Ağustos 2016
— Seni öldüreceğiz
babalık! Hepinizi... Seni... ve o domuzu... ve şu insan evlâdını...
— Şaka yapıyorsun,
değil mi?.. Peki neden?.. Suçumuz ne ki?.. Neden bizi de? Bizim suçumuz ne?
— Buradasınız.
Buradasın babalık! Suçun bu! Hepimizin suçu bu! Burada olmak! (That’s what we all have done! We’re here!)
*
* *
Hepimizin
suçu bu: burada olmak.
Evet,
bütün suçumuz, burada olmak.
Walter
Grauman’ın “Lady in a Cage” (1964) adlı filminin belki de zihnime kazınan en
etkileyici çığlıklarından biri.
İnsan
varoluşundaki anlamsızlıkla bir anda yüzleşme. Olabilecek en sade ve en basit
hâliyle abesle yüzleşme.
Abes, yani saçma, yani
anlamsız, yani boşluk ve hiçlik.
Abesi
bir anda, hem de böylesine çıplak bir surette insan bilincine çarpan nedir
peki?
Ölüm.
Nedensiz
şiddet aracılığıyla aniden insana yüzünü gösteren ölüm.
Nitekim
şair, başka bir vesileyle değinir geçer bu halin yanından.
Ateşten zehrini tattım bu okun
Bir anda kül etti can elmasımı
Sanki burnum değdi burnuna ‘yok’un
Kustum öz ağzımdan kafatasımı
Ölüm,
insanı abese irca eder.
Reductio ad absurdum.
Acaba
gençler bu güzelim tabirin anlamını bilirler mi?
Abese irca etmek
Birine
bir şeyin saçma olduğunu göstermek.
Sırf
burada, bu-ara-da bulunduğumuz için
ölecek olmamız, bir anda bizi abese irca eder.
Aniden
hiçleşiriz.
Bir
anda burnumuz değer burnuna yokun!
Ölüm
korkusundan.
Burada.
İnsan
o anda kusar öz ağzından kafatasını.
Nedensiz
şiddetle karşılaşan her bilinç, abesle tanışmış demektir, saçma’yla, absürd’le,
anlamsız’la.
Lütfen
totoloji olarak telâkki etmeyiniz: nedensiz olanla ve/veya nedensizlikle.
İnsan
zihni nedensizi kavrayamaz.
Aslâ!
Evet,
aslâ, nedensizi anlayamaz.
Açıklayamaz
da.
Anlayabilmesi
ve açıklayabilmesi için, o nesneyi, o durumu, o olguyu bir nedensellik
zincirinin içine yerleştirebilmesi gerekir. Yerleştirebilirse bir anlam vermiş,
yani o nesne veya durum ya da olguya anlaşılabilir/açıklanabilir bir form
kazandırmış olur. Aksi takdirde boş boş bakmayı sürdürür. Hiçliğe, kendine,
varoluşuna.
Bu
temanın etrafında verimli bir tartışma oluşturabilmek için, pekâlâ daha ünlü
bir metinden yararlanabilirdim:
Anthony
Burgess’in “A Clockwork Orange” (1962) adlı romanından.
Pek
tabii ki sadece bir edebiyat eseri olarak değil, bir sanat eseri olarak da, yani
Stanley Kubrick’in 1971’de aynı adla sinemaya uyarladığı etkileyici yorumu
aracılığıyla da.
Bu
vesileyle hemen burada küçük bir parantez açmak isterim:
“A Clockwork Orange”, Türkçe’de, nedense
“Otomatik Portakal” olarak tanınıyor. Oysa Fransızların çevirisi biraz farklı:
“Orange mécanique”.
Otomatik
veya mekanik, önemli olan burası değil, asıl önemli olan, terkibin orange kısmı.
Bu
deyimin tam karşılığı, bence, Türkçe’de şöyle verilmeliydi:
“Otomatik Mahluk” (ve/veya “Otomatik Hayvan”)
Yani
robot.
Evet,
otomatik mahluk, gerçekte bir robottur, yani bir şiddet makinesi. İrade ve
vicdandan mahrum bir makine. İnsan bilincini her eyleminde abesin o boş ve soğuk
yüzüyle karşılaştıran bir şiddet makinesi.
Dilerseniz,
kısaca romana bir göz atalım:
İsim otomatik portakaldı. J.S. Bach dinlerken
anlamını daha iyi çakozladım ve o eski Alman ustanın kahverengi muhteşemliğini
dinlerken, keşke o ikisini daha çok marizleyip kendi evlerinde lime lime
doğrasaydım diye düşündüm. (s.30)
Bu
şiddet makinesini, Alex DeLarge’ı, pek tabii ki bir de Kubrick’in yorumuyla
tanımalı.
Bütünüyle
insanın doğasını.
Bir
diğer deyişle, insandaki hayvanı.
Tekrar
“Kafesteki Kadın”a dönelim, ve iki anlatının ortak noktasını görmeye çalışalım:
— Nasıl yaratıklarsınız siz? Hayvanlar bile
sizlerden daha merhametlidir.
— Ne yani, sen çok mu mukaddes birisin? Sen...
sen bir hayvan değil misin?
— Ben bir insan evlâdıyım. Düşünen, hisseden
bir varlığım.
— Ama ben bir hayvanım. Şu anda tam bir
hayvanım. Çoğu zaman hayvan bile olamam. Çoğunlukla şu ‘mahkûm’ dedikleri
şeyimdir ben!
Nefis
bir sahnedir bu! Kara filmin en başarılı örneklerinden, film noir’nın.
Seyredelim
ve tartışalım.
Bu
vesileyle içimizdeki hayvana, hayvanımıza dikkatle bakalım.
* Ot Dergisi Ağustos Sayısı
Takip et: @ducane

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder