Sayfalar

ÇÜNKÜ

Nisan 2015






Nedensiz olanı anlayamaz insan. Amaçsız olanı. Kendiliğinden olanı. Mutlaka bir neden arar bu yüzden, her halukarda bir amaç. Bu kadarla da kalmaz, aradığı o nedene, o amaca bir bilincin eşlik ettiğini de varsayar, kasıt olmasaydı maksat da olmazdı, diye düşünür.

Açıklanması gereken, bu sefer, olanın değil, eylemin nedenidir: iradedir aranan, niyettir, kasıttır, daima olup bitene anlam kazandıracak bir gayedir, ötekidir.

Akıl ve özne ve iktidar çün ile tezahür eder: ne içün diye sorabilmekle ve çün ki diye yanıt verebilmekle. İnsanın ayrıcalığı yanıtlamak değil, sormaktır, hem de hiç vazgeçmeksizin, ısrarla, biteviye, doğanın yaşamın insanın anlamını sormak.

Çün özne’nin ve iktidarın yanısıra işte burada beliriverir, güya anlam arayışının başladığı yerde, ve tam da burada eylemin bilinçliliği niçin sorusunu haklı kılmakla kalmaz, bir de çünkü yanıtını talep eder.

Niçin sorusunun karşısında gerilememek, yani olanın niçin olduğunu, yapılanın niçin yapıldığını tanımlayabilmek ne de zordur oysa. Çünkü demek.





Nedensiz olan anlamsız olandır, zira amaçsız olandır. Amaçtan yoksunluk, daima, anlamdan yoksunluktur. Anlamdan, yani kendinden yoksunluk.

Anlam kimseyi orada öylece beklemez, bulunmaktan çok yaratılmak ister, bu nedenledir ki keşf edilmesi değil, icad edilmesi gerekir, sırf yaşamak için, hayvanlar gibi değil, insan gibi yaşamak için.

Tuhaf ama böyle, insan kendisini yaratır, yaşamak için yaratmak zorundadır ve bu yüzden hem baba hem oğul, hem anne hem kız olmak zorundadır.



Anlamlı-bir-dünya’nın içine gözlerimizi açarız. Ne ki yine de başkalarınca tayin edilmiş bu hazır anlamlar çevreni daha ilk tökezlemede çözülüp gider.

Evet, daha ilk tökezlemede, ilk sarsıntıda, insanın tam da ortasından yarıldığı anlarda hem de, gözlerimizin önüsıra o muhkem nedensellik zinciri paramparça oluverir, neden-sonuç ikilisi umarsız bakışlar arasından bilincin karanlıklarına, dışına doğru süzülüp gider. Güven kaybolur, korku başgösterir, kaygı sarar her yanı. Ve elbette tüm dehşetiyle, bir de yalnızlık! Yarılmışlığın şiddetine inat parçalarda olsun yaşamakta ısrar eden acınası bir zavallılık. Soğuktan büzüşmüş elleriyle kendine sarılmaktan başka çaresi kalmayanın o iflah olmaz çökkünlüğü.

Çün yitirilmiş, niçin sorusu unutulmuştur. Sonuçların da, nedenlerin de bellekten silindiği bir aralıkta yadsınabilecek bir sınır da kalmamıştır. Belirsizlik kahredicidir, düşman amansız. Bir sisin içindeyizdir, bizi bizden mahrum eden bir sisin.

Kaybolmuşuzdur.



Biliriz ama söyleyemeyiz. Anlarız ama açıklayamayız. Niçin, ama niçin diye sorarız çaresizce ve fakat şöyle hakkıyla bir çünkü diyemeyiz. Birden farkederiz ki biz kadar, bizim kadar çünkü’ler de kaybolmuştur.

Aklın ışığı işe yaramaz, çünkü’lerin o cesîm, o şedîd alevi. Varoluşun yoğun sisi karşısında tüm çünkü’ler susar, tüm projektörler söner.

Akıl bu vadide kendi sorusunu yanıtlayamaz. Niçin der, ama çünkü diyemez, zira anlam arayışı niçin’le değil, yıkılışla başlar, yıkıntılar içinde nasıl ayağa kalkacağını kara kara düşünürken kişilik aniden birer maskeye dönüşür, personaya. İçindekinin-içindeki (fihi-ma-fih) ışıldasa da uzaktan, bir türlü farkedilmez. İnsan kendisini yıkıntıları içinde kendi bulamaz çünkü. Başkasına, hep bir başkasına ihtiyaç duyar bu yüzden, ötekine, ama daima bir dosta, hep bir aynaya, yıkıntılar içinden kendini çıkarıp kurtaracak bir çift ele.

İnsan kendi dışına çıkmak zorundadır, bilincinin dışına. Aklının mâverasında dolaşmak zorundadır, en temelde yani, köklerini saldığı toprağın derinliklerinde. Ne kimlikte, ne kişilikte, doğrudan doğruya kendilikte.

Kendini nerede bulursa orada yitirir insan, niçin’lere karşılık gelen çünkü’lerde değil, o heybetli çünkü’lere varlık veren masum niçin’lerde.



Aldanma sakın ey talib, kaybedenlerin hikayesi değil bu, kaybolanların hikayesi, bulmayı değil, bulunmayı isteyenlerin, hemen yanıbaşında duran aklın o devasa projektörlerine değil, çok uzaklardan da parlasa küçücük bir umut ışığına bile muhtaç olanların hikayesi! Nadir değil, ender olanların, stalkerların hikayesi. İz sürücülerin. Kesinliklerin dışına itilenlerin. Tutunamayanların.

Onları gözyaşlarından çok iniltilerinden tanıyabiliriz bu yüzden:  innî ânestu nâren deyişlerinden.

- Gözüme bir ateş ilişti, bir ışık!

İşte hepsi bu, uzaklarda bir yerlerden bir ateşin görünmesi, bir ışığın parıldaması, bir anda, birdenbire, aniden, titrek bir alevin görülmesi. Çalılıkların ardından, kalabalıkların, çokluğun, perdelerin, önümüze çıkan değil, kendi ellerimizle kendi önümüze gerdiğimiz perdelerin ardından.

Bu durumda iki olasılık beliriverir:

- belki oradan bir kor parçası, bir yalın getiririm size.

veya

- belki de bir yol gösterici, bir kılavuz bulurum orada.

Bulanın bulduğu değil, gerçekte, bulunduğu yerdir burası. Nalınlarını çıkarmak zorunda kalacağı yer. Niçinlerin de, çünkü’lerin de sustuğu yer. Sadece onun sesinin duyulabildiği yer, mahza öteki’nin, ancak bir başkası’nın ben... ben... duyuyor musun beni, benim ben diyebildiği tek yer.



Bil ki aşk nedensizdir ey talib, başlangıcında ne bir niçin vardır, ne de bir çünkü, tümüyle irrasyoneldir, akıl ve nedensellik dışıdır, bir süreç değildir, süreçte de değildir, özü gereği salt an’dır, an’dadır. Açıklanamayışı bundan.

Hep bir başkasının sesine ihtiyaç duyar yolcu, daima bir başkasının ışığına,  alevine, ateşine. Arayan değil aranandır hakikatte, bulan değil bulunan.



Gözüne bir ateş ilişir, bir ışık, hemen sevdiklerinden uzaklaşır, derken nalınlarını çıkarmakla yükümlü kılınır, arzu ve öfke gücünü yok etmekle, hırs ve ihtirası terketmekle... daha önemlisi, bir de âsa’yı bırakmakla... şu sözde tedbirlerden vazgeçmekle...

Aşk vadidesindedir artık. Eymen vadisinde.

Vuslat bile değildir oysa, sadece bir uğrak, bir lahza.

Çün yitirilmiş, niçin unutulmuştur.

Nalınlar çıkarılır, âsa atılır, yolcu şimdi tüm çıplaklığıyla hakikatin huzurundadır. Yalındır. Yalnızdır. Kimsesizdir.

Bu uğrakta birliğin sırrı bir tek ondan sorulur, ama sadece ondan.

Tanrı’nın sesini duymaya en layık olandan.

Nalınsız, âsasız kalandan.

O kor ateşi niçin’siz, çünkü’süz elinde tutandan.


İnsandan.



* OT Dergisi, Çünkü, Nisan 2015



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder