Evet, kim, hüznün ve kederin nemli koridorlarında üşümekten büzüşmüş
parmaklarını dermanı kalmamış nefesiyle hohlaya hohlaya ısıtmaktan zevk
alabilir?
Galiba, pek az kimse.
Buna mukabil elimizde ne var bakalım: neşe, ferah, sevinç.
Buna mukabil elimizde ne var bakalım: neşe, ferah, sevinç.
Hepsi bu kadarsa, sormaktan niçin çekinelim o hâlde? Yumuk yumuk
gözleriyle dünya ışığını karşılayan bir başın utanç içinde kasılmış gövdesinin
tam da aksine, yaşama inad, mini minnacık ayaklarıyla direne direne dünyaya
adım atan şen bir bebeğin melâikeyi tedirgin eden o yakıcı çığlığı, uçmasın
diye üzerine yerleştirilmiş koca dağlarla örtülü yeryüzünü ne denli sarsabilir
ki?
Sarsamaz. Hiçbir çığlık, hiçbir feryad yeryüzünü sarsmaz, sarsamaz.
Yetişkince nârâlar atmaya da gerek yok. Yeryüzü gamsızdır çünkü, umursamaz.
Yaşama umudunu değil, bizatihi
yaşam sevincini nerede arayıp nerede
bulacağım öyleyse?
Sorarak öğrenmekten başka elimden bir şey gelmiyor.
Beklemeyecek ve hemen soracağım:
Geç kalmış bir yaşamın umudu ne denli geçmişe ve geleceğe uzanır? Geç
kalmış, yani gecikmiş bir yaşamı en yakın gelecekte ve en uzak geçmişte yaşama
umudu.
Sözü uzatmayalım: Geç kalmışlık duygusunun geçmiş ve gelecek vehmi, sade
bir yanılsamadan öteye geçmez. Burası kesin. Acele etmesiyse, sanılanın aksine,
sonu uzaklaştırmaz, yaklaştırır. Umutsuz çabaları alkışlamak, çapalayan ellere
en büyük hakarettir çünkü. Çapalayan, çabalayan, yani yazgısı olan sonu bile
isteye çabuklaştıran ellere.


Ermekten korkan ellerin sahipleri utansın! Başkaları değil, kemâle ermekten korkan ve sırf korktuğu için yaşama direnen ellerin sahipleri.

Küf kokan bir yazı bu.
Kendime bırakılsam yazmayı istemediğim, ne var ki sırf bırakılmadığım
için, kendi kendimle başbaşa kalmak adına yazmak zorunda olduğum bir yazı.
Aptallar cennetinde mutlu olmayı beceremediğim için mi kınanacağım?
Benden uzak olsun böylesi bir mutluluk!
Asırlık hüznüme karşılık teklif edilen sözümona bir couple’lik yaşam sevincini şiddetle reddediyorum. Başka bir nedenim yok, insan olmayı başaramamaktan korktuğum için reddediyorum.
Yoksulluğum
övüncümdür diyenin mübarek gözleriyle işaret ettiği o mahzun incir ağacının
altında geçirmekte olduğum bitmez tükenmez bir ânın hülyasıyla kendimi kandırmayı
becerebildiğim için sürülere özgü sevinçlere kapılmayı seçmek, ermek istediğim
menzilin hakikatiyle mütenasib değil. Bu yüzdendir ki sürtüne sürtüne yürümeyi
beceremiyorum. Çaresizim, aptalca bir sevincin salına salına dolaştığı
anacaddelerde kendisiyle yanyana yürümeyi beceremediğim için bu sözde ihsanı reddediyorum.
Kelebeğin mumun ateşinde yanması yanmayı beceremeyenler için bir teselli
kaynağı değildir, sadece imrenilesidir. Isınmak için değil, ışıtmak için yanar
kelebekler. Çığlık atmadan sessizce kavrulurlar yârin ateşinde. Yazgıları
böyledir. Ağlayamazlar. Ağlanan oldukları için ağlayamazlar.
Ona ne şüphe! Elbette ağlar, hatta ağlamak asıl erkeklere yaraşır; yaşı
ve yası ise kadınlarda zuhur eder, hepsi o kadar!
Küf kokan bir yazı bu.
Ne burnunu tıka, ne huzurdan ayrıl ey talib! Talib sade hakikatin talibidir. O hâlde hakikatin cilvelerinden
yaka silkmeyi bırak da o nazlı dilberin cemalini ısrarla taleb etmeyi sürdür.
Bilmek mi istiyorsun?
Dinle ve verebilirsen sen cevap ver o hâlde!
Dayanabileceği son kertede çatırdayan muhkem balkon demirlerinin bile
acısına dayanamadığı bir hüznün eşliğinde kendini boşluğa uçarken bulan adamın,
izni olmaksızın güneşe bakmaktan kamaşmış gözlerden saklamayı tercih ettiği
şaşkın bakışlarıyla karşılaşmak için ne denli büyük bir günah işlemiş
olmalıyım?
İşlediğim büyük günahın niçin katmerleştiğini anlamak bu kadar mı zor?

O adamı öylece boşlukta tutabilmek için ne yapmam gerektiğini hiç bilemedim; başını şefkatle okşayıp o ölgün vücudunu usulca toprağın üzerine koymayı da beceremedim.
Şimdi kalkıp bir de bana soruyorsun, merhumu nasıl bilirdin, diye.
Ne diyebilirim, cânını teslim ettiği âna kadar ben kendisiyle hiç
karşılaşmadım ki!
Ey talib hâlâ anlamıyor musun, bu yüzden küf kokan kokan bir yazı bu.
Ey talib hâlâ anlamıyor musun, bu yüzden küf kokan kokan bir yazı bu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder