Sayfalar

SANCI

Ağustos 2016



              “Bir kavramda kavramın kendisinden daha öte düşünülecek hiçbir şey yoktur.”

İnsanın bir kavramda neyi düşünmesi gerektiğini bilemediğine ilişkin şaşkınlığını Hegel böyle yanıtlar.

Peki duyumlarda, örneğin yangı, sızı, sancı, ağrı, acıda? Bu sözcükleri işitir işitmez kendimizi bir anda öznel ve kişisel duygudaşlıklar alanında ve üstelik kavramlardan çok anlamları soruştururken buluveririz. Dilin içindeyizdir çünkü, bilincin değil, yani tümel’in değil tikel’in, hatta tekil’in.

Türkçe’de yangı çok yeni bir sözcük, inflammation karşılığında kullanılıyor, yanısıra kendisine ısı, iltihap, şişlik, kızarıklık belirtileri eşlik etmesi bekleniyor, oysa tanımı sanıldığından güç, tıpkı sızı veya sancı gibi. Tabib yangı’ya ancak kendi evinde, kendi bölgesinde tanı koyar ve önce onun sızı ve sancı ve acı ve ağrı olarak adlandırılamayacağından emin olmak ister. Kökenbilimin işlevi de burada biter ve özellikle yangı ve ağrı bedensel oldukları ölçüde, haklarındaki son yargı tıbba bırakılır. Bu alanda edebiyattan uzaklık esastır, edebiyattan, yani dilden. Öyle ya, gönül yarasından kaynaklanan şu meş’um kalb ağrısı da neymiş, hele hele bir de hased semptomu olarak bilinen şu karın ağrısı? Hiç kuşkusuz, tümüyle edebiyat.


Ya sancı, ödülü büyük olduğundan mıdır, yoksa eril bir bakışın ürünü sayıldığından mıdır nedir, doğumla birlikte anıldığında, doğan ister bir çocuk, ister bir yapıt olsun, kullanımlarına daima bir küçümseyiş, bir önemsemeyiş tınısı eşlik eder. Eh, ağrı veya acı olsa neyse, enikonu sancıdır, sonunda geçer. Özünde kadıncadır çünkü, dişildir ve yaratıcılığın alâmetidir. Ne garip değil mi, yaratamayanların ödülü de olmuyor, sancısı da.


* Ot Dergisi Ağustos Sayısı


Facebook

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder