17 Mart 2016
İki tür sıkıntı vardır: geçim sıkıntısı ve can sıkıntısı. İlki elin sıkıntısıdır. El, insanı karakterize eden biricik organ, bir instrumentum,
bir alet, Aristoteles’in deyişiyle: aletlerin
aleti (οργανων εστιν οργανων). İnsan diğer tüm aletleri eliyle kullandığı için el aletlerin
aletidir. Amaç değil bu yüzden, araç, hatta gereç: yapan-eden, işleyen-çalışan
bir gereç. Eli işte olmalı insanın. Eli oyalamalı, çalıştırmalı, uğraştırmalı.
Peki ne için? Son tahlilde hep bir tek amaç için, geçim sıkıntısının üstesinden
gelmek, geçim darlığından kurtulmak için, kısaca bir tek ‘yarar’ için. İnsan ne
yapıp edip üretmeli, yaşamını sıkboğaz edebilecek engelleri önünden eliyle
kaldırmalı, darlığı genişliğe çevirmeli, ama hep eliyle, elinin emeğiyle.
Ödülüyse şimdiden belli: geçim sıkıntısı çekmemek.
Oysa geçim sıkıntısı ortadan kalkar kalkmaz bu sefer
canı sıkılıverir insanın. Ten rahata kavuşmayagörsün, o zaman, tin ne
yapacağını bilmez hale gelir, kendinde önünü alamadığı biçimde bir tasarlama,
imgeleme, düşünüp akletme gereksinimi duyar, ama yeterince eğitilmemişse,
yetilerini oyalamayı öğrenememişse, tin neyi gereksindiğini bile bilmez ve
hemen sıkılıp daralır. Stagira’lı, nefsi (psûkhe)
‘el’e benzetir ve fakat “insan elleri olduğu için en akıllı canlı
değildir, en akıllı olduğu için elleri vardır” demeyi de ihmal etmez. Yarar kadar hazzı talep etmesinin nedeni de belki
budur, çünkü el çalışmak, göz oynaşmak, dil ise söyleşmek ister. Can’a gelince,
o önce kendisini meşgul edecek bir cânan, o cânan’dan ise sıkıntısını defedecek
bir haz talep eder. Lakin böylece, Fuzuli gibi, sükûna erip asla daha ötesini
istemez: “gerçi cânândan
dil-i şeydâ için kâm isterem / sorsa cânan bilmezem kâm-ı dil-i şeydâ nedir?”
*Ot Dergisi Mayıs Sayısında

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder