25 Ocak 2009
Zamanı gözetmekten/gözetlemekten vazgeçmeli,
asıl ânı seyretmeli! Hep ânı. Çünkü hakikatte varolan andır sadece. Bir tek an. An, bütün yaşamın kendisi.
Yaşam an’dadır demiyorum; dediğim, yaşam ân’ın
kendisi.
Tüm varlığı birde, tüm mekânı noktada,
tüm zamanı anda görebilmektir
hikmetin ölçütü.
Hikmet, kesret’ten vazgeçmektir. Çokluk’tan.
Yol boyunca derine, daha derine, hep derine kazmaktır.
Hikmet, zamanı zamana bırakıp gözü ân’a
dikmektir. An’ın bilgisine. Hakikate. En yalın haliyle.
Bu yüzdendir ki hakikat taliplerinin bütün
gayesi, basitin bilgisine
ulaşmaktır. Yalın’ın. Yalın olanın. Kısacası en dipte olanın. Yokmuş gibi
görünen varın.
Çokluğu gerçek sanma aldanışının kahredici
sonu puta tapıcılıktır. Görüneni gerçekle karıştırmanın sonu.
Puta tapıcılık, görüneni ele geçirmeyi marifet
sanmaktır. Hakka ortak koşmaktır. Koca bir aldanıştır bu yüzden.
Ortak koşuculuk zaafı, Hakkın kudretini
takdir edememekten kaynaklanır. Putperest, kudreti tanrıcıklar arasında
paylaştırır. Çoklukta güç vehmeder, gölgede ise hakikat. Hep varmış gibi
görünen yok’lara tapınır. Yokmuş gibi görünen var’ı da bilir bilmesine ammâ onu
hakkıyla tanımaz, ona diğer tanrıları kadar veya biraz daha fazla hürmet eder.
Talip neye talip olduğunu iyi bilmeli! Acaba varmış gibi görünen yoka mı talip,
yoksa yokmuş gibi görünen vara mı,
tercihini iyi yapmalı!
Nist-i hest-nüma (varmış gibi görünen yok)
halkın peşinden koştuğu serabın adı. Bedeli bütünüyle yaşamdan ibaret olan
aldanış. Yaşamdan, yani yaşamı bir hiç uğruna heba etmekten...
Varmış gibi görünen yok uğruna
koşuşturanların kendilerini mahrum ettikleri hakikat ise, ne yazık ki hest-i nist-nümâ (yokmuş gibi görünen var).
* * *
Aç avucuna bak bakalım ne göreceksin?
Her hâlde ya avucunda bir şey olduğunu göreceksin, ya da olmadığını.
Her iki hâlde de avucunu göremeyeceğin kesin!
Niçin acaba?
Evet, niçin, avucundakilerinin varlığı veya yokluğu sana bizâtihi avucunu unutturuyor?
* * *
Hakikat ehli, zamanı zamana bırakıp âna nazar eder, her daim ânı seyreder. Hakikat anlıktır. Bundan dolayıdır ki hakikat
ehli hakikatini anda seyreder.
* * *
Hz. Ali’nin sözünü hatırlayalım:
Dualarımı kabul etmemesinden bildim ben O’nu!
Yani beni bana bırakmamasından, isteklerimi
yerine getirmemek suretiyle rahmet ve şefkatini belli etmesinden, şımarıklığıma izin vermemekle sırrını belli edişinden tanıdım O’nu.
İsteklerinin gerçekleşmesi kişiyi kendinden
uzaklaştırır, sanıldığının tam da aksine. Başarılı her adımında kendisine
ihtimamı azalır âdemin, ve tabii ki etrafına, dostlarına. İnsan’a.
Duası makbul olan insan insana aldırmaz olur.
Sadık bir Tanrı’ya güvenir. Sadakat gösterir ve sadakat bekler. Sadakatle
kibirlenir. Şişinir. Oysa sadakat her zaman erdem değildir. Çünkü sadakat bir
çırpıda kişinin efendisini kendisine borçlandırmanın bir yolu hâline alabilir.
Umumiyetle alır da.
Uşakların efendilerine sadakati, bazen sahip
oldukları tek meziyetle, yani sadakat aracılığıyla, efendileri üzerinde güç
kazanmayı sağlar. Zayıflarken kuvvetlenmenin bir diğer yoludur sadakat.
Vazgeçilmezler sırasına girmektir. İhanet etmeyerek, sadık kalarak ilişkinin
sürekliliğini sağlamaktır. Güvende olmaktır. Korkudan emin olmaktır, reddedilmek ve terkedilmek korkusundan.
Bütün vazifelerini yaptıkları hâlde dualarının
kabul olmamasına akıl sır erdiremeyenler, bazen en büyük cezanın dua edenin
duasını kabul etmek olduğunu nereden bilsinler?
Çocuğunun her isteğini yerine getiren anne-babalar, bir düşünsenize ne kadar da acımasız, ne kadar da şefkatsizdirler gerçekte.
Çocuklarını çok ama çok sevdikleri için
onların her isteğini yerine getiriyor değildir böyleleri. Lütuf ve ihsanları
bile bir kudretin değil, bilakis bir aczin, bir zayıflığın nişanesidir.
Daha önce ne demiştik?
Kudret sadece yapmaya değil, yapmamaya da muktedir olanın sıfatı. Kudret arzu ettiğini avucunun içine
alabilmek kadar, onu elinin tersiyle itebilmektir de.
Kadir olmayan, Tanrı da olamaz!
* * *
Bâyezid-i Bistamî, yolun başındayken dört
şeyi yanlış biliyordum, sonunda doğrusunu öğrendim der:
1. Yolun başında ben Hakk’a talibim
zannederdim, sonunda anladım ki Hak bana talipmiş.
2. Yolun başında ben Hakk’ı zikrediyorum
zannederdim, sonunda anladım ki Hak beni zikrediyormuş.
3. Yolun başında benim için iyi olanı seçen
yine benim zannederdim, sonunda anladım ki ben hep kötü olanı seçmişim, her
defasında benim için iyi olanı seçen O’ymuş.
4. Yolun başında Hakk’a vâsıl olmayı isterdim,
sonunda anladım ki daha yolun başındayken ben Hakk’a vâsıl imişim.
* * *
Ah, hiç olmasaydık
n’olurdu!?
İmdi, söyle ey talib, n’olurdu?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder