Sayfalar

PERDESİNDEN PERDELERİMİZ YIRTILDI


22 Haziran 2001

İlim bir perdedir sözünü duyduğumda, önümdeki bütün perdelerin kendisine sahip olduğum takdirde kalkabileceğine inandığım o ışık demetinin nasıl olup da perdelerden bir perde şeklinde nitelenebildiğine doğrusu bir mânâ verememiştim önceleri.
Bilinmeyeni bildirecek olanın adı değil miydi o?
O değil miydi akletmenin mahsûl ve mükâfatı?
O açıklık idi, apaçıklık idi. Hem açıklayan, hem de açık kılan hep o idi! Bana beni verecek olan, beni bende bana bulduracak, buldurmakla kalmayıp olduracak olan da yine o değil miydi?
Beni boğan, nefesimi kesen, çevreni/çevremi görmemi engelleyen nice perdenin bilgi aracılığıyla, bilgi'nin sayesinde, bilgi'nin ışığıyla kalkacağını umarken —ummak ne kelime, iman-ı kat‘î ile öyle olacağına itikad etmişken— nasıl kabul ederdim/edebilirdim bizâtihi maksûdumun önüme kalın bir perde olarak çıkacağını?

Perde... gözlere inenin adı, gözleri örtenin, gözlerin görmesini engelleyenin.
Perde... görmeyi değil görülmeyi, farketmeyi değil farkedilmeyi engelleyen karanlık.
Perde... görülenin görülmesini engelleyen, görüleni görülür olmaktan çıkaran, karartan, kapatan, kaplayan sis.
Perde... göreni görmez kılan, sadece görüleni değil göreni de görülmez hâle getiren.
Perde... görenin de, görülenin de, görmenin ve görülmenin de varolmasına izin vermeyen sır, sırların sırrı.
Perde... o ki bütün hayatımın muamması, gözlerimi kapadığımda üzerimden kalkacak olan ağırlık, kalktıkça katlanan, katlandıkça çoğalan, çoğaldıkça nefesimi kesen, önümde değil içimde yaşamayı yeğleyen canavar.
Perde... Ne garip bir kelime! Bir tarafında kalanın değil, her iki tarafında da kalanın görmesini engelleyen nesne, ne-ise-ne! VE fakat perdelenen görülen değil sadece, gören de. Perde perdelediğinde sadece dışarının içeriden görülmesine mâni olmuyor ki, içerinin de dışarıdan görülmesine izin vermiyor. Öyle ya, İstanbul evlerinin perdeleri yukarıdan aşağıya doğru inerdi bir zamanlar; tıpkı göz kapaklarının da yukarıdan aşağıya indiği gibi. Üstelik dışarıyı göremeyelim diye değil, asıl dışarı içeriyi göremesin diye.
Perde... evet örten, bürüyen, kaplayan, saklayan, katlandıkça katlanan, çoğaldıkça çoğalan ama nedense her defasında bir ve tek olan.
Perde... perde... perde... Nedir şu adına perde denen şey?
Bir kabuktan ibaret perde. Özünün dışarıyla, dışarının özüyle temâsını engelleyen kalın bir kabuk. Özü çürüten, öz çürüyünce kendisi de çürüyen. Sakladığı, kapladığı, gözlerin kendisine bakmalarına izin vermediği o öz ortadan kalkınca, kendini dahî ortadan kaldırmaktan çekinmeyen belâ.
Perde ar u namusa ilişmekten de geri kalmamış. Güya ar ve namusu koruyan libas denilen mahfaza. Evet, ilk anlamıyla hem de. Hakikî anlamıyla. Oysa kem gözleri engelleyen değil, gafil kalpleri avutup aldatan başka bir sûrete bürünmüş. Örterken örtüşüyle teşhir edenin, teşhir ettiği sanılırken örtenin, açarken saklayanın ta kendisi. Sadece ayıran değil, ayartan!
Perde... ayrılığın simgesi. Ayıran, ayrı kılan... kâh zaman itibariyle, kâh mekân itibariyle ayıran, ayrı kılan... Perde hem ayrılığın müsebbibi, hem kendisi... Perde sükût... Perde hüzün... Perde gözyaşı... Perde hasret..
Perde... Ey o perdelerin perdesi! Hem perdeleyen, hem perdelenen!
Madde âleminin perdeleri başka, mânâ âleminin perdeleri daha başka... perde üstüne perde... perdeleyen ve perdelenen... kimileri için örterken, kimileri için açan ve fakat açarken örten, örterken açan.
Hz. Mevlana'nın nefhalarından muktebes imiş şu satırlar:
Yardan ayrı dostu ney dostu kıldı hem 
Perdesinden perdemiz yırtıldı hem
Vâ esefâ ki o açıklık idi, apaçıklık idi, hem açıklayan, hem de açık kılan idi. Bana beni verecek olan, beni bende bana bulduracak, buldurmakla kalmayıp olduracak olan da yine o idi.
Evet, beni öldürecek olan o idi. Öldürür öldürmez uyandıracak olan, özgürleştirecek olan, ölümün kokusuyla özüme döndürecek olan hep o idi. Ne var ki ışkını gözlerime saldı da göremez oldum; nûru nâra dönüşünce sükût edemez oldum.
Bekliyorum...
Evet, hâlâ bekliyorum, perdesinden bütün perdelerin yırtılacağı o muhteşem vuslat ânını bekliyorum. Nârının tüm perdeleri yakıp kül edeceği, lâkin bu sefer nârının celâliyle değil, nûrunun cemaliyle tecelli edeceği o sevgiliyi bekliyorum! Beni gelecek güzel sofraların çeşnisi için kurusun diye kilere asılan bir ayva dalı gibi sallantısız halde bulacağı o günü perdelenemez bir hüzün ve hasret içerisinde bekliyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder