14 Şubat 2009
Mükemmellik bile kuru tekrarın ağır yükünü taşıyamaz.
İngiliz filozof Alfred North Whitehead’in bu yargısı, şöyle devam eder:
Bir ilk kıvılcımın yaratacağı yoğunluğa sahip bir medeniyeti üretebilmek, bilimden daha fazla şeylere ihtiyaç duyar. O hâlde yeni bir mükemmellik arayışı demek olan macera duygusu kaçınılmazdır.
Sırf bu paragrafı dikkate alarak dahî,
postmodernizm’in, Whitehead’in işaret ettiği macera duygusunun tecessüm etmiş
hâli olduğunu söyleyebiliriz.
Modernizm tamamlanmış bir tecrübe. Hem de
bizim henüz kenarından bile geçmediğimiz ölçüde. Çünkü kendini yinelemekte ve
olup biteni yeniden yorumlamayı bir türlü becerememekte.
Postmodernist denemeler, yine de kaçınılmaz
sonun yerini alan fasid dairenin zorlanmasından öte bir anlam taşımıyorlar.
Batı düşüncesi kendisini yenilemeye çalışıyor.
Bu nedenle sistem dışı alternatifleri de görmek istiyor. Sırf, gerektiğinde
dairenin dışına çıkabilmek için. Üstelik bunun için bilimden daha fazlasına ihtiyaçları
olduğunu da biliyorlar.
Acaba bilimden daha fazlasının sınırı nerede
başlıyor?
Batı düşüncesinin patinaj yapmasını nedeni, bu
sorunun cevabının bilimadamlarından bekleniyor olması.
Bilim, kendi sınırının nerede bittiğini
bilemez. Bilmiyor. Bilemiyor. Yürüyelim bakalım, belki biraz sonra görürüz,
diyor.
Günümüz dünyası, son iki asırdır işbu biraz sonranın içinde yaşıyor.
İşin garibi, yönetici sınıflar sözkonusu
macera duygusunu bile o denli ehlileştiriyorlar ki tıpkı avangardın ABD’de korumaya
alınarak normalleşmesi gibi kenarda köşede kalmış alternatiflerin bile
sahiciliği kalmıyor.
Peter Bürger bu çıkmaza şöyle işaret eder:
Günümüzde
bir sanatçı bir soba borusunu imzalayıp sergilese, sanat piyasasını eleştirmiş
değil, ona uymuş olur.(…)
Bunun nedeni
sanatın olumsuzlanmasına yönelik avangardist amacı yerine getirmemesidir. Bugün, tarihsel avangardın sanat
kurumu karşısındaki isyanı sanat
diye kabul edildiğinden, neo-avangard’ın isyankar edimi sahih olmaktan çıkar.
Yani hep aynı taktik.
Muhalif olanı, aykırı
olanı, sistem dışı olanı meşrûlaştır, sistemin doğal bir parçası hâline getir,
sonra da bildiğin gibi yoluna devam et!
Bir sistem içindeki uyumsuzluk, karşıtlık,
çelişki, gerçekte sistemin kendisini tazelemesi için fırsatlar yaratır. Yeter
ki bu uyumsuzluğun değerini verebilecek macera duygusuna sahip zekâlar
işbaşında olsun.
Postmodernizmin kısa sürede umut olmaktan
çıkması biraz da bu yüzden. Çünkü o güçlü eleştiri dalgası çok geçmeden sistem
içi kıpırtılar hâline dönüştü. Sistemi yıkmak, değiştirmek, dönüştürmek yerine,
sistemi onarmayı vazife edindi. Sonunda postmodernin postu bizatihi modern tarafından devşirildi.
Yorum, bir umudu ortaya çıkarmalı. Daha özgür
bir dünya umudunu. Bu yüzden öncelleriyle kıyasıya kapışmaktan kaçınmamalı.
Öncelleriyle ve karşıtlarıyla. Çatışmalı. Karşıtlarıyla uzlaşmak zorunda
olmadığını bile bile çatışmalı.
Düşüncenin ve sanatın varlık sebebi işte bu
uyumsuzluktur. Bu uyumsuzluktan neşet eden çatışmadır. Düşünce ve sanatın, yani
tüm yaşamın.
İhtilafta
rahmet vardır!
İslâm düşünce tarihinin en sıklıkla
tekrarlanan cümlesidir bu. Çünkü -sıhhati tartışmalı da olsa- gücünü bir hadis'ten alır.
إختلاف أمَّتي رحمةٌ
Muhtelif düşünce ekollerinin varlığı, tâ
bidayetinden itibaren ihtilâfı rahmet bilen bu bilinçle yasallaşmıştır.
Farklılıkları rahmet vesilesi bilen İslâm
düşüncesinin ustaları, karşıtlığın ve çatışmanın ürettiği diyalektik enerjiyle
dünyalarını geliştirmişler, zenginleştirmişler ve hepsinden önemlisi her
defasında yenilenmeyi başarmışlardır. Siyaset de tabiatıyla kendilerini
çatışarak geliştiren bu akımların enerjisinden pekâlâ istifade etmiştir. Eskiler,
ihtilâfta fesad aramaya başladıkları an, çürümeye başlamışlardır.
Bir kez daha düşünmeli o hâlde, çatışma
tazelenmeye, uzlaşma çürümeye yol açar, açabilir.
Türkiye, umutlarını kaybetmiş gerçekçi
zekâların arenası. Hayal yetileri çürümüş âdeta. Çelişkiden kaçınmak bir halt
zannediliyor. Tutarlılık da güyâ bir marifet.
Dikkatle bakarsanız doğanın ve/veya hayatın
hiç de tutarlı olmadığını göreceksiniz.
Uyuşukluğun insanın zekâsını tutmasına (zekânın
sürgit tutarlı olmasına) izin vermemeli. Umudun huysuzlukta, tutarsızlıkta,
çelişki ve çatışmada olduğu unutulmamalı.
Gençliği ve gençleri bu yüzden severim, safi
tutarsızdırlar, çelişki yumağıdırlar, hem kendileriyle hem de çevreleriyle
sürekli çatışma içindedirler. Uzlaşmayı da bilmezler. Hata üstüne hata
yaparlar. Fazlasıyla zeki olmalarına karşın akılsızdırlar ve hiç akıllanmayacaklarmış gibi görünürler. Beş para
etmez ayrıntılar yüzünden ortalığı birbirine katarlar. Pire için yorgan
yakarlar. Lâkin bütün bu özellikleriyle birlikte sahicidirler. Çünkü
doğaldırlar. Tazelenmeyi bilirler.
Yeni bir mükemmellik arayışı demek olan macera
duygusu, kaçınılmazlığını gençlere borçludur.
O hâlde ey talib, eksiklerini ve kusurlarını
her farkedişinde hâline şükret, zira bir kez daha tamamlanacaksın demektir.
Bir
kez daha, bin kez daha.
Olgunlaşacaksın ve çürüyeceksin!
Daima.
Sakın tereddüt etme, yasa böyle.


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder