Haziran 2016
Geçmiş bilinci yenilgilerle oluşur.
Önce yenilgi, sonra zafer.
Yenilgi tatmamış hangi nefis zafer duygusuna ihtiyaç duyar?
Her zaferin, her zafer isteğinin ardında unutulması güç
yenilgiler vardır, telâfisi güç yenilgiler, başarısızlıklar, yetersizlikler,
eksiklikler.
Geçmiş bilinci, öncelikle yenilginin, yenilgilerin bilincidir,
sonra o yenilgiler nedeniyle kendisine ihtiyaç duyulan zaferlerin.
Zayıflıktan veya zayıf olmaktan değil sadece, zayıf görünmekten
bile korkar böyleleri.
Zafer kazanma isteği bu yüzden pathetiquetir. Hastalığı
hastalıkla tedavidir. Zıddıyla.
Varlık sıkıntısı.
Güçsüzlük korkusu.
Yıkılmadım ayaktayım, zavallılığı
Kimse bugünü için geçmişe ihtiyaç duymaz. Geçmiş ihtiyacı,
bizatihi gelecek içindir, tıpkı tarih gibi.
Tarihe de bugün için değil, gelecek için ihtiyaç duyarız.
Gelecek için, yani umut edebilmek için.
Geçmişin mevcudiyeti, geçmişe ilişkin bilinçli bir tavrın
mevcudiyeti demektir. Geçmişini bütünüyle kavramaya ihtiyaç duyan her bilinç,
hakikatte, geleceğini yeniden modellemeye ihtiyaç duyuyor demektir.
Tarihsizlik, anda yaşamaktır. Gelecek ve geçmişten mahrum bir
hâlde yaşamaktır.
Kim ne derse desin, tarihsizlik, mutlu bir hâlde yaşamaktır.
Evet, geçmişten ve gelecekten mahrumiyet, aslında mutluluk
sebebidir.
Hâlinden memnunsan, ne geleceği bilmeye ihtiyaç duyarsın, ne de
geçmişi.
Tarihsiz olanın derdi de olmaz çünkü. Olsaydı, tarihi de olurdu.
Tarihi, yani geçmişi, ve dolayısıyla geleceği, hatıraları, iyi ya da kötü
hatıraları, kısacası kayıtları.
O kayıtların insanoğlunun ayağını dünyaya perçinleyen vidalara
dönüşmesi işten bile değildir.
Kişi, şu veya bu şekilde eksikliğinin farkına vardığı an, hemen
kollektif bir geçmişe mensub olduğunu/olması gerektiğini hatırlar ve
bütünlüğünü, o kollektif geçmişin üzerinden ele geçirmeye çalışır.
BEN işe yaramazsa oralarda bir yerlerde bekleyen bir BİZ vardır
her zaman. Yoksa bile kolayca icad edilir ve bir çırpıda Ben’in geçmişinden
Biz’in geçmişine geçilir.
Tarih zincirinin hem zaaf,
hem kudret anlamına geldiği noktadır burası.
Birbirine sımsıkı bağlı muhkem halkalar, ah o ne büyük kudret!
Bir yaşam boyu, o muhkem halkalardan birine bağlanmış olmak,
ah ne büyük zaaf!
Halkalar, yani insanın geçmişinden ve geleceğinden kurtulmasına
izin vermeyen kayıtlar.
İzafet ve kayıt düşkünlüğünün ardında zeval korkusu vardır,
zeval bulma korkusu.
Kemâl yetkinlik ve tamlık demektir. Karşıtıysa zevâl.
Zevâl da eksiklik ve noksanlık demektir. (Daha teknik bir
karşılık vermek istesem, karşılık olarak düşkünlük sözcüğünü seçerdim.)
Kemâl sahibi, sözde yetkinliğe, tamlığa ulaşmış, yani bütünlük
dairesinin tepesine çıkmış olan demektir. Zevâl sahibi ise, bu bütünlük
dairesinin dibine düşmüş olan.
İkisi aslâ birbirinden bağımsız düşünülemez. Çünkü zevâlsiz
kemâl, kemâlsiz zevâl olmaz.
Kişi zevâldeyken kemâli arzular ve tabiatıyla kayd u izafet
aracılığıyla tamamlanacağını zanneder; aid olmakla, mensub olmakla, yani bir
bütüne/bütünlüğe aid ve
bir bütüne/bütünlüğe mensub olmakla.
Geçmiş bilinci, yenilgilerle oluşur, demiştik. Ben’in bilinci
de, Biz’in bilinci de.
Üç semavi din de insanın yeryüzündeki mâcerasını bir yenilgi
anlatısıyla başlatır, Adem-Havva anlatısıyla.
Bu yenilgiyi bir başka yenilgi izler: Kabil hikâyesi.
Sonra zaferler gelir, birbiri ardısıra galibiyetler ve
mağlubiyetler.
İnsanoğlu bu süreçte, bütünlük dairesinin bazen tepesine çıkar (kemâl),
bazen dibine düşer (zevâl).
Nitekim zavallı kelimesinin kökeninde zevâlin
bulunması ve düşkün anlamını taşıması, hiç de sebepsiz yere
değildir. İnsan zavallı (düşkün) bir varlıktır. Çünkü öncelikle bu
dünyaya düşmüştür ve düşüşü bu dünyada da hâlen devam etmektedir.
Komik olanı şu:
Bazı insanlar sadece bazı insanların zavallı (zeval’lı)
olduklarını düşünüyorlar. Oysa bütün insanlar zavallıdırlar.
Senin anlayacağın ey talib, düşkün olmayanı olmaz insanın.
* Ot Dergisi Haziran Sayısı
Takip et: @ducane

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder