Sayfalar

SANA BENDEN KALAN NE?


31 Mart 2007

Yaşam sevinci.
Nedir yaşam sevinci?
Bilmiyorum. Bilemiyorum. Fakat anlamak ve kavramak istiyorum.
Yaşam sevinci dedikleri, acaba bir çocuğun, kollarını kendisine açmış annesine doğru koşarken, o kocaman kara gözlerinin pırıldayışında gördüğüm mü?
Veya, bir fıstık çamına asılı salıncağında sarı saçlarını savura savura semaya doğru süzülen bir kız çocuğunun o önlenemez tiz çığlıklarında duyduğum mu?
Değilse, yaşam sevinci denen şeyi nerede görebilir, nerede duyabilirim?







Bir kumsalda itişe kakışa birbirine takılan kızlı-erkekli bir grup gencin birdenbire durup deniz üzerinde sektirmeye başladıkları çakıl taşlarının o okşanası kayganlığında mı?






Yoksa, tuttukları takımın galibiyeti üzerine arabalara doluşup üstlerine sardıkları rengârenk bayraklarla araba pencerelerinden sarkan delikanlıların bağırmaktan kısılmış seslerine eşlik eden yumruklarının etrafa saçtığı o sevimli küstahlıkta mı?
Bilmiyorum. Bilemiyorum.
Acaba, bir çay bahçesinde tam da ifadesiz bir yüzle gazetesini okurken paçalarına sırnaşan bir kediciğin okşanma isteğini görünce gazetesini keyifle masa üstüne bırakan yaşlı adamın göz kenarlarında oluşan o mütebessim çizgilerde yaşam sevinci denen duyguyu tanıyabilir miyim?
Kimbilir belki de alışveriş ettiğim markette ‘sabun tozu’ ile ‘deterjan’ torbalarını bir türlü ayıramayışım karşısında için için sevinmekten kendini alamayan o huysuz ve yaşlı kadının, bak şu salağa, der gibi biraz bilmiş, biraz doymuş edayla şehlâlaşan o tatminsiz çakır gözleriyle sonunda ele geçirebilmeyi başardığı şeydir yaşam sevinci?
Belki de yaşam sevinci, bir bebeğin biraz üzülmeye görsün hemen büzülen kiraz dudaklarında farkettiğim veya avuçlarımda kaybolan bir neşeyle ileri geri itip çektiği o bembeyaz, o küçücük, o yumuk yumuk ayak darbelerinde hissettiğim kıkırdayışın ta kendisi.
Bilmiyorum. Öyleyse, neşeyle, hazla, lezzetle, zevkle, keyifle karıştırmaksızın sevinci, hele hele yaşam sevincini nerede ve nasıl duyumsayabilirim?
Aklî/zihnî hazları pekâlâ doğal olanlarından ayırabiliyorum. Üstelik, akledilebilir olanı aklettiğim takdirde duyduğum/duyabildiğim hazların, yaşam sevinci denen o yabancı duygunun yerini tutmadığını, en azından tecrübelerim aracılığıyla, görebiliyorum.
Nasıl?
Şöyle: Sevinç, akledilebilir (ma’kul) değil, hiç değilse —tüm beceriksizliğime karşın— bu kadarını bilebiliyorum. Dolayısıyla, sevinç, hissedilebilir olanın mümkün kıldığı bir duygu (mahsüs) olmalı. Sevinci aslâ akledemem, ama hissedebilirim. Tanımlanamayışı da her halde bundan. Akletseydim, pekâlâ tanımlayabilirdim. Akledemediğimse kesin.
Peki hissedebilir miyim?
Hissetseydim, belki tanımlayamaz, belki açıklayamaz ama her hâlukârda tanır, benzerlerinden ayırdedebilirdim. Oysa ne tanıyabiliyorum, ne de ayırdedebiliyorum. Elimdeki sade elem, sadece acı. Evet, bir tek duyumsadığım kahrolası bir hiçlik.
Yaşıyor olmaktan, yaşamaktan, yaşamı sürdürmekten köken alması gereken bir duygu durumuysa yaşam sevinci, belki de kastedilen, hayattan kam almaktır; belki de canlılara (dirilere değil) özgü olanı arzulamak; arzuladıkça, arzulanana kavuştukça doyuma ulaşmaktır?
Bilemiyorum. Yaşam sevincini hakikaten bilmiyorum. Daha doğrusu, yaşam sevincinin hakikatini bilmiyorum.
Soru, şurası kesin ki, soru sahibinin duyduğu/kavradığı ve başkalarına da duyurabileceğine/kavratabileceğine inandığı bir duygunun mahsulü değil. Olmamalı da. Çünkü böyle olsaydı, o, yaşam sevincinin hakikatini bilmeyi taleb etmezdi, edemezdi. Duymakla yetinirdi sadece. Anlardı. Açıklamalarla ise hiç oyalanmazdı.
Sevinç kavramının ne olduğunu yeterince açık kılamadığım hâlde, bu sözcükle yaşam arasında ilgi kurar kurmaz işbu terkibin hemen kendini ifşa edivereceğini beklemekle hata ediyor olduğum kesin. Oysa yaşam, ben tam da onu terketmeye hazırlanmışken, sırıta sırıta karşıma geçip acımasızca benden o asırlık hüznümü almak istiyor; buna mukabil tayin etmekte ne denli beceriksizleştiğimi saklayamadığım belli-belirsiz bir yaşam sevinci  teklif ediyor bana.
Ey talib, ısrarla bana, yaşama nasıl mukabelede bulunacağımı sorup duruyorsun.
Ne diyebilirim ki?
Verlaine, “Yoksullara hiçbir şey bırakmıyorum” deyip boş ellerini hırçınlıkla başkalarına göstermiş olmasını şöyle gerekçelendirmiş: 
Ben kendim yoksulum çünkü.
(Je donne rien aux pauvres parce que je suis pauvre moi-même.)
Sana ancak hüznümü miras olarak bırakabilirim ey talib!
Onu sevinçle değiştirip değiştirmemek sana kalmış.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder