Ben hiç
melek görmedim, gösterin çizeyim, der ünlü Fransız
ressam Gustave Courbet. Bu sözüyle katı gerçekçiliğini temellendirdiğini
düşünür L’Origine du mondeun ressamı.
Kendince. Sanki resmederken gerçekten de gerçeği resmediyormuş gibi.
Resmetmiş gibi.
Ressamın Atölyesinde (1855).
Alemin Menşeinde (1866).
Resmetmiş gibi.
Ressamın Atölyesinde (1855).
Alemin Menşeinde (1866).
Gördüklerini.
Görebildiklerini.
Taş Kırıcılarını (1849).
Sanatçılar veya düşünürler, ulaşabildikleri
son noktada dahî gerçeğin ne tarafını,
daha da önemlisi ne kadarını
görebilir ve(ya) gösterebilirler? Evet, ne tarafı ve ne kadarı gösterilebilir
gerçeğin?
Ancak görülebildiği tarafı ve görülebildiği
kadarı. Yani en çok bir tarafı ve bir mikdarı.
Sanatın ve düşüncenin kaderi, taraf ve kadarın sınırları içinde hareket etmek, mümkün olduğunca bu
sınırları hem de gidebilecekleri en uç noktaya dek zorlamaktır. Abartmak yani.
Yüksek düşünce ve sanatın özü, Aristo’dan bu
yana tekrarlandığı gibi hiç de mimetik
değildir. Gerçek, hiçbir surette kendi olağan sınırları içinde görülemez ki
gösterilebilsin. Büyütme zorunludur. Abartma. Gerçeği eteklerinden çekip
genişletme. Nereye kadar? Gidebildiği yere kadar!
Mimesis (μίμησις) sığ zekâların avuntusu. Mukallidlerin. Görüneni bir gerdanlık (kılâde)
gibi boyunlarına geçiren taklitçilerin. Takliddeki
kılâdeyi göremeyenlerin.
Gerçeğin, hatta bazen gerçekliğin taraf ve kadar sözcükleriyle ilişkilendirilmek suretiyle anlatılması, böyle
bir anlatım zorunluluğunun ortaya çıkması, gerçeğin doğası gereği.
Tecessüm etmiş, yani bir cisme, bir bedene, bir heykele dönüşmüş olan gerçekliğin elbette boyutları olmak zorunda. Kendine özgü boyutları. Eni, boyu ve derinliği. Hacmi. Hâl böyle olunca, işin içine taraf da, mikdar da girmek zorunda. Nicelik yani. Ölçülebilir ve sayılabilir olan. Hesap.
Tecessüm etmiş, yani bir cisme, bir bedene, bir heykele dönüşmüş olan gerçekliğin elbette boyutları olmak zorunda. Kendine özgü boyutları. Eni, boyu ve derinliği. Hacmi. Hâl böyle olunca, işin içine taraf da, mikdar da girmek zorunda. Nicelik yani. Ölçülebilir ve sayılabilir olan. Hesap.
Gerçek ölçülebilir olduğu sürece, gerçeğin
ancak bir tarafını ve bir mikdarını görmek ve göstermek
zorundadır düşünürler ve sanatçılar. Üstelik her defasında gerçeğin bir
tarafından ve bir mikdarından bahsettiklerini de farketmek boyunlarının borcu.
Peki gerçeklik?
Hakikat?
Hakikatin boyutları olmaz. Ne hacmi, ne eni,
boyu ve derinliği vardır hakikatin. Ölçülemez. Hesaplanamaz. Niceliğe
indirgenemez. Sadece kavranır. Bir bütün olarak yaşanır. Bir anda. Bir defada.
Elinize mezura, pergel, gönye almanıza gerek
yok bu yüzden. Muhayyilenizden yardım isteyin bir tek. Hayal edin, tahayyül
edin, muhayyilenizi zorlayın, düşleyin, aynanın arkasına geçmeye çalışın.
Perdenin arkasındakini görmeyi deneyin. Perdelerin arkasındakini. Kendinizin.
Gerçeğin arkasındakini.
Abartın gerçeği son raddeye kadar. Hakikati
buluncaya kadar. Hiç değilse Nesimî kadar.
Mende sığar iki cihan, ben bu cihana sığmazam
Gevher-i lâ mekân menem, kevn ü mekâna sığmazam
Abartı karşılığında eskiden mübalâğa sözcüğü kullanılırdı.
Mübalâğa’nın kökünde, kökeninde er(dir)mek, ulaş(tır)mak mânâsı vardır. Siz sözlüklerin
sustuğuna bakmayın, abartmanın da
öyle.
Apar(t)mak sözcüğüyle akraba olduğundan niçin kuşkulanalım?
A-parmak en son tahlilde alıp parmak,
yani alıp götürmek demektir. Alıp
kaçırmak. Uçurmak. Nitekim parmak/barmak
sözcüğünün aslı varmaktır. Bilenler
bilir, barmaktan türeyen barış sözcüğü de iki şeyin birbirine
kavuşması, uyması, uzlaşması demektir. Aslı da varıştır. Yani parmaklar birbirine barmalı, barışmalı, eller
sıkılıp eller birbirine kavuşmalı.
Gerçeğe değen parmaklarınız gerçekliğe de
uzanmalı. Hakikate.
Hakikati avucunuzun içine alamazsınız. Ona
ancak parmaklarınızı değdirebilirsiniz. Parmaklarınızın uçlarını. Parmak
uçlarınızı. Abartmalısınız o hâlde, gerçeğin sınırlarını son kerteye değin
zorlamalısınız. Gittiği gidebildiği yere kadar. Parmak uçlarınızın değebildiği noktaya
kadar. O’na kadar. Zatına kadar. Hüsn-i cemâli, size sizi unutturana kadar.
Söz Nesimî’ye değdi madem, Nesimî’de erisin:
Menim nem var bu tende, can ânındır
Ki cane kim kıyar, canan ânındır
Ne yaman çelişki değil mi, sevgilinin sizi
sizden geçiren o hüsn-i cemali dahî bir abartının eseri.
Kendi eseri.
Tanrı’nın eseri.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder