25 Ekim 2009
Bu bir pipo değildir!
Türk okuru, bir pipo resminin altında yer alan
bu ‘motto’yu ne yazık ki daha çok Michel Foucault’nun aynı adı taşıyan
kitabından (hatta sadece kapağından) bilir.
Aslında ortada bir pipo resmi ve ayrıca Ceci n’est pas une pipe (Bu bir pipo değildir) yazısı bulunuyor falan da
değildir. Bilâkis yazının kendisi de bir resimdir. Resmin bir parçasıdır.
Piponun resmi ile motto ancak birlikte resmi ve/veya resmin idesini
oluştururlar. İki cüz, bir bütündür. Parçalı bir bütün.
Peki, bu bir pipo değildir de nedir o zaman?
Bu bir pipo resmidir, bir pipo değil! Yani
hakikatin kendisi değildir, sadece temsilidir.
Resimler de kelimeler gibi birer temsildirler.
Hakikatin temsili...
* * *
Bu kadarla yetinseydim eğer, hiç kuşkusuz ki
hakikate saygısızlık etmiş olurdum.
Hemen düzeltiyorum o hâlde: Hiçbir resim,
bizzat hakikati tasvir etmez, aksine, ressama özgü hakikati, yani ressamın
hakikatini temsil eder.
“Hak taaddüd etmez” derdi ustalarımız. Hakikatin
zatında çokluk olmaz çünkü.
Çokluk hakikatte değil, bilâkis hakikatin
tasavvurundadır. Lâkin çokluk sadece hakikatin tasavvurunda da değildir, aynı
zamanda tasvirindedir de. Resminde yani.
Bu nedenledir ki René Magritte şöyle demek
zorunda kalmıştır:
- “Şayet resmin altına “Bu bir pipodur” diye yazmış olsaydım,
yalan söylemiş olurdum.”
* * *
Foucault’nun risalesinin yaptığı küçük katkı
bir kenara bırakılırsa, Magritte, ülkemizde hâlâ karanlıktadır.
Acaba komünist bir ressam olduğu için mi? Ya
da hem komünist, hem sürrealist bir ressam olabildiği için mi?
Sanmıyorum.
Magritte’in bilinmeyişinin sebebi, Magritte’in
komünist olması değil, bilâkis ülkemizde adam gibi komünist olmamasıdır.
Bir belgesel vesilesiyle kendisiyle sohbet
ederken, Murat Belge şöyle demişti:
- “Biz Lenin’in Dönek Kautsky’sini okumuş ama
Kautsky’yi okumamıştık. Anti-Dühring’i biliyorduk ama Dühring’ten haberdar bile
değildik.”
Süreç devam ediyor. Foucault’nun risalesi
üzerine döktürenler, bu Belçikalı düşünür-sanatçıyı hâlâ ıskalamaktalar.
Bir defasında
şöyle der Magritte:
— La justification de l’activité artistique est, pour le peintre communiste, de réaliser des tableaux qui soient un luxe de la pensée... (Bir
komünist ressam için, sanatsal eylemin haklılaştırılması, düşüncenin lüksü olan
tablolar yapmaktır. Bu lüksü sistematik bir biçimde sosyalist dünyanın dışına
itmeyi istemek, sıradanlığın o sefil ve mücrim organizasyonuna razı olmak
demektir; en azından düşünce alanında.)
Sıradanlığın o sefil ve mücrim
organizasyonu.
Bu tesbit, bizim eğitim sistemimizin özünü de
deşifre etmekte değil midir? Sıradanlığı ve ortalamayı hedefleyen bir
sistemi...
Sanat, hakikaten, düşüncenin lüksüdür. Sadece
süsü anlamında değil, ışığı/ışıltısı anlamında da...
* * *
Ünlü tablolarından biri “L’empire de la
Lumière” (Işığın İmparatorluğu)
adını taşır. Bu temayı tam altı kez çizmiştir. En etkili olanlarından birini,
ilk kez, Venedik’de, Peggy Guggenheim kolleksiyonunda görmüş ve âdeta
vurulmuştum. (Nüshalardan iki tanesi Brüksel’de, adını taşıyan müzededir, ne
var ki ikisi de birbirinden çok farklıdır.)
Müzeden, sevinçle tablonun bir
röprodüksiyonunu almış, ama sonradan orjinalindeki ışığın baskı sırasında
kaybolup gitmiş olduğunu farkedince çok üzülmüştüm.
E.H. Gombrich haklıdır, tablonun aslını
görmedikçe bir resim hakkında aslâ sahici bir yargı öne sürülemez.
* * *
Magritte’in annesi, Sambre Nehrine atlayarak
intihar etmişti. İşin acıklı tarafı küçük Magritte de annesinin sudan
çıkarılışını görmüştü. Bu nedenledir ki sanatının derinliği yaşamının derinliğinden
gelir. Acılarının derinliğinden...
Sürrealizm, düşleri boyamak suretiyle gerçeği
aşmanın bir yoluydu. Kendinde-gerçeği değil, insana göründüğü kadarıyla
gerçeği...
Uykuya dalamayan zavallı insanın sanata
ihtiyacı var; düşlere ve düşlerin yorumuna...
Sanatçı, düşleyen kişi! Başkalarının yerine
düşleyen, başkaları için de düşleyebilen...
Magritte kaybetmiş olduğu şefkati arayan
adamdır! Şefkati ve umudu... Aşkta bulmayı düşündüğü bir şefkat ve umudu...
bütün tablolarında ve bütün yazılarında...
— Tout ce que je sais de l’espoir que je mets dans l’amour c’est qu’il n’appertient qu’à une femme de lui donner réalité. (Aşktan beklediğim umuda dair bildiğim tek
şey, sadece, o umudu gerçeğe dönüştürebilecek bir kadından ibaret!)
* * *
Hakikatin temsili de en
nihayet bir hakikat değil midir?
Ve cevabı:
Hakikatin içinde yaşarken bu soruya
cevap veremeyiz. Önce uyanmak gerek!
O pipo, hâlâ bir pipo olmamakta ısrar
ediyor çünkü.

Üç ay önce, iki tanesini Brüksel’deki René Magritte Müzesi’nde görmüştüm. Dördüncüsüyle de dün New York’ta MoMA’da karşılaştım. Önünde diz çöktüm, ve iki haftadır renkler ve çizgiler arasında ne yapacağını şaşırmış olan hafızamın sararmış yapraklarına heyecanla kimi ayrıntıları kaydetmeye çalıştım.
İKİ AY SONRA
27 Aralık 2009
René Magritte’in “L’empire de la Lumière” (Işığın İmparatorluğu) adlı tablosunun bir nüshasıyla geçen sene
Venedik’te Peggy Guggenheim kolleksiyonunda karşılaşmış ve çarpılmıştım. Ne var
ki İstanbul’a döndüğümde, satın aldığım reprodüksiyonunda bana bakan “Işığın
İmparatorluğu” ile hayalimdeki arasında neredeyse hiçbir alaka yoktu. Aslını görmediği bir resim hakkında
konuşmaktan kaçınmakta Gombrich ne kadar da haklıydı. Çaresizdim, her defasında
daha derine kazmak zorundaydım. Bu tablonun tam altı nüshası vardı ve bu durumda ben diğer beşini de görmek zorundaydım; üstelik “L’Empire de la lumière” hakkında tam da
bir ders yapmaya niyetlenmişken.
Üç ay önce, iki tanesini Brüksel’deki René Magritte Müzesi’nde görmüştüm. Dördüncüsüyle de dün New York’ta MoMA’da karşılaştım. Önünde diz çöktüm, ve iki haftadır renkler ve çizgiler arasında ne yapacağını şaşırmış olan hafızamın sararmış yapraklarına heyecanla kimi ayrıntıları kaydetmeye çalıştım.
Chicago’da, The Art Institute’de aniden
çarpıştığım, Magritte’in "La Durée poignardée" (Hançerlenen Zaman, 1938) adlı tablosundan sonraki en büyük
keşfimdi bu!
Böylesi lütuflar karşısında ayılmaktan büyük
günah mı olur?
Yapacak bir şey yoktu, nâralar savurmaktan
başkası gelmedi elimden!
Ayıklara not: Bu tablo İngilizce’de "Time Transfixed" (Durmuş Zaman) olarak adlandırılmıştır ki sanatçıyı
da rahatsız eden bu adlandırma gayet yanıltıcıdır! Nedenlerini açıklamayı derse
bırakıyorum. Geleceğe.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder