29 Eylül 2000
Barajlardaki su seviyesinin düşmesi nedeniyle bu
kışı karanlıkta geçireceğimizi söyleyenleri dinledikçe, bilgi seviyemizin
irtifa kaydedememesi nedeniyle karanlıklar içerisinde
geçirdiğimiz/geçireceğimiz yılları düşünüyor ve ülkemin insanları adına ızdırap duyuyorum. Nitekim ucuz açıklamalara güvenerek geleceklerini karartmamaları ve
aydınlanmadan aydınlatmayı marifet bilen kanaat önderlerini ciddiye almamaları
için sahillerin haşarı çocuklarını biteviye uyarmaya çalışmamın bir nedeni de
bu!
Önerim, koşulsuz güven yerine koşullu
kuşku ile yola koyulmak, üstelik yalnızlanmak pahasına.
Başlamak için, işte size birkaç çakıltaşı daha.
1) Fatma Âliye Hanım'ın Ahmed
Cevdet Paşa ve Zamanı (1332) adlı eserinin 1994'de yayınlanan
sadeleştirmesinde şöyle deniyor:
Babam Ahmed Efendi (...) Antakyalı Said Efendi'den Süleymaniye
Camii'nde verdiği Mutavvel derslerine devam eylemiş.
Sadeleştiren, Mutavvelin bir belağat kitabının
ismi olduğundan habersiz şu açıklamayı yapıyor:
Mutavvel: Uzun uzun
konuşmalar. O zamanlar dersmiş. (s. 33)
2) Ahmed Resmî Efendi'nin Hamîletü'l-Küberâ
adlı eserinin neşrinde deniyor ki:
Ağa Efendimiz Şifâ okuyorlar, eyüce bir şerh bulamadılar deyü
bir söz çıkar; her kimin samiasına vâsıl olur ise elbette Şerh-i Şifâ
tedârüki kaydına düşer.
Eseri neşreden zât, Kadı İyaz'ın meşhûr Şifâsını
hatırlayamadığından olsa gerek hemen şu notu düşmüş:
İbn Sina'nın tanınmış eseri. Mantık, tabiat ve metafizikten oluşan
felsefî sistemini ihtiva eder. (s. 72)
3) Salih Zeki Kamus-i
Riyaziyâtta der ki:
Türkiye'de o zamana kadar hesabât-ı felekiyye Sitinî usûliyle
icra olunageldiği gibi logaritma dahî kullanılmamakta idi. Binaenaleyh (...) hesabât-ı
Sitiniyeyi hesabât-ı aşeriyeye tahvile sebep olduğu gibi.
Burada 60 tabanlı sayı sisteminden söz
edildiğini bilmeksizin bu pasajı alıntılayan Türkiye Maarif Tarihinin
(1939) yazarı şu açıklamayı yapıyor:
Bu Sitinî kimdir? Şarklı mı, Garplı mı? Fakat Şarklı'dan
ziyade Garplı'ya, hatta bir İtalyan'a benziyor. (...) Acaba Salih Zeki'nin Sitini
dediği bu riyaziyeci Septî olmasın? (I/154)
60 tabanlı sayı sistemi anlamına gelen hesab-ı
sittinî münasebetiyle daha bir çuval dolusu laf eden yazarımızın bizzat
Salih Zeki'yi cehaletle suçladığını da ayrıca buraya not edelim.
4) Hüseyin Cahit Yalçın'ın Edebî
Hâtıralar (1935) adlı eserinin 1999'da üçüncü baskısı yapılan
sadeleştirmesinde şöyle bir pasaj geçer:
Hazreti Ali'nin savaşları, Battal Gazi, Kara Davut... elime nereden
geçtiğini bilemediğim kitaplar. Âşık Garib'e, Kerem hikâyesine yeğ tuttuklarım
bunlardı.
Sadeleştiren, Cezûlî'nin Delâil'ul-Hayrât
adlı eserinin şârihi İzmitli Kara Davud'u ve bu zâtın kitabının kendi adıyla
tanındığını bilmediği için bakınız neler döktürmüş:
Burada küçük bir yanılgı veya baskı-dizgi yanlışı olmalıdır. Ne Dede
Korkut kitabında, ne Köroğlu kollarında bu adı taşıyan bir kahraman
vardır. [a] Fatih çağında söylenen Kara Davut adlı bir yiğidin
serüvenlerini Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu ancak 1928'de tarihsel bir roman
biçiminde yayımlamıştır. [b-c] “Tarihlerimizde Kara lakabıyla
anılan iki Davut Paşa vardır ki gerçek kişilikleri bilindiği için bir
efsane ve menkıbe konusu olamazlar: Kara Davut Paşa (öl. 1623) sadrazam, Kara
Davut Paşa (XV.-XVI. yy.) nişancı ve kaptanıderyadır. [d] Kulan Arslan
diye anılan Davut Selçuk ise Süleyman Şah'ın oğludur, Haçlı seferleri
sırasında savaşlar kazanmış, ağabeyi Kılıç Arslan'a destek olmuştur. İznik'te
sarıldığı ve kaybolduğu, sonradan Bizans'a sığınarak Hıristiyanlığı kabul
ettiği söylentileri vardır.
Bunca gayretine rağmen Kara Davud adlı
kahramanı bir türlü bulamayan âlimimiz (!) en nihayet şu itirafta bulunuyor:
Kısaca, sayıları belli ve metinleri derlenmiş halk hikâyelerimiz
arasında Kara Davut adlı bir kahramana rastlanmıyor. Hüseyin Cahit'in
çocukluğunda okuduğunu belirttiği Kara Davut metni üzerinde bilgi sahibi
değiliz. (s. 25-26)
Evet, okumalı, hem de çok okumalı ve ucuzluklara
prim vermemeli. Esasen bilgi yanlışlarına düşmek de, bilgi yanlışlarını
düzeltmek de pek önemli değil. Asıl önemli olan, önce atıcılardan kendimizi
korumak; sonra, sonu gelmez gevezeliklere iltifat edip zamanımızı heba etmemek.
İşte zor olan da bu! Çünkü doğru soruları
sormak, doğru cevapları vermekten çok daha zordur.
Ek okuma için tıklayınız:
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder