3 Ekim 2010
Platon’un en önemsediğim diyaloglarından
birinin adı.
Ölüme dair çünkü.
Ölüme dair çünkü.
Ölüme ve ölümsüzlüğe. Yani nefsin bekasına.
Felsefe, ölümü tercih etmek demektir, der
Sokrates, talebelerinin kendisini kaçırma taleplerini reddedip bile isteye
ölümü tercih ederken.
Ölümü şiirleştirir.
Biyolojik ölümü değil, nefsin ölümünü. Ölmeden önceki ölümü. Nefs mertebesinden ruh mertebesine çıkışı.
Rengi olmayan tek nefsin, nefs-i safiyenin hikâyesini.
Metnin Türkçe’ye ilk çevrildiği tarih 1928.
Meş’um bir tarih. Zira kandillerin söndüğü ve
ilim-irfan geçmişimizin karanlıklara gömüldüğü tarih.
Kitabın mütercimi bir genç kız. Semiha Cemal.
Okursanız, seveceksiniz, tercümesi
Osmanlıca’nın son numûnelerinden.
1926 Darülfünun Felsefe Şubesi’nden mezun.
Cumhuriyetin eğitim görmüş ilk neslinden. Dikkatli, titiz ve naif.
Platon'dan başka çevirileri de var. İlk çeviriler.
Hikmet âşıkı bu genç kadın 31 yaşında vefat
ediyor. 1935’te.
Peki niçin Platon?
Niçin Φαίδων?
Niçin 1928?
Niçin Φαίδων?
Niçin 1928?
Sanırım, asıl sebep, gönlüne bir Hak dostunun
nazarının değmiş olması.
Bir Rifaî fakirinin. Hakikî yoksulun.
Kenan Rifaî’nin (1867-1950).
Semiha Cemal, Kenan Rifaî’nin damadı Ziya
Cemal’in (Büyükaksoy) kızkardeşiydi.
En güzel yıllarını Rifaî hazretlerinin sohbet
meclisinde geçirmiş, hatta sohbetlerin kaydında bizzat emeği de geçmiştir.
Kenan Rifaî’nin terbiyesinden geçen birçok
hanımdan biridir Semiha Cemal.
Sâmiha Ayverdi,
Sofi Huri, Safiye Erol, Nezihe Araz.
Ya âşînası olmadıklarımız?
Nazlı Sultan, Meşkûre Sargut, Hüsniye, İsmet,
Münîre, Sâbiha, Güzîde, Melîha, Güleser, Kamer, Lütfiye, Behîre, Hayriye
hanımlar... ve daha adını kaydetmekten aciz olduğumuz nice İstanbul
hanımefendisi.
Hepsi de bir bir ârifin nazarıyla ışıldamış
kadınlar.
Aydınlanmış, arınmış, akpak insanlar.
Hakikat çerağını diri tutmak uğruna nefes
vermiş zâkirler ve zâkireler.
Bu işlerde tesadüf olmaz, bugün o nefesi diri
tutmaya gayret edenlerden biri de yine bir hanım.
Kenan Rifaî’nin ilk mürşidi, ilk mürebbiyesi
de bir kadın. Anneleri. Bir Hak âşıkı.
Terbiyesi altında yetişmesi amacıyla, Hatice
Cenan hanımefendinin, oğlunu kendisine emanet ettiği zât ise Edhem Efendi.
Edhem Efendi tacla hırkayla işi olanlardan
değil. Bir Üveysî.
Yani yolun terbiye ettiklerinden.
Kenan Rifaî’ye bir zamanlar Sivil Şeyh demeleri de asıl bundan.
Şeyhliği tekke şeyhliği değil. Ne kurumsal, ne de aileden.
Sonraları Medine’de Seyyid Hamza er-Rifaî’den
icâzet ve hilâfet almış olsa bile, hamurunda mürşidini irşad edecek cevherin
menbaı gerçekte bir Üveysî. En son Kadirî.
Hâllerinde hep bir melâmet neşesinden izler
görünmesinin bir nedeni de sanırım bizâtihi Edhem Efendî.
Ehemmiyet arzeden bir mevzû bu!
Malum a,
bazılarını bir mürşid irşad eder, bazılarını bizzat yolun kendisi.
Efendimiz’i (s.a) irşad eden kim?
Yolun kendisi.
Silk değil, meslek.
Beşeri ve dahî beşeriyeti ne melekler irşad
eder, ne ilâh. Onlar beşer önünde bir misâl teşkil edemezler çünkü. Acıkmazlar,
üşümezler, ağlamazlar.
Uluhiyet mertebesinden melekiyet mertebesine,
melekiyet mertebesinden beşeriyet mertebesine. Çünkü irşad için aynı ontolojik düzlemde yer almak gerek.
Başka bir deyişle, beşerin önünde evvel ve
âhir insan olmak gerek.
Kitaptan mürşid olur mu?
Abdülkerîm Cilî, tâlibi kitapların da irşad
edebileceği görüşündedir.
Bu fakirin kanaati de bu yöndedir. Sadırlar
kadar satırlardan da ilhâmımızı alabiliriz.
Nereye kadar?
Hep bir yere kadar. Nasibimiz kadar.
Tertemiz. Açık ve aydınlık. Çünkü çok sade, çok yalın.
Cumhuriyetin ilk yıllarında dergâhların
kapatılmasını umursamayan, hatta bu müdahalede hayır bile bulan meşayıhın, o
yıllarda yârân ile nasıl hâlleştiklerini görmek istemez misiniz?
Takip altındayken bile, pırıl pırıl İstanbul
şîveleriyle o güzelim şehirli hanımların gönüllerinden yayılan yanık kokusunu
duymak?
Şehirli dindarların ev içre hâl ve tavırlarını, o heybetli sesin
sahibinden yıllarca sürecek bir irşadın en etkileyici numûnelerini görmek?
Kısaca yalan yanlış yazılmış irfan müsveddelerine inad çağdaşımız olan bir Hak
dostunun nefesiyle nefeslenmek istemez misiniz?
Bir Ramazan ayında Kenan Rifaî hazretlerinin Sohbetler adlı eser-i güzîniyle halvet
olmuştum.
Okudukça sadece hayretim değil, mahcubiyetim de artmıştı.
Hicabım ise, meğer ki uzaktaki yakınlıktan çok
yakındaki uzaklıktan nâşi imiş.
İmdi, sıra, yakındaki yakınlık perdesini de
kaldırmakta.
Demek oluyor ki ey talib, sevgiliye kavuşunca
İsâ gibi orada kalıp takipçileri bekletmemeli, bilâkis Mirac’daki vuslat
zevkini yarıda bırakıp Muhammed gibi hemen geri dönmeli!
Takip et: @ducane




Hiç yorum yok:
Yorum Gönder