Sayfalar

ARZU

Mayıs 2017




Arzu’nun imgesi tek başınayken ne denli görkemli ve çekici görünürse, irade’nin yanına ilişir ilişmez, kavramı da o denli hafif-meşrep görünmeye başlar, üstelik bir o kadar da güçsüz ve çelimsiz. Bunun nedeni, hiç kuşkusuz, kendisine aklın veya duyuların eşlik edişine göre eğilim’e (meyl) verilen anlamların değişmesi. Örneğin Aristoteles eğilim’in (orexis) kendisini cins kabul edip bu cinsi üç türe ayırırken kavramı duyular düzeyinde epithumia (iştiha-şehvet), akıl düzeyinde boulesis (irade) sözcüğüyle karşılar. Keza asırlar sonra Spinoza da apetitus (iştiha) ile cupiditas (arzu) arasındaki inceliği açıklarken ikincisine bilincin eşlik ettiğini söyler.

Bize gelince, artık ne doğrudürüst şevk-iştiyak veya irade-ihtiyar sözcüklerini hatırlıyoruz, ne de şehvet-iştiha veya meyl-temayül sözcüklerini. Şimdi elimizde ince ayrımlardan uzak biçimde kullandığımız iki sözcük var: Türkçe istek, Farsça arzu. Aradaki belli belirsiz sezdiğimiz o fark sanki yine bilinçten kaynaklanıyormuş gibi görünüyor: bilinç varsa istek, yoksa arzu.

En temelde daima itkiler, güdüler, arzular yer alır, (bilinçli) isteklerse hep sonradan gelir. Öncekiler doğa, sonrakiler kültür.


Doğa arzular, bilinç ister, çünkü önce ne söz vardı, ne bilinç, aksine, insan varoldu olalı önce edim vardı, eski ustaların adına aşk dedikleri o ezeli ve ebedi akış.

* OT Dergi


Facebook

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder