Sayfalar

TANRIN BİLE ZANNINCA


3 Eylül 2006

Birgün hocanın biri, köylünün birini secdeye kapanmış gözyaşları içinde yana yakıla dua ederken görmüş. Adam şöyle dua ediyormuş:
Yarabbî! Ah keşke o bindiğin merkebin nerede olduğunu bir bilseydim! Bilseydim, ona en güzel semeri yapmak, o semeri ise en nadide mücevherlerle ihtişamına lâyık surette süslemek isterdim. Ah yarabbî! Keşke o bindiğin merkebin nerede olduğunu bir bilseydim! Bilseydim, yüzün suyun hürmetine ona hizmet eder, hiçbir şeyimi esirgemezdim.
Hocaefendi, adamın bu duasını işitince kendini tutamayıp onu paylamış:
Be cahil, be densiz, ağzından çıkanı kulağın işitsin! Nasıl böyle dua edersin? Tövbe de! Allah’ın merkebi  mi olur?
Bu şiddetli azar karşısında şaşıran köylü, birşey demeden utana sıkıla oradan uzaklaşmış.
Menkıbe bu ya, o gece rüyasında hocaefendi’ye şöyle denmiş:
Sen o adamcağızı bırak da kendi hâline bak! O zavallı, kendi hâlince, kendi idrakince, kendi takatince bana şükrediyor. Beni nasıl biliyorsa, öyle zikrediyor, bildiği kadarıyla ve bilgisi nisbetinde övüyor. Ben o kulumun övgüsüne övgüyle mukabele edip onu ödüllendirdim.
İnsanların Hakk’ı tasavvurları muhteliftir. Herkes Hakk’ı kendi makam ve mertebesinden makamı ve mertebesi kadar bilir ve tanır; kendi rabb-i hassı neyse, o kadarıyla fark eder, edebilir.

Kimse kendi gölgesinin dışına sıçrayamaz.







Hakk, bir hadis-i kudsîde şöyle der:

 أنَا عِنْدَ ظَنِِّ عَبْدِى بى فليظنَّ بي ما شآء

Ben kulumun beni zannı üzereyim, beni nasıl diliyorsa öyle zann etsin!










Sanılmasın ki kulun zannı, kul açısından zandır. Değildir, bilâkis haktır, ilimdir, zira makam ve mertebesinin müsaade ettiği ilim ancak o kadardır. Zan kelimesinin burada kula izafesi, Hakk canibindendir. Hakk canibinden olan da haktır.

Zahirde nice zan vardır ki haktır, nice hak bilinen tasavvur vardır ki hakikate mutabakatı olmayıp zandır.

O halde Hakk’a dair her tasavvur, tasavvur sahiplerince haktır ve fakat Hakk nezdinde (hakikatte) hepsi de zandan ibarettir. Zira tasavvurun kendisi zandır.

Hakk, يَعْلَمُونَ ظَاهِرًا مِّنَ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا (Onlar dünya hayatının sadece zahirini bilirler) buyuruyor; yani onlar, olup bitenleri zahiri itibariyle görürler; gördükleri, bildikleri bir tek zahirden ibarettir. Oysa mevcudatı zahiri itibariyle bilmek, bâtın’dan, hakikatten, hakikatin bâtın’ından, bâtın’ın hakikatinden mahrum olmak demektir. Zahirin bilgisi, ehl-i rüsuma (zahirin bilgisine sahip olanlara) göre her ne kadar hak ise, ilim ise dahî hakikatte zandır.

Zannın çoğunun hakikate nisbeti yoktur.

Hakikate nisbeti (nisbet-i tammesi) olmayan, hakikatle münasebeti bulunmayan her bilgi insanı yanıltır, aldatır, başkalarının da yanılmasına, aldanmasına sebep olur.

Bilmeyenler, kendi zanlarının, kendi görüşlerinin, kendi bilişlerinin ısrarla hak olduğunu iddia etmekte sadece mazur değil, aynı zamanda haklıdırlar. Çünkü zannettikleri, gördükleri, bildikleri o kadardır.

Sorun şurada başlar ki bu kimselerin çoğu, zan, görüş ve bilişlerinin haktan ibaret olduğunu iddia etmekle yetinmezler, hakkın kendisi olduğunu da iddia ederler. Böylelikle hem batılla hakkın üzerini bulamaya, örtmeye çalışırlar, hem de hakkın batıl tarafından kapsanacağına inanırlar. Sade hatadır.

Zahirde bâtını, zanda ilmi teşhis etmek, gölgede ışığı, alacalıda beyazı bulmaya çalışmak gibidir.

Hakkı hakla, ilmi ilimle bilmeli, sevgiliyi hep sevgilinin kendisinde bulmalıdır.

Leğende mehtabı seyredenler, başlarını kaldırıp gözlerini sevgilinin güzel yüzüne (mehtabın kendisine) çevirmeyi bilmeyenlerdir. Ayıplanmamalı, aksine mazur addedilmelidirler.

İdrakin mertebeleri vardır, herkes kendi idrakince hakkı ve hakikati idrak eder. Bazıları hissen, bazıları hayalen, bazıları vehmen, bazıları da aklen.

Her idrakin idrak olmak itibariyle mertebesi haktır. Lâkin kişi hangi mertebedeyse, idraki sadece o mertebenin sınırları içinde haktır. İdrak mertebelerinde yükseldikçe, bir önceki idraki bâtıl olur (değişir), sadece kendisi için kesinlik ifade eden ilmi, bir adım sonra zanna dönüşür.

Ey tâlib, görüşünden, bilişinden değil, görüşünde, bilişinde ısrar etmekten utan! Aklın sıra kavradığını zannediyorsun, oysa kavranan sensin ama farkında değilsin.


Tanrın bile zannınca.

Adlin kadar, veya zulmünce.

Gönlün kadar, veya darlığınca.

Ufkun kadar, veya körlüğünce.

Unutma, tanrın bile sence, ama hep sence.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder