Duvar,
katil duvar yolumu biçtin,
Kanla
dolu sünger beynimi içtin!
Bir cezaevi avlusunda hiç volta atmamış
birinin, şairin bu dizelerde tasvir etmeye çalıştığı duyguları anlaması
neredeyse imkânsızdır. Nasıl anlasın? Anlayamaz. Esaret duygusu
bizzat deneyimlenmedikçe taklid edilemez, başka bir deyişle yeniden üretilemez.
Uyarmadı demeyiniz, empati kurmak, aslâ yeniden üretmek (reproduction) anlamına gelmez. Yeniden üretmek ve yeniden yaşamak.
Düşünceleri değil, ancak duyguları yeniden-yaşayabiliriz. Bir tür sanatçı
duyarlılığı gerek. Bir tür annelik hassasiyeti.
Başkasının ruhunda olanın kopyasını çıkarmak
ve yeniden-yaşamak en insanî tarafımız belki de.
En insanî ve en ilahî.
Her üç-beş adımda yürüyüşünüzü engelleyen,
yolunuzu kesen bir duvar tahayyül ediniz. Üstelik dört bir yanınızda...
önünüzde... arkanızda... sağınızda... ve solunuzda...
Her tarafınız duvar. Bir tek yukarısı
müstesna. Şanslıysanız göğü görebilirsiniz, hiç değilse bir tel örtünün
ardından.
Biraz sonra üstünüzde de bir duvarın (!) yer
aldığı koğuşunuza girmek zorunda kalacağınızı düşünürseniz, bu kadarı da bir
nimettir.
Kelâm ve Akaid kitaplarımızda Tanrı’nın cihât-ı sitteden münezzeh olduğu
yazılıdır. Altı yönden yani. Tanrı’nın önü-arkası, sağı-solu, altı-üstü
yoktur bu yüzden. İnsanınsa vardır.
Yanın, yönün varsa özgür değilsin demektir. Özgür, yani münezzeh.
Sınırlısındır çünkü. Mekânla. Sonlusundur aynı
zamanda. Zamanla.
İnsan işte, sınırlı ve sonlu.
Mekanla ve zamanla.
Peki ya esirler veya mahkumlar?
Onlar iki kez sınırlı, iki kez sonlu.
Hapishane Avlusu (1890)
Van Gogh’un en müstesna tablolarından birinin adı.
Geçenlerde Moskova’da Puşkin Güzel Sanatlar Müzesi’nde karşımdaydı.
Hayretler içinde seyrettim.
Hüzünle. Acıyla. Huşûyla.
Önünden ayrılamadım. Şaşmış, şaşakalmıştım.
Van Gogh’un hapishane deneyimi yoktur. Fakat bir duygu bu kadar mı yaşanmışcasına anlatılır, bu kadar mı içten, bu kadar mı sahici?
Esaret duygusu. Özgürlük duygusunun yitimi.
Dört duvarla yolları kesilen adamların içine düştüğü o fasid daire. Bir türlü
içinden çıkılamayan o lânet olası kısır döngü. İnsanı kuşatan çember. Nefesini
daraltan pranga.
Hapishane avlusu.
Duvarlarla yolu biçilen, süngerlerle beyni
içilen tam otuzyedi adam.
VE o kasvetli dünyanın içinden göğe yükselen
iki beyaz kelebek.
Bu tabloyu yaptıktan bir süre sonra Van Gogh
tabancasını göğsüne sıkacaktır. Tam da 37 yaşında.
Resmi yaptığında St. Remy Kliniği’nde tedavi
altındadır ve ağır buhranlar içindedir.
Bir manastır odasıydı. Penceresi görece geniş
bir alana, aşağıda küçük bir bahçeye, duvarın ardından da geniş tarlalara
bakıyordu. (Nitekim bu pencereden bakarak yaptığı resimler sanatseverlerin
malumudur).
Hele o süsenler! Ah St. Rémy’de duvar
kenarlarından bile fışkıran o güzelim süsenler!
Van Gogh St. Rémy’den ayrıldıktan sonra biraz
daha yukarıya çıkacak, Paris’in yakınlarına gelecektir. Auvers-sur-Oise’da
intihar ettiği son eve.
En sevdiğim tablolarından birini, son
tablosunu yaptığı yerde saatlerce oturmuş, tablonun renklerini karşımdaki
manzarada görmeye çalışmıştım.
En güzel mavi ve en güzel siyah o tabloda bir araya gelmişti çünkü. Tarlada Kargalar tablosunda.
Bir de en güzel sarı. İçinden yeşilin aktığı kana boyanmış yaslı sarı.
Tabloyu yaptığı noktadan karşıya baktığımda ne
göreyim, bu sefer kana boyanan tarla değil, göğün ta kendisiydi. Yani
kızıllaşan sarılar değil, mavilerdi.
Kırmızı sarıya değil de maviye karıştığında ne
olacaksa o an o olmuştu ruhumda.
Van Gogh Hapishane Avlusunu, küçük bazı değişikliklerle, Gustave Doré’nin 1872 tarihli bir gravüründen hareketle yapmıştı.
Yani onu sınırlayan duvarlar dışarıda değil, içindeydi.
Kasvet. Keder. Elem. Hüzün.
Kendi hapishanesini çizmişti aslında. 37 yıllık ten hapishanesini.
Tende mahpus kalmış bir canın sıkıntılarını yaşıyordu. Kendi gölgesinin dışına sıçrayamamanın ızdırabını.
Taştan duvarlar değil, etten duvarlar arasındaydı.
Ten kafesinin parmaklıklarını kendi elleriyle kesip can kuşunu uçurmayı başarmıştı sonunda.
Kendisine bağışlanan cinnet nimetiyle özgürlüğüne kavuşmuştu. Ölmüştü.
Sizin anlayacağınız, volta atmasına gerek kalmamıştı artık.
Volta atmasına, yani resim yapmasına.
* * *
Ben avluda volta atarken ilk dizeyi şöyle
değiştirir de söylerdim:
Duvaaaar, duvaaaar, katil duvar yolumu biçtin...
Hem de bağıra bağıra...
Ancak çok sonra anlayacaktım ki aslında yolumu
biçen karşımdaki beton duvarlar değil, bizzat kendimmişim.
Duvar da bendeymiş, sünger de. O meş’um
duvarın ustası da benmişim, beynimi içen o kan dolu süngeri sıkan da.
Yıkmam gereken duvarın hakikatini öğrenmem
için yılların geçmesi gerekiyormuş.
Dikkat et ey talib, yıktım demiyorum, sadece öğrendim diyorum.
Ten duvarını yıkmak için yılların geçmesi
gerekmez, ölmek yeterli.
Van Gogh gibi değil ama, Şems gibi.
Takip et: @ducane




Selam,
YanıtlaSilİnanın Van Gogh ve Şems eşleştirmeniz çok denk düştü bünyeme.
Her ikisi de, bir süre bile olsa dünyadan vazgeçmeme vesiledir.