— Kadınlık eski ihtişam ve kudretini kaybetmedi mi efendim?
Kenan Rifaî hazretlerinin cevabı şöyle:
— Eski ihtişam ve kudretini kaybeden kadınlık değil, kadınlar! Asıl kadınlık bütün ihtişam ve kudretiyle ayakta! O hep ayakta! Çünkü mazhar-ı aşktır o!
Cüzdeki küllü görmek budur!
Çokluktaki birliği.
Kenan’ı değil, Yusuf’u.
Kadınları değil, kadınlığı.
Niceliği değil, niteliği.
Kenan’ı değil, Yusuf’u.
Kadınları değil, kadınlığı.
Niceliği değil, niteliği.
Esma ve sıfâttan önce zâtı.
Önce Adem’i.
Sonra âlemi.
Truffaut’nun “L’homme qui aimait les femmes” (1977) filminin kadın düşkünü kahramanı (Bernard) hakkındaki son söz de bu!Mutluluğu nicelikte bulabileceğini sanmıştı.
Üstelik bir kadının ağzından.
Bir gürz, bir balyoz, bir pala darbesi değil,
bir iğnenin teması.
Ürpertici bu yüzden. Sakin ama yıkıcı. Yavaş
yavaş. Ağrı yok. Acı yok. Küçük bir sızı var sadece. Kalbin derinliklerinde
ince bir sızı.
Bir hakikat bu kadar mı veciz bir biçimde dile
gelir?
Niceliğe düşkünlük... yani kendisiyle temas
edilen insan sayısının çokluğundan
medet beklemek...
Truffaut, gerçekte, insan sayısıyla
ilgilenmiyor, bu nedenle filmde asıl söylenmek istenen: kendisiyle temas edilen
kadın sayısının çokluğu...
Hemen ardından gelen şu cümlenin zahiri sizi
aldatmasın, telâffuz edilen insan ama
kastedilen yine kadın.
Neden bir tek insanda bulabileceklerimizi bir sürü insanda aramakla uğraşır dururuz?
Bir kadında değil, bir sürü kadında. İşte
niceliğin egemenliğinin insanı kavradığı o meş’um başlangıç noktası!
Çoklukta yol bulmaya çalışmak... fetişe yönelmek... kesrete... suretler havuzunda arınacağını sanmak... aşırı temaslar aracılığıyla hem de...
Bunca zahmet niçin?
Şefkat eksikliğinden ötürü.
Bir annenin içi gülen gözlerinden mahrumiyet
sebebiyle.
Rahmet elinden uzaklık yüzünden.
VE sırf bu mahrumiyetin acısıyla tüm kadınları
tüketmeye çalışmak. Erotize edilmiş şefkatin aldatıcılığından medet bekler hâle
düşmek.
Napolyon sendromu!
Zavallı, Moskova’yı fetheder ama içi boşalmış
bir halde.
Vuslat
hicrandan beterdir.
Şu nefse dünyalar yetmez niceliğin dünyasında.
Bir anne dokunuşunun hayaline ne âlemler katledilir?
Her fetih bir cinayete dönüşür, her insan bir
kurbana.
Mutluluğu nicelikte bulabileceğini sanmıştı.
İfade gücü ne de zayıftır şu mutluluk sözcüğünün. Memnun olmak ile mes’ud olmanın arasındaki o muazzam farkı bir anda kapatıverir
talibin gözünde.
Talibin aradığı saadettir, bulduğu ise zaman zaman anlık memnuniyet.
Erkeklere mahsus bir zaaf değildir mutluluğu nicelikte aramak. Aynı düşkünlüğün
kölesi az kadın mı var bu âlemde?
Sorun insanda. Düşkün olan biziz bu yüzden.
Hepimiz.
İnsanı tüketerek... zamanı tüketerek...
vasıflarımızı, imkânlarımızı, haysiyetimizi tüketerek yaşayan bizler.
Para için, iktidar için, zevk için.
Bernard’ın bir benzeri Petra von Kant’tır
nitekim.

Fassbinder’in yönettiği “Die bitteren Tränen der Petra von Kant” (1972) adlı şaheserin şefkate aç kadın kahramanı da tüketir hem çevresini, hem kendini.
Petra von Kant’ın o buruk gözyaşları.
Kuşatılamadığı için kuşatmaya çalışan zavallı
bir kadının faydasız çırpınışlarıyla tam bir harabe haline dönmüştür can evi.
Babasından kopamadığı, annesinin yanına ise
gitmek istemediği için insanını hayvanına ezdirmekten başka çıkar yol bulamaz
Kant’ın nesli.
Kant?
Sırf akıl yüzünden. Akıllı kadın olmak
yüzünden.
Akıllı kadın ve akıllı erkek, hep aynı akıl
yüzünden.
Trajedi aynı trajedidir.
İnsanın yazgısı hep aynı. Suretâ faklı olsa
bile, özde aynı.
* * *
Hocanın biri etrafına topladığı bir grup
insana, hesap gününde günahkarların nelerden sorguya çekileceğini anlatıp vaaz
veriyormuş...
Ey cemaat, ah bir bilseniz, Cenab-ı Hak sorgu gününde size neler soracak, neler soracak? Zamanını nasıl harcadın diye soracak, paranı nereye ve nasıl sarfettin diye soracak, ibadetlerini eksiksiz yerine getirdin mi diye soracak, insanlara iyilik ettin mi diye soracak, anana-babana nasıl davrandın diye soracak, yetime yoksula yardım ettin mi, komşunu hoşnut ettin mi diye soracak. Şimdiden dersinizi iyi çalışın ey cemaat, o gün Cenab-ı Hak soracak da soracak.
Oradan geçen bir derviş dayanamayıp, Cenab-ı hak kullarına o kadar çok sual sormaz benim bildiğim, demiş, ama o gün bir tek şey soracağı kesin!
Ben seninle idim, peki sen kiminle idin?
Niçin
içim durulmaz bir türlü, deme de ey talib, biraz düşün, gözyaşının hakikati bu
sözde gizlidir çünkü!

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder