurlarım, ibadetlerimde
eksiklerim var, o sebeple mi ses vermiyor acep?
O nedenle mi benimle
konuşmuyor?
Bu yüzden mi hep uzakta duruyor, bu yüzden mi bir sabah bile kapımı
tıklayıp merhaba demiyor?
Sevgili niçin küssün bana, ben sevgimi hiç
kazaya bırakmadım ki! Bir an bile ondan fariğ olmadım ki!
Karanlığın arttığı
zamanlarda bile sevgili yüzüme hiç çirkin görünmedi ki?
Derdim de bu ya,
sevgili bana hiç görünmedi ki!
Belki de kızgın. Belki de öfkeli.
İyi ama ben mahrum olduğumu hissediyorum, mağdur
olduğumu değil.
Mağdur olsam mağrur olurdum, o takdirde yolunu
da gözlemezdim.
Kahrettiğine inansaydım kahrederdim, kahr edemesem isyan
ederdim. İnkâr ederdim. Belki çekinir, belki korkar, korkudan iman bile
ederdim. Hiç değilse kahrının karşısına sabrımı çıkarırdım. Kanaat eder,
eldekiyle yetinir, inlemezdim.
Benim sabrım yok ki! Ne gücüm var, ne
kudretim, ne de artık beklemeye tâkatim. Bitmişim, tükenmişim, silinmişim. Hep
iken hiç olmuşum.
Bilmem, niçin uzakta duruyor, niçin kapımın
önünden bile geçmiyor?
Acaba şehirdeyim diye mi?
Şehrin gürültüsü yüzünden
çığlıklarımı duymuyor olabilir mi?
Benimle hep asırlar öncesinden konuşmayı
tercih etmesinin sebebi bu mu?
Her yakarışımda hep bin yaşındaki yaşlı velîlerini
göndermesinin?
Yüzlerce tarîkin tam da ortasında beni öylece bırakmasının?
Ey sevgili, anlamıyorum, kendi evinde bile
konuşmaktan kaçınıp kürsüyü başkalarına bırakıyorsun. Tekkelerde dahî
görenlerin değil bilenlerin dedikodu yapmalarına ses çıkarmıyorsun. Bir
zamanlar seçerdin, artık seçmiyorsun. Halvethâneni bile kalabalıklarla
dolduruyorsun.
Bilirim, şah damarımdan yakınsın, yine de
evine çağırıyorsun ama evime gelmiyorsun. Kalbime.
Lütfen duymazlıktan gelme,
kullarının senin adını anarak delik deşik etmelerine izin verdiğin o güçsüz yüreğime.
Onu sana işaret eden ne bulduysam onunla
doldurdum diye mi?
Susma, söyle ey sevgili, şehirdeyim, şehirliyim diye mi?
Yine
bir ara sokakta kayboldum diye mi?
İstiklâl caddesini teşrif etmez mi melâike?
O
karanlık sokakları, sinemaları, barları, kafeleri, yardımına ihtiyacı olan
bîçare günâhkâr kulları, ama asıl âşıkları, gerçek mahrumları, bir de yetimleri,
yoksulları, aman, yanlış anlama sakın, paradan puldan değil, semâdan
yoksunları.
Semadan, yani senden, yani ümitten.
Susma konuş ey sevgili, kendimi kaybedince
niçin seni kaybetmiş oluyorum? Niçin, kendime yaklaştıkça senden uzaklaşmakla
cezalanıyorum.
Sırf, bir kez olsun cemalini göreyim, diye
yalvardığı için dağlardan taşlardan aşağılara yuvarladın kulun Musa’yı. Haddi
aşmanın bedeli miydi şu meşhur لن تراني ?
Söyle bileyim, cemâline iştiyakım var diye mi saklanıyorsun benden?
Haddi aştım diye mi? Belki de kapında sıraya
girenlerle birlikte sıraya girmedim diye mi?
Seni bir tek kendime saklamak istedim diye mi?
Seni bir tek kendime saklamak istedim diye mi?
Ηλει ηλει λεμα σαβαχθανι!
İsa, tutamayıp kendisini, sonunda böyle
hıçkırdı huzurunda. Çarmıhta.
Çektiği acılardan şikâyet ettiğini sananlar
nasıl da yanılıyorlar. Acıdan değil, kuşkudan inlemişti o an. Niçin şimdi
benden vazgeçiyorsun demişti, tam da sana ihtiyacım varken? Çarmıhtayken.
Çarmıha gerilene kadar yanımdaydın, niçin şimdi senin adına çarmıhta asılıyken
bana benden vazgeçtiğini duyuruyorsun?
İzimi kaybettim ey yâr, artık ben kendimi
kendim bulamam!

Ah bilsen, ben, beni ararsın, peşime düşersin zannetmiştim de kaybolmuştum, bile isteye nazarından saklanmak istemiştim. Yasayı bozmaz, töreye karşı gelmezsin biliyorum. Bilmez miyim, elbet bilirim. Lâkin ben yine de rahmeder de korkma yanındayım, diye fısıldarsın diye bekliyorum.
Ciddiyim, izimi kaybettim.
Şimdi inanmak
sırası sende!
Not: Bu önsöz Ingmar Bergman’ın Nattvardsgästerna (1963) adlı filminin yorumundan ibarettir.
Not: Bu önsöz Ingmar Bergman’ın Nattvardsgästerna (1963) adlı filminin yorumundan ibarettir.
Takip et: @ducane


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder