Sayfalar

BİR BEN MİYİM MECZUBUN?


30 Aralık 2007

Cânıma bir merhaba sundu ezelden çeşm-i yâr 
Öyle mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim.
Ahmed Paşa’ya ait bu beytin dile getirmek istediği mânâ ve mazmûnu, acaba Mehmed Akif nasıl şiirleştirir, tekrara düşmeden aynı mefhumu yeniden ve bir kez daha nasıl nazmederdi acaba?

Şöyle:
Senin Mecnun’unum, bir sensin ancak taptığım Leylâ;
Ezelden sunduğun şehlâ-nigâhın mestiyim hâlâ!
Kalabalıklara sırtını çevirip gönlünde yâriyle (mabedinde mabuduyla) başbaşa kaldığında Akif’in kendi kendine nasıl terennüm ettiğini bir nebze olsun duyabilmek için, şairin biraz yanına yaklaşacağız. Öyle ki kulübesinin dışından da olsa şiirinin içinde saklı hikmeti sînemize çekmeye, bulabildiğimizle yetinip hâlimizden aslâ şikâyet etmemeye çalışacağız.

Önce Ahmed Paşa’nın mısrâları...
Cânıma...
Düşünce geleneğimizin temelinde yer alan can-ten (ruh-beden) ayrımını hatırlayalım.
Cânıma, yani ruhuma...
Ne zaman?
ezelden...
Hemen ezele, yani en başa geri gidiyoruz. En başa, yani bezm-i elest’e, yani ruhlar âlemine, yani ruhlar âleminde yâr ile, sevgili ile, HAK ile ilk karşılaşma ânına...
bir merhaba sundu...


O ilk karşılaşma ânında sevgili, ben sizin Rabbiniz değil miyim, diye sorup hepimizden, elbette Rabbimizsin, cevabını aldı ya, işte o ânı, yani bir soruyla bir cevaptan oluşan o ilk karşılaşma, o ilk tanışma ânını hatırlamaya çalışıyoruz.

Sevgilinin o kısa hitabı, şair için kısacık bir merhabadan ibaret.

Sonra?

Sonrası yok!

Sadece merhaba

Hepsi o kadar!

Şair bu kadarcık bir merhabadan şikayet mi ediyor?

Aslâ. Bu kadarını bile bir lütuf olarak görüyor. Dikkat edilirse, ... sundu diyor. Sundu, yani lutf u ihsan eyledi de bir merhaba olsun dedi.
çeşm-i yâr
Dikkat ediniz, sevgilinin dili değil, sevgilinin gözleri, bir tek bakışı sunuyor bu merhabayı. Yani lisan-ı kaal ile, değil, lisan-ı hâl ile, gözleriyle, sadece bir bakışıyla biricik sevgilinin kendisi olduğuna/olacağına dair söz alıyor canlardan.

Göz deyince gözyaşını, çeşm deyince çeşmeyi hatırlamamak mümkün mü? (Sevgili, acep sırf acıdığı için (rahmetinden) bir merhaba sunmuş olmasın âşıklara?)

İkinci mısrada şair, muhteşem bir surette son noktayı koyuyor:
Öyle mest oldum ki gayrın merhabasın bilmedim.
Yani bezm-i elest’te bakışlarından tattığım o ezelî merhaba’dan sonra öyle sarhoş oldum ki... kendimi öyle kaybettim ki... varlığın, birliğin beni benden öylesine aldı ki... bir daha senden gayrısının farkına varmadım, senden gayrısına yönelmedim, senden gayrı kimseyi görmez, kimseyi duymaz, kimseyi bilmez oldum. Kimseyi, kendimi bile.

Mehmed Akif’in iki mısrâa sığdırdığı mânâ ve mefhuma gelince, onun nazmı da, inşadı da Ahmed Paşa’nınkine denktir. Nasıl olmasın? Hem şairdir, hem âşıktır, üstelik Hakka âşıktır.

O hâlde kim yarışabilir onunla ser-hoşlukta?

Akif ser-hoşlukla yetinmez; mecnun olduğunu da söyler:
Senin Mecnun’unum, bir sensin ancak taptığım Leylâ
Tapmak fiili bilhassa seçilmiş. Çünkü ibadetin bilinçsiz olanı için kullanılır tapmak/tapınmak.

Şair ise mecnun (deli) olduğunu söylüyor. Öyle ya, mecnunda bilinç mi aranır?
Ezelden sunduğun şehlâ-nigâhın mestiyim hâlâ!
Şairimiz de hâlâ körkütük sarhoştur; ezelden sarhoştur hem de. O şehlâ-nigâh yüzünden... o şehla bakış yüzünden... sevgilinin, âşıklarını mest eden o göz süzmesi yüzünden.

Bezm-i elest’te, ben sizin Rabbiniz (yâriniz) değil miyim, diyen, âşıklarını biricikliğine şahit tutan sevgilinin hitabını, Ahmed Paşa gözlerin sunduğu bir merhaba olarak yorumlarken, Akif, onu bir göz süzmesi, bir şehlâ bakış olarak yorumluyor; yani bir kadının en yakıcı bakışı olarak. (Şehlâ’nın şerhine söz yetmez.)

Oysa aynı günlerde ve fakat başka bir makamda şairimiz şöyle diyecektir:
Bütün dünya serilmiş sunduğun vahdet şarabından; 
Benim mest olmayan meczûbun, Allah’ım, benim meydan!
Hem mecnun, hem de meczub.

Böyle bir şairin, resmiyet hâlesi içinde usulca ikamet etmesi mümkün mü?

Bir resmî şair olmak itibariyle anacaddelerde kutlanan festivallerin Akif’i, devletin ve milletin ihtiyaç duyduğu bir Akif’tir.

Hiç şüphe yok ki hayrı vardır. Alkışlıyorum.

Hicranın şairi, Gecenin Şairi, Secdenin Şairi, resim arkalarına yazılmış kıtaların şairi Akif’e gelince, bu Akif, devletin ve milletin değil, bilâkis insanın ihtiyaç duyduğu bir Akif’tir.

Pek tabii ki onun da kahrı vardır. Geçiyorum.


EK: Yazıda sözkonusu edilen mazmun'un Nesimi tarafından dile getirildiğine başka bir vesileyle işaret edilmişti.
Bezm-i ezelde içmişem vahdet meyinün cür'asın 
Şol cür'a kim tâ ebed sermest ü mahmur olmuşam
Ezeldeyken birlik şarabından bir yudum aldığı için, bilesin ki ey talib, bu alemde ebediyyen şarhoş gezinmekten kaçınamaz insan! Aşk'ı varlıkla hasıl olur sanma, hakikatte varlığı var eden dahi aşk'ın kendisidir. Varlığı, yani güzel'i, yani seni.

Bir ek de Şemsi'den:
Bezm-i elestte bir kadeh sundu bize ol pâdişah 
Bir cür'asından mestolur nice yüzbin mestâneler
Dinle ey talib, lütfen gözlerini kapa da öyle dinle!

Yalınlığın sesini dinle!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder