Sayfalar

KEŞKE

Mart 2015






Yarım kalmışlık yaşamın özüdür, telafi edilemez. İtiraf etmek çok zor ama ne yazık ki böyle: tüm varlığımızla yinelenemez ve yenilenemez bir çevrimin içindeyiz.

Şayet acılarla geçmişse, geçiyorsa, elimizde değildir, yaşamı yenilemek isteriz, hem de her şeyiyle. Değiştirmek isteriz, elbette daha iyisiyle, daha güzeliyle, daima en yenisiyle.

Tümüyle olumsuzluklar diyarı mı bu dünya, değil, bu yüzden geçici mutluluklar da bahşeder sakinlerine, küçük oyunlar, oyuncaklar sıkıştırır eline, bir de saklanılması gereken hoş anılar, ama daima eskide kalmış anılar.

Anılar, yani biteviye yinelenmesi istenen yaşanmışlıklar, yani unutmak istemediklerimiz, yani olanaklı olduğu ölçüde bir daha, bir daha yaşamayı istediklerimiz, isteyeceklerimiz, yani kendimizi hatırlamaya ihtiyaç duyduğumuz her defasında karşımıza çıkan o şirin düşlerde seyredeceklerimiz.

Anılar, yani geriye çağırabildiklerimiz... yanımıza alabildiklerimiz... kaybetmediklerimiz, bir türlü kaybedemediklerimiz...

Elimizde değil ki, kendimizi her özleyişimizde başkalarının sesini duymak isteriz, ama hep bir başkasının sesini.

Kendisine erişiminin kapalı olduğu evreleri vardır insanın, işte o zamanlar kendisine ancak başkaları üzerinden erişebilir, kendisini ancak başkalarının eliyle okşayabilir. Eremez belki ama erişebilir. Kavuşamaz ama yaklaşabilir, kokusunu alabilir, varlığını duyumsayabilir, sadece varım diyebilmek için (bir zamanlar ben de) vardım, varmışım diyebilir. Lakin hep bir başkasının yardımıyla yapabilir bunu. Öteki olarak duyumsayacağı yanı sayesinde bir kez daha yarılır, kalıcılığını güvenceye almak isteyen her varlık gibi bölünür, bölündükçe daha da kaybolur. Ne ki yine de kendisini kendisinde bir başkası olarak deneyimlemedikçe kendisiyle karşılaşmayı beceremez, çoğalır, biteviye çoğalır, ve sonunda en büyük günahının yaşamı kavrama ve düşünceye taşımak olduğunu anlar. Tüm suçudur düşünmek!

Keşke’ler de burada başlar: düşünmeye başlamakla.

Yenileme isteği geçmişten kaçma isteğinin belirtisidir bu yüzden, yineleme isteği ise bakışın geçmişe saplanıp kaldığının.

İlkini ve öncekini yok etmek, hep eskisini yok etmek demektir, başedilemeyecek olanı: unutmak istediklerimizi, değiştiremeyeceklerimizi bir hiçe dönüştürmek demek!

Beyaz sayfalar hep yeni sayfalardır. Başlangıç sayfaları. Doğanın yenilendiğini varsaymak hoşumuza gider, bu nedenle her baharda doğanın yeniden dirildiğine inanırız, sözümona ölümde diriliği, uykuda uyanıklığı görür, böylece her şeyin kesintisizce yinelendiğini düşünürüz.

Keşke, işte bu çevrimin sadâsı, olan’ın pekala başka türlü de olabileceğine duyulan güvenin ifadesi, bazen sadâ, bazen sayhâ, bazen nârâ, yani olması gerekeni tahayyül etmekten usanmayan insan türünün kendi özüne inancının o arşı titreten çığlıkları!

Her keşke’de nice ah saklıdır, nice idrake eriş, ve dünya dolusu nice niçin?

Niçin bir daha olmasın? Niçin   daha farklı olmasın? Niçin olmamış gibi olmasın?

Ve olanı olduğu gibi kabullenememenin çile ve ızdırabını dile getiren sayısız niçin!

Keşke, yaşamın hakkını veremeyişin bedeli. Yaşayan düşünmez çünkü, düşünemez. Öyle ya, insan niçin zihnine çekilir, niçin kavramların arasına dalar, niçin arınmak amacıyla içine dalması gereken suyun kendisini arıtmaya çalışır? Sen söyle a dostum, insan kirlenmekten niçin bu kadar korkar?

Bir gençler, bir de yaşlılar genellikle keşke demeyi bilmezler.

Pişmanlık duyabilecekleri denli genişçe bir geçmişleri olmadığından, dahası, olanı telafi edebilecek güç ve zamana sahip olduklarını düşündüklerinden gençler ne hayıflanırlar, ne de keşke demeye tenezzül ederler. Keşke demektense savaşırlar. Egemen olan neyse onunla, yani aksi düşünülebilecek her şeyle, egemen hale gelen her türlü vasatla, alışkanlıklarla, ethosla, gerekirse sağduyuyla, itidalle, hatta vicdanla. Haklıdırlar, çünkü değiştirilebileceğine inandıkları bir dünyanın içinde yaşamaktadırlar.

Yaşlılara gelince, bilgelikten pay alanları, olanın zaten hep olması gerektiği gibi olduğunu bilirler. Değişime inanmadıklarından değil, değişende değişmeyeni gördüklerinden ötürü keşke demeye lüzum görmezler. Uzun deneyimler  bir sadâ, bir sayhâ, bir nârâ suretindeki tezahürlerinden uzak tuttuğu için, onların keşke’si ancak bir inilti suretinde işitilebilir, ve daima iki damla gözyaşı eşliğinde.

Keşke’lerin bir tarafında çiğliğin, hamlığın, yeterince pişmemişliğin izleri görülebilir ve fakat arkalarda bir yerlerde, olduğu haliyle bile yaşamdan hoşnutluk duyulabileceğini idrak edememekten kaynaklanan bir huysuzluğun saklandığı da farkedilmeli.

Özü gereği huysuzdur insan, huysuz ve huzursuz. Kendisini kendisi yapan en temel özelliği yadsımadır çünkü.

Tuhaf ama böyle, olanı, olageleni yadsımak, yadsıyabilmek en insani yetimiz. Farklı bakabilmek, farklı düşünebilmek, farklı davranabilmek yetisi bizi sadece yetkin değil, yanısıra insan da kıldığına göre, daima olanın, olagelenin pekala öyle olmayabileceğini düşünebilme yetisinden gayrı ne sermayemiz var elimizde? Gerçeği, lanet olası şu sözde gerçekliği tekmeleyebilme gücünden başka ne hususiyetimiz var şu âlemde?

O halde keşke dememek için, insanın, öncelikle, alışkanlıkların büründüğü tüm biçimlere (olagelen’e)  karşı yadsıma hakkını kullanması gerekir.

Hangi biçimlere karşı?

Devlete karşı.

Halka karşı.

Ama önce, kendisine karşı. 


Bil ki ey talib, bilgeliğin kapısı, insana, ancak kendini yadsıyabildiği takdirde açılır.



*OT Dergisi, Keşke, Mart 2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder