20 Şubat 2010
— Quo vadis, Domini?
Yakalanacağını anlayınca Roma’dan kaçan havarî
Petrus’un yolda giderken kendisiyle karşılaştığı Efendisi İsa’ya merak ve
heyecan içinde sorduğu sorudur bu!
— Efendim, nereye gidiyorsunuz?
Hz. İsa’nın bakışlarında incinmişlik, sesindeyse
sitem dolu bir hüzün vardır:
— Roma’ya!
Gözleri faltaşı gibi açılmış bir hâlde “Niçin?” diye sorar Petrus, şaşkın
şaşkın...
İsa, o mağrur, o mazlum bakışlarını vakarla yere
indirir ve dudağının kenarına ilişen acı bir tebessümün eşliğinde şöyle der:
— İkinci kez çarmıha gerilmek için!
İncinmiş bir sevgilinin, âşıkına en kahredici
cilvesi, her hâlde, ona sadakatinden kuşkulandığı îmasında bulunmasıdır.
İki sevgili arasında —tarihin nadiren tanık
olacağı— en iç acıtıcı sahnelerden biridir bu! Hissedildiğini gösterecek tek
alâmet ise iki damla gözyaşı!
Petrus işareti almıştır. Ağlayarak Roma’ya
geri döner ve yakalanır ve çarmıha gerilir. Üstelik başaşağı.
Kurban göğün nazarına sunulmuştur ya, artık
kuzularının uğruna Efendi’nin kendisini ikinci kez feda etmesine gerek
kalmamıştır.
Baki olan, sadece aşka hürmet ve sadakattir.
Aziz Petrus’un çarmıha gerilişi, birçok
sanatçı (msl. Massacio, Michelangelo, Caravaggio, Guido Reni, Giordano)
tarafından farklı ayrıntılar öne çıkarılarak resm ve tasvir edilmiştir.
Bu sanatçılar arasında, belki de sanat tarihinin en huysuz, en kavgacı, en serserî ressamı olan Caravaggio’nun isminin altına bir mim koyalım.
Koyalım, çünkü —kendisine “câni ressam” bile
denilmiş bulunan— Caravaggio’nun bu şah-eseri tek kelimeyle bir istisnadır, bir
şahikadır.
Petrus’u resmederken ulaştığı zirveye bugüne kadar
yüz sürebilmiş bir başka sanatçı var mıdır, hakikaten, hatırlamakta güçlük
çekiyorum.
Eleştirmenler birbirinden farklı beğeni
ölçütleri kullanırlar Caravaggio’nun mezkur eserini yorumlarken. Oysa biz
burada muhtelif eleştiri teknikleriyle vakit kaybetmeyeceğiz ve sadece birkaç
ayrıntıya dikkat çekmekle yetineceğiz.
Önce, Aziz Petrus’un —bazılarına göre, Efendisine
hürmeten!— çarmıha başaşağı gerildiğini hatırlayacağız.
Sonra, dikkatlice şehîdimizin çehresine
bakacağız. O yaşlı yüzdeki teslimiyete. Sabırla mermere hâkedilmişcesine yüz
çizgilerinden yansıyan o izzet ve vakara. “Hadi şu işi bir an önce bitirin de
sevgiliye kavuşayım!” der gibi bakınan inançlı gözlerin derinliğine. O
derinliklerden ışıyan tevekkül ve sükûnete.
Zahmet edip resme atf-ı nazar eyleyen her
talibin, ancak sadakatini isbat eden âşıklarda rastlanabilecek o müsterih yüze
odaklanmaktan başka yapabileceği pek bir şey yoktur.
Bu eser, mâtem hâlindeki zayıf yürekleri ısıran kara bir ağıt değil! Yasını tutacakların yaralı gönüllerine ürperti düşürecek mutaassıb bir tebliğ gösterisi ise hiç değil!
— Quo vadis, Domini?
Bakışları o çehreyle meşgul olanın kulağında
çınlayacak olan da hep bu ifadedir.
— Efendim, nereye gidiyorsunuz?
Dikkat ettiniz mi bilemiyorum ama menkıbede
Hz. İsa’nın cevabına mukabil Petrus’tan sadır olan sözlü bir karşılık
kaydedilmemiştir.
Caravaggio, Petrus’un sükûtunu, âdeta
çehresindeki teslimiyet ve tevekkülle seslendirmiştir.
[Aslında, “gördüğüm, sevgilinin yanına
gideceğini bilen bir âşıkın umarsızlığı” da
diyebilirdim.]
Bil ki ey talib, âşıkın hâlinde gaflet olmaz!
Başka bir deyişle, âşık aslâ gafil olmaz!
Aşk vadisinde yapılmış ve yapılacak olan en
küçük hatanın hükmü daha baştan bellidir: ihanet!
Sadakatin zıddı yani.
Aşık hata yaparsa, yani gözlerini kapar ve bir
anlığına bile uyursa, aşka ihanet etmiş olur. Yani hesap ederse, yani akleder
ve düşünürse...
Akıldan yardım almaksızın hiçbir hain ihanet
edemez! Aşık ise akıldan özgür olandır; aklı terketmiş bulunandır. Hesap kitap
nedir bilmez o! Bilmeye başladığı an, aşk libasından soyunmaya başlamış
demektir. Aşıklar aldanırlar belki ama asla aldatmayı beceremezler.
L’homme est né libre, et partout il est dans les fers.
(İnsan özgür doğar, ve fakat her yerde zincirleriyle yaşar.)
Jean-Jacques Rousseau’nun ünlü eseri "Du Contrat Social" (Toplumsal Sözleşme) işbu cümleyle
başlar.
Ey talib, ben de diyorum ki, zincire vurulmayı
göze almazsan aslâ Tanrı’ya inanamazsın.
Aşık olmak demek, zincire vurulmak demektir.
Sevmek demek, sevgisiz ellerce çarmıha gerilmek demektir. Senin anlayacağın,
aşk, özgürlükten vazgeçmek demektir.
İkide bir inandığını söyleyip durma da göster
bana, hani, prangaların nerede? Nerede zincirlerin?
Madem inanıyorsun, o hâlde niçin Roma’dan
kaçıyorsun?
Takip et: @ducane

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder