19 Mayıs 2007
Ne tuhaf değil mi, annesini çok seven bir
evlâdın annesinin cenazesine gitmesine mâni teşkil eden hâdise, o esnâda en
nihayet bir desen çalışmasının içine
gömülmüş olması.
Acaba bir desen çalışması, gerçekten de telâfi
edilemeyecek bir vazifenin ihmâlinde —dinî
açıdan değil sadece, insanî açıdan
da— geçerli bir mazeret olarak görülebilir mi?
Cevabın, o saklandığı karanlık bölgede, farkedilecek hâle gelebilmesi amacıyla sorunun alanını biraz daha genişletelim:
Bazıları, kişisel ilgi ve ihtiyaçları, hatta
arzuları veya tutkuları ile, en yakınları da dahil olmak üzere, başkalarına karşı sorumlulukları
arasında tercih yapmak durumunda kaldıklarında, bazen kişisel
arzularını/tutkularını, bazen de sorumluluklarını tercih ediyorlar.
Sorumluluklarını yerine getirmeyi tercih edenlerin hâli övgüye daha lâyıkmış
gibi görünürken, tutkularını tercih edenlerinse bir çırpıda daha bencil, başka bir ifadeyle daha zayıf olduklarını söylemek
kolaylaşıyor.
Veysel Karanî menkıbesi bu hususta ilginç bir
misal olarak önümüzde duruyor, zira kendisi Efendimizi ziyaret edip
sohbetiyle müşerref olmak yerine yaşlı annesiyle kalmayı seçmiş ve fakat bu
tercihi bir kınamanın değil, aksine bir takdir ve tebrikin konusu olmuştu.
Hiç
kimse Veysel Karanî’yi, kendisini Efendimizi görmek şerefinden mahrum
etmiş olan kararından ötürü kınamamıştır.
Evet, hiç kimse!
Efendimiz de dahil.
Çünkü kendileri teşrif ve tebcil maksadıyla Karanî hazretlerine hırkasını
göndermiştir.
Cézanne’ın davranışını yerme kolaycılığına
kapılacakların, Veysel Karanî örneğinin neredeyse bir istisna olduğunu, ashab-ı
güzînden nicelerinin, Karanî hazretlerinin tam da aksine davranıp ailevî
sorumluluklarını terketmekten kaçınmadıklarını gözönüne almalarında yarar var.
Bir Fransız ressamın ihmâli ile Efendimize ittiba ve onun aracılığıyla ihtida eden ashabın tercihleri arasında
mukayese yapmanın doğru olmadığı pekâlâ söylenebilir.
Meselenin nezaketinin farkındayım. Lâkin
böylesi bir mukayeseyi trajik hâle getirenin, benim tartışmaya değer bulduğum
nokta açısından gerçekte misâllerin kahramanlarının değil, aksine bu misaller
vasıtasıyla işaret edilen dilemmanın kendisi olduğu da hesaba katılmalı. Yani konusu ne olursa olsun tutkular ile
sorumluluklar arasındaki çelişkinin
kesinliği...
Tutku sahibi olmamışların, tutku(lar) ile sorumluluk(lar) arasında yapacakları tercihin istikameti belli.
Buna mukabil sorumluluklarını yerine getirmekte aciz olanların tutkularına
yenik düşecekleri ve ister istemez tutkularını yüceltecekleri de.
Bu yüzden sorumluluklarının farkında olmayan
tutku sahiplerinin ve/veya tutkunun ne menem bir şey olduğundan habersiz
sorumluluk sahibi zevatın tercihlerini tartışmanın, hiç değilse bu bağlamda, bir anlamı yok. Bilâkis asıl trajik olan, sorumluluk bilinci taşıdıkları, hatta
sorumluluklarını yerine getirme kabiliyet ve kudretine sahip oldukları hâlde
bir tutkunun pençesinde kıvranan kimselerin yaptıkları/yapacakları tercihler.
İki
zorunludan birini seçmek yani.
Kendisini mi, başkasını mı?
Gördün mü ey talib, soru yine öylece cevaplanmamış olarak ortada kaldı: tutku mu, sorumluluk mu?
Ben çelişkiyi çözmekle değil, çözümlemekle mükellefim.
Bu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilCézanne'nın ölümü de zaten bir desen (!) yüzünden olmuştu. Sağanak altında yarom bırakmak istemediği manzara çizimi sonrasında ağır zatürreye yakalanmıştı.
YanıtlaSil